Bazen bir şeyin bittiği ya da başladığı söylenmelidir. Yoksa insan bu tür şeyleri devam ettirmeye hatta iyileştirmeye çalışır. Çünkü insan bir yerde alışkanlığının çocuğudur. Bu bir hatadır aslında. Oysa bitirmek ve başlamak kimlik inşa eder ve aynı zamanda değişime kulvar açar. Bitirmeyi ve başlamayı fark etmeden yola devam etmek insanı ve toplumu atalete, bir süre sonra da tükenmeye götürür. Ilık suda ölümünü bekleyen kurbağa misali yavaş yavaş ölünür. Değişim bu nedenle hayati bir şeydir. Allah bize “O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul” der. Buradaki önemli iki eylem “diğerine koyulmak” kadar “bir işi bitirmek”tir de. Sözü Mustafa Özcan’ın “imam-hatiplerin geleceği” başlıklı yazısına getirmek istiyorum. Mustafa Hoca esasında güzel bir alt yapıyla bir çağrı yaparak imam-hatip okullarının bittiğini ifade ediyor. Hoca haklı; imam-hatip okulları bitmiştir. Bu bitişin örneklerini vermeye gerek yok; herhangi bir imam hatip lisesine veya imam-hatip ortaokuluna bakmak yeterli. Bunu reforme etmeye, buradan medet ummaya gerek kalmamıştır. Kuruluşunun gerekçesindeki ümitler ve bunların gerçekleşip gerçekleşmediği bir tarafa, hatta siyasi partilerin bu okullar üzerinden yürüttükleri tartışma da bir tarafa, bu okullar sekülerleşmede öncü olmaları nedeniyle artık zararlı olmaya başlamıştır. Kapatılması milletin hayrınadır.
Peki, insanlar dinini nasıl öğrenmelidir? Bir İslam ülkesinde insanların dinlerini liselerin, ortaokulların hatta ilkokulların programlarından öğrenmesi beklenir. Bu elbette müfredat ve öğretmenler vasıtasıyla olacaktır. Bu bağlamda eğitim sisteminin tüm kademelerinde müfredatı oluşturan dersleri İslam’ı doğrudan anlatan dersler ile İslam tasavvuruna göre yazılmış dersler olmak üzere iki ana kategoriye ayırabiliriz. Mesela fizik, kimya, biyoloji gibi dersler İslam tasavvuru temel alınarak inşa edilen dersler; tefsir, hadis, siyer, kelam, mantık gibi dersler ise doğrudan İslami dersler kategorisinde düşünülebilir. Ülkemizde belirli bir kesimin İslam’a karşı bir antipatisi var. Bu bir gerçek. Bunları ülkeden atamayacağımıza göre, istekleri halinde çocuklarına lise düzeyinden itibaren İslam’ı doğrudan anlatan dersleri aldırmama haklarını onlara kullandırmak gerek. İlkokul ve ortaokul düzeyinde ise bu tür bir tercih hakkı sadece Müslüman olmayanlara tanınmalıdır. Devlet liseye kadar her bireye dinini öğreneceği imkânı vermek zorunda olmalıdır. Türkiye gibi İslam ülkelerinde İslami bilgiler, bir tercih olamayacağı gibi özgürlük alanında da düşünülemez. Ancak bireyin bir dine inanıp inanmaması ile dininin gereklerini yerine getirip getirmemesinin devletin sorumluluğunda olmadığı, kişilerin sorumluluğunda olduğu unutulmamalıdır. Öğretmek devlete, öğrendiğini uygulayıp uygulamamak bireye aittir.
Öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerinde ise Kur’an-ı Kerim’i, Siyer’i, Kelamı, Mezhepleri Tarihini, İslam Tarihini, Arapça’yı zorunlu tutmak gerek. Çünkü bir İslam ülkesi olan Türkiye’de bir öğretmenin, Türk ve İslam kültürünü, bakış açısını, ahlakını ve edebini öğretmekte birinci derecede sorumlu olan bir öğretmenin bu tür konularda bilgisiz olması doğru değildir. Bu tasavvura sahip bir öğretmenin yetişmesi, su içmek ve yemek yemek gibi sıradan bir mesele olarak algılanmalıdır.
Sağlıklı bir Türkiye’de dinî bir okula hiçbir seviyede gerek yoktur. Dinî bir okul, ülkenin sağlıklı olmadığına delalet eder. Ancak İslam’ın çeşitli alanlarında ihtisas okulları, elbette, olmalıdır. Hatta bu tür ihtisas okulları çeşitlendirilmelidir; mesela bazen üniversitede bir bölüm olarak, bazen bir lisansüstü enstitülerinde bir anabilim dalı olarak veya bağımsız araştırma enstitüleri, vakıfları veya merkezleri olarak faaliyet gösterebilmelidir. Esasında bizim geleneğimizde olan da bu sonuncusudur.
Neredeyse bir asırdan beri yapıldığı gibi, genel eğitimi ve İslam’ı, tevhid-i tedrisat kanununun boyunduruğuna, onun biçimleyici, endokrine edici ve tekleştirici özelliğinin inisiyatifine bırakmak, eğitimin ve İslam’ın aslından uzaklaşmasına neden olur. Her ne kadar tevhid-i tedrisat kanunu fiilen kadük durumda olsa da genelin eğitimi için işlevsel olduğu çok açıktır. Ne var ki eğitime devrimci yaklaşmadan, kültür temelli eğitime evet demeden bu tür tasavvurları hayata geçirmek çok zordur. Bu nedenle kültür temelli eğitim, bir seçenek değil zorunluluk olarak düşünülmelidir.
İho da vazifeli bir muallim olarak aynen katılıyorum . Bu sene bazı iho okullarında ingilizce ders sayısının artırdılar bazı derslerle birlikte siyer dersi bir saat azaldı. Hangı akla hizmet kimse anlayamadı