Fârâbî’nin eğitimin nasıl yapılacağına ilişkin bir eseri bulunmamakla birlikte eğitimle bilimlerin tasnifi ile alakalı olan İhsâu’l-Ulûm adlı önemli bir eseri bulunmaktadır. O, bu eserinde eğitim yöntemleri vs üzerinde herhangi bir görüş ileri sürmemiş, yaşadığı dönemdeki bilimleri sıralayarak günümüzdeki en önemli yöntemlerden biri olan disiplinler arası işbirliğini sadece teklif etmekle kalmamış bizzat uygulamıştır.[1] Ona, gerek bu eserindeki tutumu ve gerekse mantık alanında yaptığı kavram çalışmalarından dolayı “el-Muallimü’s-Sânî” (İkinci öğretmen-birincisi Aristoteles) denilmiştir. Bu da onun eğitimci bir yönünün olduğunu göstermektedir. Eğitimle ilgili görüşlerini muhtelif kitaplarında yeri geldikçe ortaya koymuştur.
Fârâbî, eğitimin doğumdan itibaren başladığı kanaatindedir. Bebeklikle birlikte etrafından gördüğü ve işittiklerinin yanında tekrarlamaların da çocuğun eğitiminde önemli katkısı bulunmaktadır. Böylece ilk eğitimini aile içinde almaya başlayan çocuk, yaratılışından getirdiği özel nitelikleriyle neye eğilimliyse ona doğru yönelir. Bu ilk eğitimde taklit faktörü öne çıktığı için çevresinde konuşulanları da duyup taklit eden çocuğun eğitiminde bu kez dil faktörü devreye girer. Çocuğun aile içinde işittiği kelime ve cümleler, onun içinde bulunduğu milletin dilidir ve çocuk bu dilin eğitimini de farkına varmadan alır.[2]
Fârâbî’nin daha küçüklükten itibaren başladığına vurgu yaptığı eğitimin, dikkat edildiğinde öğretimle bir arada bulunduğu görülmektedir. Eğitim, ister taklit, ister tekrar yoluyla olsun, öğretilebilen bir disiplindir, ancak ikisi birbirinden farklıdır. Fârâbî de birbirlerinden farklı olan bu iki disiplini bir arada değerlendirmektedir. Bunun sebebi olarak eğitimin de bilgiyi gerektiren bir süreç olduğu söylenebilir. Bu bakımdan Fârâbî’nin eğitim anlayışını ortaya koyarken onun bilgi ve bilimlerle ilgili görüşlerinden çok kısa olarak bahsetmek gerekmektedir.
İlimlerin Sayımı (İhsâu’l-Ulûm) adlı kitabında Fârâbî, bilimleri dil, mantık, talim (öğretme), tabiat ile ilâhiyat ve medenî ilimler olmak üzere beş kısma ayırmıştır. Dil ile ilgili konuları iki kısma ayırmaktadır. Birincisi kelimeleri tanımak, onlardan her birinin delalet ettiği anlamı bilmek ve ikincisi de kelimelerin kanunlarını bilmektir. Mantık, akılla ilgili konuları düzenleyip doğruya ulaşılmasını ve yanlışa düşülmesini engelleyen bir sanattır. Zihinde doğuştan mevcut olan ilkeler vasıtasıyla doğru bilgiye ulaşılmasını sağlar. Mantık, kelimelerin kanunlarını vermesinden dolayı nahiv, yani dilbilgisiyle birleşir. Ayrıldıkları yer ise gramerin yalnızca bir milletin dilinin kurallarını vermesine mukabil, mantığın bütün milletlerin kelimelerini içine alacak müşterek kurallar koymasıdır. Fârâbî, teâlim yani öğretmeye dayalı bilimlerin sayı, hendese (geometri), menâzır (optik bilimi), astronomi, musiki, ağırlıklar, tedbirler (hiyel-mekanik)den meydana gelen yedi kısma ayrıldığını belirtmektedir. Fizik bilimi, tabiattaki cisimleri ve varlığı, bu cisimlerdeki ilinekleri, doğal ya da doğal olmamaları yönünden incelerken ilâhiyat ilmi dini konuların hayatla ilintisini ve tabiat ötesini konu edinir. Medenî ilimlerdeyse toplum, toplumun idaresi, yöneticiler ve yönetilenlerde bulunması gereken niteliklerden; bu bilimi tamamlar mahiyetteki fıkıh ilminde toplumu idare edecek kural ve kanunlardan bahsedilir ve kelam ilminde de dinî inanç konularının doğru olarak anlatılıp savunulması üzerinde durulur.[3]
Kendi çağında tatbik edilen bilimleri oldukça ayrıntılı bir tasnif ve tasvire tabi tutan (burada çok kısa bir özetinden söz edebildik) ve bu bilimlerin öğrenilmesinin eğitime de katkı sağlayacağını belirten Fârâbî’nin eğitim ve öğretimi önemsemesinin asıl sebebi, gerek bireylere gerekse topluma ahlaki erdemlerin kazandırılmasına yöneliktir. Bu erdemlerin kazandırılmasında ise bilgi ön plana çıkmaktadır. Fârâbî, gerek bilgiyi gerekse erdemleri nazari (teorik) ve ameli (pratik-ahlaki) olmak üzere iki kısma ayırmaktadır. Nazari bilgi ve erdem, akla, tefekküre dayalıdır; ameli bilgi ve erdem ise tecrübe ve günlük işlerde kullanılan vasıtasız akıldan beslenir. Buna bağlı olarak öğretim teorik bilgiye bağlı olup kurumsal becerileri kazandırmaya yöneliktir; eğitim ise pratik bilgiye bağlıdır ve ahlaki eylemlerle sanat becerilerini kazandırır. Her iki bilgi türü ve erdemlerin asıl amacı ise entelektüel, bilgili, görgülü bireyler ve erdemli bir toplum yetiştirmektir.
Türk Eğitim Tarihi incelendiğinde, eğitimle ilgili düşünce geliştirenlerin başında Fârâbî gelmektedir. Eğitimin önceliğinde bireyin mutlu edilmesi vardır; Fârâbî, bireye mutlu bir hayat sunup onu topluma faydalı hale getirmek için üç aşamalı bir görev dağılımı öngörmektedir. Aile içerisinde bebeklikten okul dönemine kadar ilk vazifenin aile reisine düştüğünü, sonraki aşama olan çocukluk ve gençlikteki eğitim ve öğretimin öğretmenlerin sorumluluğunda bulunduğunu ve nihayet toplumun bütününün eğitiminden de devlet başkanının sorumlu olduğunu kabul etmektedir.[4] Fârâbî’nin er-Reîsü’l-Evvel olarak nitelediği devlet başkanının toplumun eğitiminden sorumlu olmasından kastı, devlet başkanının eğitimi koordine etmesi ve gerekli okullaşmayı, tayinleri vs. yapması olarak nitelemek mümkündür. Çünkü devlet başkanının tek başına toplumu eğitmesi mümkün olamaz; bu sebeple onun kurumsallaşmayı sağlaması ve öğretmenler ve eğitmenler yoluyla toplumun bütününün eğitilmesini sağlaması gerekmektedir. Bu, bir anlamda yeteneklerin tespitini de içine almaktadır. Öğretmen veya eğitmenlerin çocuk ve gençlerin kabiliyetlerini tespit etmesi, onların eğilimlerine göre eğitilmelerini sağlayacaktır. Böylece makinalara karşı ilgisi olan bir çocuk veya genç, aile baskısıyla tıp öğretimine yönlendirilmekten kurtulacak ve makine eğitimi almak üzere yönlendirilecektir. Yeteneğine göre eğitilen genç, kişiliğini de kendisi oluşturacaktır. Mutluluğun kazanılmasında sevgi ve içselleştirme önemli bir yer tutar. Yeteneklerine göre sevip benimsediği iş kollarında çalışan gençler, huzurlu ve mutlu olacaklardır. Kişilikli, huzurlu ve mutlu bireylerin oluşturduğu toplum da huzurlu, erdemli ve mutlu olacaktır.
Fârâbî’nin toplum eğitimini önemsemesinin asıl nedeni de budur. Erdemli insanların bir arada bulundukları toplum, aynı zamanda mutlu toplumdur.
[1] Bu konuyla ilgili olarak bkz. H. Ömer Özden, “Fârâbî Düşünce Sisteminde Bilimler Arası İşbirliği ve Günümüzdeki Durum”, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı 73, Ankara, 2021 Yaz, ss. 25-46.
[2] Fârâbî, Kitâbü’l-Hurûf, (Harfler Kitabı), Çev. Ömer Türker, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2008, s. 135-142.
[3] Fârâbî, Ebû Nasr. İhsâu’l-Ulûm. nşr. Osman Emin. Kahire: y.y., 1949 45-101; Fârâbî, İhsâu’l-Ulûm, çev. Ahmet Ateş, İstanbul: MEB Yayınları, 1990, s. 55-124.
[4] Fârâbî, el-Medînetü’l-Fâzıla, çev. Ahmet Arslan, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s. 127-129; Zübeyir Saltuklu, “Fârâbî’nin Eğitim Anlayışı”, Eğitim Felsefesi editörler: Mustafa Cihan-Zafer Yılmaz, Pegem Akademi Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2021, s. 240.