Neoliberalizmin hayatta harap ettiği sistemlerin henüz bir dökümü yapılmadı ve yapılmıyor. El attığı her unsuru, dokunduğu her alanı önce bağlarından kopartıyor, sahipsiz bıraktırıyor, ardından onu kendi emelleri için kullanışlı hale getiriyor. Bu bir köleleştirme sistemidir. Daha doğrusu yeni bir sömürgecilik tipidir.
Hemen her ülkede olduğu gibi bizde de kadim kültür, neoliberalizmin rüzgârıyla sahadan çekildi. İnsanlar “bağlarından” koparıldı, özgür (!) kılındı. 1960’lı yıllarda Batılıların Afrikalılara bahşettiği bağımsızlık gibi, günümüz bireyine de özgürlük bahşedildi. Afrika ne kadar özgür ve bağımsızsa günümüz insanı da o kadar özgür ve bağımsızdır. Afrika, dünyanın örneklemidir her zaman çünkü.
Kültür ve insan gibi eğitim sistemleri de neoliberalizmin kıskacı arasına girdi. Her şey gibi eğitimde aslından uzaklaştı ve neoliberalizmin istediği hale geldi /getirildi. Ekonomi, devletin yani kültür ve ahlakın denetiminden çıktığı gibi eğitim de kültürün ve ahlakın denetiminden azade kılındı. Ekonomiyi de, fiyatları da, eğitimi de artık “görünmeyen bir el” yönetmektedir. Rasyoneliteyi baş tacı etmiş bir dünyanın ekonomiyi ve eğitimi görünmeyen bir ele bırakması, tüm dinlerin ortadan kaldırılması gerektiğine inanan ve pozitivizmi tek çözüm gören Comte’un günde üç kez sevgilisi Clotilde de Vaux’a ibadet etmesi kadar ironiktir. Hayat böyledir, insanı iddiasından vurur.
Eğitim, neoliberalizmin kıskacına 1980 den beri resmi olarak girdiğinden beri, ülkemizde denetlenmez oldu. Çünkü motto “laissez-faire, laissez-passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler)’dir. Ekonomi, sadece ekonomi değildir, hiç de olmamıştır. Ekonomi bir kültür meselesi olduğu gibi eğitim de sadece eğitim değildir, o da bir kültür meselesidir. Devlet küçülünce, kültür de eğitim de küçüldü. Öyle küçüldü ki artık gözükmüyor.
Çare, elbette Keynes modeline dönmek değildir. Kültürü diriltmektir çare. Devlet, liberallerin dediği gibi bir aygıt, bir araç ya da hiyerarşi değildir. Devlet bir kültürdür, dahası ahlakın tecessüm etmiş halidir. Bu yüzden neoliberalizm karşısında devletçi olmak yani kültürcü olmak ve ahlakçı olmak bir mecburiyettir. Evet, devlet her şeyi bir “ahtapot” gibi sarmalıdır. Eğitime, devlet yani kültür ve ahlak sinmelidir. Elbette jakoben bir anlayışa sahip olan devleti değil, kültür ve ahlaktan neşet eden devletten bahsediyoruz. Meramımızdaki devlet bu devlettir.
Bu devlet, eğitimini denetlemek zorundadır. Yani liberalizmin tuzağından kurtulup eğitimi denetlemeliyiz. Unutmayalım ki eğitimimiz yönetilemediğinden denetlenemiyor değil, denetlenemediğinden yönetilemiyor. Bunun için behemehâl ciddi bir denetim sistemi kurmalıyız. Eğitim müfettişlerinde de branşlaşmaya / uzmanlaşmaya gitmeliyiz. Okul öncesini, ilkokulu, ortaokulu, liseyi denetlemek aynı olmamalı. Ayrıca soruşturma konusunda uzman olan müfettişle, eğitim ve öğretim konusunda uzmanlaşmış müfettişi bir tutmamalıyız. Elbette tüm eğitim müfettişlerinin öğretmen kökenli olmasına dikkat etmeliyiz. Bu konuda ülkemizin alt yapısı da tecrübesi de var.
Ezcümle, ne Türk ne eğitim ne de sistem olan Türk eğitim sisteminin hem Türk hem eğitim hem de sistem olabilmesi için teftiş sistemini kurmak, işlevsel kılmak ve belirli aralıklarla yapılan teftiş sonuçlarına göre eğitim-öğretim sistemimizi yönetmek gerekir. Aksisi, dostlar alışverişte görsün babındandır. Halen durumda budur. Denetim örneği üzerinden belirtmeye çalıştığımız neoliberalizmin yaptığı tahribatı görmeyip, sanki her şey yolunda gidiyormuş gibi “eğitimde reform yapmayacağız” demek, sadece neoliberalizmin alanını genişletmeye yarar. Oysa tam da şimdi eğitimde reform yapmak, hatta inkılap yapmak gerek.