Bizde eğitime yönelik değişim ihtiyacı iki yüzyıldan beri var. Bu süre zarfında hem eğitim sistemini hem de bireyi çağa uyumlu hale getirmek için yapılan değişimler, endoktrinasyon ile ekonomiyi birbirine bağımlı hale getiren bir sisteme dönüşmüştür. Böylelikle kadim geleneğin bir gereği olarak eğitimin ontolojik ve epistemolojik değeri sonlanmış; insan, âlemin içinde bir âlem değil, alelâde bir varlık haline getirilmiştir. Bunun neticesinde insan, kapitalizmin / sekülerizmin kulvarında yürüyen, bu fasit dairede kendisine bahşedilen hedefleri tutturmaya çalışan ve bu cenderede boğulmayı yaşamak zanneden bireye indirgenmiştir. Artık, bundan böyle insana ve topluma düşen, bu değişimin nimetlerinden (!) olabildiğince çok faydalanmaktır, zira değişimi içselleştiremeyen (!) geri kalmışlığın ıstırabını (!) her bakımdan çekecektir.
Elbette hissettirilen bu değişim mecburiyetinin hayati zararları olmuştur. Bunlardan biri kendini sürekli olarak unutmaktır. Dünyayı takip ederek değişimi hayatın merkezine koymak; kendini önce kenara atmaya, sonra da unutmaya yol açmıştır. Değişimi sürekli gündemde tutmanın ikinci olumsuz yanı esasın (özün) unutturulması, bir başka deyişle insanda öz bırakmamasıdır. Kentsel dönüşümle eskiyen evlerin yıkılıp yerine eskisine benzemeyen bambaşka evler inşa edilerek orda yetişen insanı ve onun çocukluğunun ortadan kaldırılmasıyla yok olan kimlik acısı gibi bir şey bu esası unutmak.
Değişimi takip etme ihtiyacının üçüncü olumsuz yanı her değişimin iyi olacağına dair inancı beslemesidir. Oysa değişim her zaman iyi bir şey değildir; bu nedenle, kontrol altında yapılmalıdır. Kontrolsüz değişim sistemi kendi istediği gibi değiştirir; ama kontrollü değişim sistemi sizin istediğiniz biçimde değiştirir. Bu nedenle değişim kültürel kontrolden geçirilmek zorundadır.
Değişimi sürekli gündemde tutmanın dördüncü olumsuz yönü yöneticileri sahteliğe, rol yapmaya yönlendirmesidir. Bu da kendini gösterme duygusundan kaynaklanır. Elbette her yönetici kendi döneminde kalıcı işler yapmak isteyecektir. Ama bunu kendi doğruları doğrultusunda yaparsa, değişiklik kendi gittiğinde biter. Oysa yöneticilerin önemli görevlerinden biri kurumun geleneğini korumak ve bu geleneği geliştirici değişiklikler yapmaktır.
Özetle eğitimde değişim, çağı yakalamak için yapılırsa; toplum ve bireyler tarihini ve kültürünü unutur, o toplumun ve insanın varlık nedenini ortadan kaldırır, değişimin kendisini popüler hale getirir ve yöneticilerin kendilerini gösterme aracı olur. Bunun somut örneği iki yüzyıllık eğitimimizin batılılaşma tarihidir.
Bundan dolayı, bu zamana kadar yapılageldiği gibi, eğitimde yapılacak değişiklikler seküler, pozitivist, pragmatist ve batıcı bir paradigmayı değiştirmeden yapılacaksa, bu durum, mevcut sistemi onarmak ve iyileştirmek anlamına gelir. Bir başka deyişle Batıya doğru giden eğitim gemisinin yönü kendi kültürümüze çevrilmedikçe, geminin içinde yapılan iyi görünümlü değişiklikler eğitimi yönetenlerin keyfini yerine getirebilir belki, ama mevcut batıcı zihniyetin de güçlenmesine neden olur.
Hülasa bizim batıyı hedeflemiş eğitim gemimizi kendi kültürümüze döndürmekten başka çaremiz yok. Bu da değişikliklerle olacak şey değildir. Bir eğitim reformuna, daha doğru bir ifadeyle bir eğitim inkılâbına ihtiyacımız var. Esasa taalluk edecek değişim ancak böyle mümkün olur. Bu nedenle içeriğe ve paradigmaya dokunmadan yapılan yüzeysel tedbirlerle eğitim meselesinin çözüleceğine inanmak doğru değildir. Bir başka deyişle müfredatın sadeleştirilmesinden, teneffüslerin uzamasından, öğretim yönteminin değiştirilmesinden, öğretmenlerin iş yükünün çeşitlendirilmesinden medet ummak bizi, eğitimimizi, insanımızı daha coşkulu batıcı yapmaktan öteye gitmez.