Niyet, eyleme geçecek irade olup özü itibariyle olumludur. Bu iradenin de sınırları ve köşeleri var. Mesela kişiye, topluma ve diğer varlıklara zarara taalluk edecek meselelerde niyetin iyiliğinden söz edilemez. Niyet etmenin olumluluk ölçüsü sorumlulukla ilişkilidir. Sorumluluk ise ahlakın kalbidir. Ahlak, insanın diğer varlıkları kendinden daha öncelikli, önemli ve değerli görmesi demek olduğundan, niyetin olumluluğuyla ahlakın varlığı birbirine içkindir. Bundandır iyi niyetli insanlar ahlaklı insanlardır.
Diğer yandan niyet ahlaktan, eylemden, fiilden hem öncelikli hem üstündür. Niyetin meskeni kalptir. Vicdan da niyetin önemli bir kaynağıdır. Vicdan bize, daha çok, ne yapmamamız gerektiğini söylerken kalbimiz neyi yapmamız gerektiğini söyler. Kuşkusuz kalbimizin de bir aklı var. Buna insanlar daha çok “gönül” der. Vicdanımız sızlaya sızlaya, kalbimiz ağrıya ağrıya, gönlümüz darala darala genişler. İnsan, bu halleri, sürekli yaşar. Bunları yaşamaktan kaçarsa -ki sürekli bu kaçıştadır- kendini kandırır. Kandırdıkça mutlu olacağını düşünür. Bu kaçış onun vicdansızlığına, kalpsizliğine ve gönülden uzaklaşmasına sebep olur. Bu da onu kötü niyetli olmaya doğru itekler. O halde niyetin kötülüğü sonradandır. Bu, niyetin ihtimamla korunması gerektiğini ortaya çıkarır. Bu da terbiye ve ahlakla mümkündür.
Kalbin terbiyesi bedenin eğitiminden daha önemli, daha elzem ve daha gereklidir. Kalbin terbiyesi (eğitimi), sorumlulukladır. Bu sorumluluk insan olmaktan daha çok kul olma sorumluluğudur. Bu nedenle Allah inancı insanın kalbini eğiten bir inançtır. Allah insana hem vicdan hem kalp hem de gönül vasıtasıyla konuşur. Bu konuşmayı, insan, ancak Allah’ın kulu olmakla edinir. Niyet dediğimiz şeyin sadece olumlu şeylerden oluşması bu nedenledir. Allah’tan nasıl ki kötülük sadır olmazsa, niyetten de kötülük bu nedenle sadır olmaz /olmamalıdır.
Evet, insanın niyeti davranışlarından daha önemlidir. Terbiye dediğimiz şey, kişinin niyetini samimileştirmek demektir. Bunun da yeri kalbî duygular olduğu kadar hakikate götüren bilgilerdir de. İrade gösterebilmek için belli bir hakikat tekâmülüne erişmek gerekir. Bu nedenle insanın ilimle uğraşması, sürekli öğrenmesi ona verilen en büyük üstünlüktür.
Tüm bunlar, merakımız dâhil olmak üzere, ihtiyaçlarımızın da niyetlerimize göre oluşmasını gerektirir. Bu ise insanın tek başına kendi hayatını yaşayamayacağı anlamına gelir. Muhtaçlık insana verilmiş en büyük nimettir. Çünkü muhtaç ola ola ilmimiz derinleşir. İlim derinleştikçe, niyet, kişinin genel hayatına sirayet eder.
Ayrıca niyet, kurumlaşmış hale gelirse amaç olur. Bu nedenle bir işe başlamadan önce ya da başlarken amacın belirlenmesi gerekir. Eğitim sisteminin nasıl bir insan yetiştirmesi gerektiğini belirlemesi bu nedenle hayati meselesidir. Kuşkusuz ailedeki eğitimin amacı terbiyedir. Ancak kişinin toplumsal hayata hazır hale getirilmesi demek olan terbiye, okullarda ahlakla taçlandırılmalıdır. Ahlak okulların en öncelikli, en değerli ve en önemli amacı olmalıdır. Çünkü ahlak, insana sorumluluk yükler. Ona tek başına olmadığını idrak ettirir. Ardından ona, hayatını toplumun içinde, insanları ve diğer varlıkları değerli, öncelikli ve önemli görerek yaşamayı belletir. Okul, amacını ahlak üzerine yükselttiği zaman, geriye kalan öğretim, işin en kolay olan yanıdır. Öte yandan öğretimde öğrenilenlerin toplum amacına hizmet edecek şekilde kullanılması da, ahlakın beslediği niyetten gelir.