Yıllarca anlattığım ve sadece bir hikaye zannettiğim pek çoğunuzun iyi bildiği ‘’ Kabak Hikayesi’’ vardı… Ne zaman hayat veya insanlık liyakatine ulaşamamışlar tarafından yorulsam bu hikâyenin sahilinde dinlenirdim. Bu akşam bir âlimin hayatını okurken bir de baktım, hikaye zannettiğim olay gerçekmiş. Önce güzel hikâyemizi anlatalım.
Bir derviş varmış. Tıraş olmak için berbere gitmiş. Berber koltuğuna oturmuş, o dönemde dervişlerin, sarık sardıkları için saçlarını kazıtma âdeti olduğundan, saçını kazıtmış. O sırada berbere bir kabadayı gelmiş. Koltukta oturan dervişin başına bir tokat vurarak; ‘’ Kalk kabak’’ demiş. Derviş hiç ses çıkarmadan yerinden kalkarak, kabadayıya yer vermiş. Tıraş olan kabadayı dükkândan çıkarken, yokuştan aşağı hızla gelen at arabasının demiri, kabadayının böğrüne saplanmış. Kabadayı ölmüş.
Berber, dervişe dönerek:
_ ‘’ Ya derviş, sen ne yaptın? Sana kaba davrandı ama keşke beddua etmeseydin?’’ demiş.
Derviş mütevazı duruşunu bozmadan, yana hafif eğik boynunu biraz daha eğerek, yutkunmuş, mahcup bir ifadeyle:
_ ‘’ Beddua etmedim efendi’’ demiş. Ne haddime. Lakin galiba kabağın sahibinin zoruna gitti.
Muhammedi hakikate mazhar olan zat-ı kiramların vücutları gerçek âlemde rahmettir. Belaya sebebiyet vermezler. Onların yanına bir nebze muhabbetle varanlar, yollarında çok cüz’i gayret sarf edenler dahi tarifsiz kazançlara nail olurlar. Fakat kabadayı gibi bela arayanlar onlara çarparlar. Onlara verecekleri en küçük bir zarar, eğer gayretullaha dokunursa Hakkın tokadının ölçüsü ve sınırı bulunmaz.
Bu hikâye her boynu büküğe, zulme uğramışa bir esenlik vermektedir. Yine bir derviş, insanlardan zulüm gördüğünde ‘’ Allah’ım dermiş. Sen, bana yapılanları görüyorsun, sen razıysan ben de razıyız.’’ Teslimiyet makamına aşkla çıkılır, ikisi birleştiğinde naz makamına varılır. Allah’ın naz makamında kulları vardır, sessiz sedasız yaşarlar. İnsanlar onları pek fark etmezler, zira onlar makam sahibi zengin kişiler değildir. İnsanların onları fark edebilmesi için maddiyatçı bakış açısından kurtulması gerekir. Lakin onlar dua etseler yer yerinden oynar. Hak katında duaları ret edilmez.
Yıllarca severek anlattığım kabağın sahibi hikâyesinin gerçek bir hikaye olduğunu, olayı yaşayan kişinin Mustafa İsmet Garibullah Hazretleri olduğunu bu akşam öğrendim. ‘’Garibullah’’ mahlası veya lakabı. Bu unvan bile ne kadar mütevazi olduğunu haykırıyor insanlığa.
Cenab-ı Hakkın kullarının gönlünde yaktığı aşk ateşi, hararetini hissettirdiğinde Yanya’dan yola çıkarak Mekke-i Mükerreme’ye geliyor Mustafa İsmet Efendi. Mevlana Halidi Bağdadi Hz.nin talebesi Abdullah Mekki Efendi ile tanışıyor, manevi eğitimini kendisinden alıyor. En önemli eseri olan Risale-i Kudsiye isimli eserini de Mekke-i Mükerreme’de manevi ilhamla kaleme alıyor.
İsmet Efendi, başta Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz olmak üzere, diğer devlet ricâlinden de büyük teveccüh gösteriliyor, lakin kendisi mütevazı yaşantısından ödün vermiyor. Kendisine Padişah tarafından hediye edilen yüzlerce altını, bir gün içinde fukaraya dağıtıyor.
Sultan Abdülmecid Han, tekkenin bağlılarından biri olarak, İsmet Efendi tekkesi müntesiplerinin her Perşembe akşamı türbesi başında Hatm-i Şerif okumalarını vasiyet ediyor.
İstanbul’da bir arazi satın alan İsmet Efendi, burada tekkesini kurar ve irşat faaliyetlerine devam eder. Lakin tekkenin inşasından sonra ‘’ Tekkeyi buldunuz galiba şeyhi kaybedeceksiniz’’ buyurur. Hakikaten altı ay geçmeden arkalarında yüzlerce kişi ve altmış kadar halife bırakarak 15 Ocak 1875 ‘de vefat eder. İstanbul Çarşamba’daki dergâhında defnedilir.
Kabağın Sahibi hikâyemizin kıymetli dervişi İsmet Efendi Hazretleri orta boylu, zayıf vücutlu, uzuna yakın yuvarlak ve gayet güzel yüzlü, siyah gözlü, nurani, buğday tenli olduğu nakledilmektedir. Mübarek burunları gayet güzel olup, orta yeri bir miktar yüksekçeymiş. Vefatlarında henüz beyazlamaya başlamış olan saç ve sakalları siyah ve gür imiş. Kaş ve kirpikleri de keza siyah imiş.
Bir güzide insanı tanımanın ve severek anlattığım hikâyenin sahibi olmasının verdiği sevinçle bu satırları kaleme aldım.
Sizler de, haksızlığa uğrayan insanlara bu hikâyeyi anlatabilirsiniz. Kişi ne yapıyorsa kendisine yapar, yaptığının karşılığını ya bu dünyada alır, ya diğer dünyada. O nedenle Müslüman huzurda kalır.
Bir atasözü ile bitirelim konumuza uygun: “Hak sillesinin sedası yoktur. Bir vurdu mu, devası yoktur.”
Muhabbetle kalın efendim!.
Melek KARADENİZ
Bu hikaye beni çok etkiledi Melek hanım … Böyle değerli bir kalemden doğruyu öğrenmek çok daha güzel oldu Kaleminize yüreğinize sağlık ☘️
Çok teşekkür ediyorum Fulya hanım. Faydalı olabiliyorsam ne mutlu. Kalbi muhabbetlerimle efendim.
Ablacım yine çok bir konu anlatınız elinize kaleminize yüreğinize sağlık vaar olun ben bu hikâyede kendimi görür gibi oldum sağolun vaar olun ablacığım.
Çok teşekkür ediyorum Hamit gardaş. Sevgilerimle.
Çok güzel bir insanı çok manidar bir hikayeyi yine çok güzel anlatmışşınız hocam elinize sağlık
Çok teşekkür ediyorum kalbi muhabbetlerimle.