1990 Karaman doğumludur. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimini Karaman' da tamamlamıştır. Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Fen Bilgisi Öğretmenliği bölümünden mezun olmuştur. İlk görev yeri Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinde Şekerli köyü Şekerli ortaokuludur. Karaman'da muhtelif okullarda öğretmen ve idareci olarak görev yapmıştır. Karaman merkezde görev yapmaya devam etmektedir. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Fen Bilimleri Ve Teknolojileri Bölümünde Yüksek Lisans eğitimini tamamlamıştır. Halen doktora eğitimine devam etmektedir. Evli ve 1 çocuk annesidir.
O sabah yine üzgündü çocuk, sırtında çantası vardı ama yüreğindeki yük çantasındakinden daha ağırdı belli ki. Durgundu, yorgundu. Okulun yolunu tutmuştu ama nasıl geldi? Kahvaltı etti mi? Kim uyandırdı onu o güzel uykusundan okul için kimse bilmiyordu. Öylesine sıraya geçmişti tüm arkadaşlarının yaptığı gibi. Amacı neydi, niye buradaydı bilmiyordu. Herkes geliyorsa vardı bir bildiği elbet. Aslında eski okulunu, arkadaşlarını, öğretmenlerini çok seviyordu. Ortaokula yeni başladığı yılın yazında annesini kaybetti. Annesini yeni kaybettiği o yaz yeni bir mahalleye taşınmışlardı, kimseyi tanımıyordu, bu okula da yeni başlamıştı. Eee şimdi ne olacaktı? Yeni hayatına başladığı bu dönemde, bir de yeni okul, yeni arkadaşlar, yeni öğretmenler girmişti hayatına. Üstelik bütün bu durumlarda duygularını anlatıp paylaşacağı annesi de yoktu yanında. Ne yapmalı, nasıl davranmalıydı?
İşte bu ürkek çocuk sessizce sıraya geçip beklemeye başladı, istiklal marşının okunmasından sonra herkes gibi sınıfına geçmişti. Meraklı gözler sorgulayıcı bir şekilde toplanmıştı etrafına. Niye geldi, nerden geldi, adı neydi? İlk ders sınıf öğretmeni ileydi. Şimdi sıra ondaydı. Başladı ürkek tavrıyla çocuk anlatamaya; Annesi ölmüştü, kardeşleri ile birlikte babalarıyla kalıyorlardı. Üstelik evin en büyüğüydü, baba yoğundu, anne yoktu. Evin annesi ve babası olmuştu işte bir anda. Hızlıca anlattı kendini oturdu yerine. Üç gün beş gün derken alıştı okula da, arkadaşlarına da. Ama hep durgun hep yorgundu. Dersler ne yaparsa yapsın bir türlü yükselmiyordu, çok çalışması işe yaramıyordu. Neydi çözümü ne yapmalıydı?
İlk başlarda bu ürkek çocuk kimsenin dikkatini çekmemişti. Ta ki devamsızlıkları başlayıp, sorunlar ortaya çıkmaya başlayana kadar. Devamsızlıkları kontrol ederken üst üste gelmeyen bu çocuk kimmiş diye merak edip sorunca başladı aslında hikâye.
***
Eğitim sadece okul değildi, biliyoruz ki ‘’Eğitimde Sacayağı: Okul, Öğretmen, Velidir.’’ Okul ve öğretmen ayakları tamamdı ama aile neredeydi? Anne hayatını kaybetmişti, baba var ama yoktu. Üç kardeş ve evin en büyüğü. Bir günde sırtına hem annelik hem babalık rolü yüklenmişti aslında. Ya ona kim destek olacaktı, kim saracaktı yaralarını? Hayatın zorluklarıyla karşılaşıldığında, aile sevgisiydi çocuklara destek olan duygu. Bu destek, çocukların stresle daha iyi başa çıkmalarına ve olumlu bir şekilde problem çözmelerine yardımcı oluyordu ama yoktu işte o duygu, kim verecekti onu? Geçmiş notlarına bir göz atmak istedim acaba daha önce nasıldı bu ürkek çocuk, neler yapmıştı görmek istedim ve işte kaçınılmaz son. Çok başarılı bir çocuk ve hızla yaşanan bir düşüş.
O gün evine gidip okula getirdiğim o güzel gözlü çocukla sohbet ederken geçmişten açıldı söz, başladı anlatmaya. Çok mutlulardı aslında, her şey harikaydı. Anne ve babası birbirlerini çok seviyordu, çocuklarda bu güzel yuvanın gülleriydi. Gülüyor, eğleniyor ve çok mutlu bir hayat sürüyorlardı. Sevgi dolu bir ortamda büyümeye başlayan bu çocuk, başarısını ailesine göstermek ve onları gururlandırmak için çaba göstermişti. Kendisini güvende hissediyordu ve özgüveni tamdı. Geçmişteki başarılarının sebebi buydu. Ama işte annesi gitmişti ve annesinin gitmesi sanki babasını da yanında götürmüştü. Bitmişti o muhteşem aile sevgisi, ortamı, desteği. Kalmıştı öyle sanki bir başına ortada. Baş edemiyordu bu duyguyla. Sevgi eksikliği hissediyordu, duygusal olarak geri çekmişti kendisini. Daha az iletişim kurmaya çalışıyor ve duygularını ifade etmekten kaçınıyordu. Kendine olan güvenini kaybetmişti, kendine olan inancını kaybetmişti ve kendini yetersiz hissediyordu. Belki de dikkat çekmek için sık sık devamsızlık yapıyordu ve karın ağrısı bahanesiydi. Duygularını ifade etmek için bu yolu kullanıyordu belki de.
Okula gelmediği bir gün evinden almaya gittim bu ürkek yüreği, o gün daha yorgun daha durgundu sanki. Okula geldik kahvaltı etmemişti henüz, kantine indik, simit çay ısmarladım ona derse girmeden, sohbete başladık. Annesi vefat edene kadar her şey çok güzel gidiyordu, mutlulardı, güzel anılar vardı. Bugün annesinin doğum günüydü ama annesi yoktu işte. O gidince her şey değişmişti. Evin annesi olmuştu sanki. Baba da o acıyı atamamıştı üzerinden yaşayan ölü gibiydi. Bu yükü kaldıramıyordu. İçini bir bardak çay ve simitle bir güzel döktü. İşte bu noktada anlıyoruz ki öğretmenlik sadece öğretmek değildir. Öğretmen öğrencilerin aynı zamanda sosyal ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Onları dinlemeli, anlamaya çalışmalıdır.
***
O günden sonra aslında her şey yeniden başladı o kız için. İçini döküp derdini paylaşınca, kendini anlatınca rahatlamıştı. Her gün okula geliyor, arkadaşlarına karışıyor, çocuk olduğunu hatırlıyordu. Dersleri de düzelmeye başlamıştı artık. Bir derdi olunca koşarak gelip anlatıyor, beraber çözüm aramak istiyordu. Bazen de sadece sarılıp bekliyordu.
Sahi neydi öğretmenlik? Sadece öğreten olmak mı? Yoksa yüreğe dokunmak mı? Biz aslında onlardan öğreniyorduk öğretmenliği. Onlarla büyüyüp, onlarla gülüp, onlarla ağlayarak, onlara sarılarak.