Üniversite, küresel ölçekte (elbette ülke ölçeğinde de), en üst bilgi kurumudur ve yükseköğretim yapan birimlerden oluşan bir birliktir. Üniversite doğuşu itibariyle bir Orta Çağ (476-1453) kurumudur. İslam Dünyasında ve Batı’da ilk üniversitenin hangi tarihte kurulduğuna dair üzerinde mutabakata varılmış kesin bir tarih yoktur. İslam Dünyasında, IX. yüzyıldan itibaren medreseler kurulmaya başlanmış ise de, bugünkü üniversiteye en çok benzeyeni, külliye tarzında olan, Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk (1018-1092) tarafından Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medreseleri (1067) idi. İtalya’nın Bologna şehrinde kurulan Bologna Üniversitesi (1088) Avrupanın ilk üniversitesi olarak kabul edilmektedir. Görüldüğü gibi Bologna Üniversitesi Nizamiye’den 21 yıl sonra kurulmuştur.
Üniversite, Latince “uni-versitas” sözcüğünden gelir. Uni-versitas sözcüğü, unum (bir) ve vertere (-e yönelmek, etrafında dönmek) sözcüklerinin birleşiminden/bileşiminden oluşur. Universitas, “bire yönelmek/birin etrafında dönmek” anlamındadır ve üniversitenin temel niteliğini dile getirir (COE, 2006). Üniversitenin yöneldiği “bir”, “hakikat hedefi” ve bünyesinde birden fazla birimin bulunduğu plüralist yapının birlikteliğidir. Aynı zamanda, öğrenciler ve hocalar birliği anlamında da kullanılmıştır. Üniversite kavramı, birlik (tevhit) ilkesi üzerine oturur. Üniversite terimi ile Nizamiye Külliyesi adındaki külliye terimi, birlik/tevhit veya cem şeklinde ortak bir anlam taşırlar.
Burada sözcüklerin izini sürmekte amacımız, üniversitenin anlamının üniversite sözcüğünde mündemiç olduğunu (içerildiği) göstermektir. Üniversitenin değişmeyen temel karakteristiği, varoluşundan beri, tevhit/birlik/cem etme anlamında ikamet etmektedir.
Bilim Tarihçisi J.D. Bernal’a (1901-1971) göre, “Bilim, tarihte ilk üniversiteler olan medreselerin kurulmasıyla yaygınlaşmıştır. Daha önce Yunanlı düşünürlerin açmış oldukları okullar üniversiteden çok, özel yükseköğretim kurumu niteliğindeydi. Aralarında sadece Museum,özellikleri açısından üniversiteye en çok benzeyeniydi ama onun da eğitimden çok araştırma ağırlıklı bir işlevi bulunuyordu” (Bernal, 1995). Burada üniversite ile yükseköğretim kurumu arasındaki ayrımı göz önüne alırsak, Platon’un (M.Ö. 427-347) Atina’da kurduğu Akademia (M.Ö. 385 civarında), ve Aristoteles’in (M.Ö. 384-322) kurduğu Lyseum/Lükaion (M.Ö. 335) ile İskenderiye’de Büyük İskender (M.Ö. 356-323) imparatorluğu döneminde M.Ö. (324-300) yılları arasında kurulan İskenderiye Müzesi (Museum) yüksekokul/yükseköğretim kurumu olarak nitelendirilebir. Günümüzde kullanılan akademia ve lise terimi, Platon’un Akademia’sından ve Aristoteles’in kurduğu Lyseum’dan gelir. Üniversite, bünyesinde fakülte, enstitü, yüksekokul gibi birden çok yükseköğretim kurumu bulunan birliktir. Üniversiteyi meydana getiren bileşenlerin her biri (fakülte, yüksekokul, enstitü vb.) birer yükseköğretim kurumu olduğu gibi, üniversitenin kendisi de başlı başına bir üst yükseköğretim kurumudur. (Günay, 2019a).
Üniversite, hakikat yurdudur. Üniversite mensupları ve öğrencileri ile birlikte hakikat peşinde koşan topluluğun yurdudur. Hakikat, genelde varlığın tümel bilgisidir. Felsefe, hakikat arayışıdır. Hakikat tanımlamasında, “genelde varlık” ibaresi varlık bütünlüğünü, varlığın parçalarının bütünleşik halini göz önüne almayı; “tümel bilgi” ise bütün bilme tarzlarının birleşik bilgisini ifade eder. Tümel bilgi; bilimi, sanat bilgisini, teknolojik bilgiyi, felsefe bilgisini, vb. bilgilerin tümünü kapsar. O halde, hakikatin kapsamı bilimsel bilgininkinden daha geniştir. Bilim adamı kendisini hakikate adamalıdır. Üniversite varlığı bütün olarak (ontolojik tevhit) ve ontolojik tevhidin/birliğin sonucu olarak epistemolojik tevhit tasarımı ile ele alır. Üniversitenin ideası hakikat ve tevhittir.
Üniversitenin asıl misyonu olan bilim, felsefede temellenir. “Felsefe yolda olmaktır”. Bu yol, hakikati arama/araştırma yoludur. Hakikat terimin yunanca karşılığı olan aletheia’nın anlamı, üzerini açmaktır. Orada ötede duranın üzerini açmaktır. Hakikat (doğruluk), görünüşün arkasında, varılan yerin ötesindedir. Hakikat yolculuğunda her bir durak hakikat olarak adlandırılır.
Hakikat, ardışık katmanlar gibidir. Açıldıkça yeni bir katman görünür.
Hakikat kendisini, kolayca ele vermez, üzerini örter. Araştırmak, yukarda dile getirildiği anlamda hakikati keşfetmektir, gizini açmaktır. Araştırma yolculuğu çile ister, adanmışlık ister. Yıllarca dirsek çürütmek, yorulmak ve fedakarlık ister. Halis bilim yapılan her yerde bu hep böyle olagelmiştir. İnsan, nihai olarak hakikate vardım, son noktaya ulaştım diyemez.
T. Kuhn’un ortaya koyduğu yaklaşıma göre, bilim tarihi, paradigmaların bilimsel devrimlerle değiştiği bir süreçtir. Geçerli olduğu dönemde paradigma hakikati temsil eder. Paradigma, bilim adamları topluluğu (scientific community) tarafından benimsenen olayları açıklayan bir modeldir. Aristoteles’in hareket açıklaması (Paradigması), Newton Paradigması tarafından, Newton Paradigması Einstein Paradigması tarafından bilimsel devrimle değiştirilmiştir. Söz konusu örneklerde, yeni paradigma, farklı kavramlar, hatta zıt kavramlar üzerine oturmaktadır. Philogiston kimyasından Lavoisier (1743-1794) kimyasına geçişte de bu böyledir. Filojiston (phlogiston) kimyasında yanma, yanan maddeden ateş elementinin (filojistonun) çıkması dolayısıyla ağırlığının azaldığını ileri sürer. Lovosier kimyasında ise yanmada yanan nesne oksijen ile birleşmesi dolayısıyla ağırlığın arttığını ortaya koyar.