Düğün, aile kurmada tapu yerine geçer. Zamanımıza kadar korunarak gelen millî değerlerimizdendir. Evlilikler genellikle görücü usulüyle yapılır. Aşk hikâyesine dönüşenlerde vardır. Beşik kertmesi seyrektir. Huyu suyu bilinen kız ve oğlanın seçilmesinde hayır görülür. Soyun bozulacağı endişesi ve miras kaygısı nedeniyle akraba evliliği önemlidir. Oğlan evlendirmek başlı başına bir iştir ve meşakkatlidir. Evlenecek çağa gelmiş delikanlılar için kız aranır. Kızın beli ince, beliği iki tutam, ağzı çıkıntısız olmalıdır. Ayrıca parmağı...
“Hadi gel köyümüze geri dönelim / Fadime’nin düğününde halay çekelim…” sözleriyle başlayan meşhur bir şarkısı vardı Ferdi Tayfur’un. Doksanlı yıllarda otobüslerde, minibüslerde, kahvehanelerde ve neredeyse her köşe başında bu özlem yüklü şarkıyı duymak mümkündü. Özellikle çocukluğunu veya hayatının belli bir dönemini köyünde geçirdikten sonra envaiçeşit gerekçelerle göçünü sarıp yolunu tuttuğu...
Herkes eğitimin bir tarafından tutmuş çekiştirip duruyor. Çokluk formal eğitimin modern okulda aldığı kisvenin icad olunduğu dönemlerdeki kadar önemli, güçlü ve etkili olduğu zannediliyor. Okul, Batıda geleneksel mirasa isyanın ideolojik bir aygıtı olarak kilise kadar güçlü bir şekilde girmişti toplumların hayatına. Kendisine yüklenen misyonu tamamladıktan sonra özellikle ekonominin ve piyasanın...
Enderun Mektebine Öğrenci Seçim Aşamaları Bir önceki yazımızda Enderun Mektebi’nin niteliği ve eğitim vermeyi hedeflediği öğrencilerin özel öğrenciler olduğu üzerinde durulmuş, bazı araştırmacılar tarafından üstün yetenekli öğrencilere eğitim veren bir kurum olarak tavsif edildiği ifade edilmişti. Üstün yetenekli çocukların eğitiminin ilk aşaması ve belki de en önemlisi söz konusu çocukları...
Ne demiş uçurumda açan çiçek Yurdumsun ey uçurum Cemal Süreya Eğitim sistemindeki temel paradigma, insanın inşâsı olmalıdır. Yetiştirilecek bu insan modeli, küresel dünyada kendi inancı ve insanî değerleriyle var olacak, öz benliğine sahip çıkacak, kültürel zenginliğini muhâfaza edecek, vatan ve millet ülküsüne sarılmış bir insan prototipi olmalıdır. Pergel metaforundaki...
Hacı Bayram ı Velî: Nagehan ol şara vardım Ol şarı yapılır gördüm Ben dahi bile yapıldım Taş ü toprak arasında Şiiriyle asırlar ötesinden sesleniyor. İnsanın şehirle birlikte inşa edilmesini gönül diliyle seslendiriyor. En sade seslenişle, en yalın haliyle, en güzel dille kelimelere sığdırarak, insanın maneviyatını inşa ediyor. Bu dünyada bize...
“Saygı ve nezaketi kaybettik, toplum çürüyor” diye yakınanlardan mısınız? “Herkesin ağzı bozuk. Küfürsüz konuşan kimse kalmadı” sözünü en son ne zaman duydunuz? “Toplum çürüyor. Küfür sıradanlaştı” diyenlerden biri de benim. Ağzı bozuklardan çok rahatsızım. Küfürlü ve kaba konuşmayı çoğaltan bireylere karşın devlet çarkını döndürenler kibar insanlar olmalı. Böyle düşünme nedenim...
Yaklaşık dört buçuk asır evvel, zamanın Bursa kadılarından birisi; feyzalmak ve mana âleminde sefere çıkmak arzusuyla gittiği kapıda “Yanlış yapıyorsun kadı efendi! Bizim kapımız yokluk kapısıdır, oysa sen varlık kapsının adamısın. Senin ilmin var, makamın var, şöhretin var, malın mülkün var. Senin dünyalıklarına karşılık bizim hiçbir şeyimiz yok. Sende Allah’tan...
Hem her yaşta eğitim almış bireylerimizi alıklaştırılmış yığınlar olmaktan kurtarmak hem de aynı anda, o bireylerin çıkamayacağı irtifalarda seyreden güzidelerimizi, birbirine yabancı olmadan eğitmek zorundayız. Türkiye’nin, tarihî kaderine dönme iradesi gösterdiği için maruz kaldığı saldırıların görülmedik düzeye ulaştığı şu günlerde, siyasetin kanımca en ağır yükünü, “eğitimi esastan düşünmek” meselesi teşkil...
Pakistan Müftüsü merhum Muhammed Şefii’nin oğlu Muhammed Taki Osmani İslam dünyasının tanınmış simaları arasındadır. Göz bebeklerinden birisidir. Hindistan tarafında ise mümasil olarak Selman Nedvi İslam aleminde iştihar eden ilmi zevat arasındadır. Taki Osmani özellikle fetva kitaplarıyla ünlüdür. Diyobend ulemasından yani müteşerri ulemadandır. Babası Muhammed Şefii, Eşref Ali Tahanevi’nin talebeleri arasındadır. İmam Rabbani’nin yolundan...
Yabancı bir tüccar ve seyyah yazar, Osmanlı Devleti zamanında İstanbul’a geldiğini, kayıkla Eminönü’nden Karaköy’e geçtiğini, kayıktan inerken para kesesini suya düşürdüğünü, paralarının döküldüğünü, kayıkçı dâhil, orada bulunanların suya düşen para kesesini sudan çıkardığını, dökülen paraları toplayıp kuruşu kuruşuna kendisine teslim ettiğini anlatıyordu. Ne yazık ki ilk gençlik yıllarımda okuduğum bu...