eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Parçalı Bulutlu
22°C
Ankara
22°C
Parçalı Bulutlu
Salı Açık
21°C
Çarşamba Az Bulutlu
15°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
14°C
Cuma Açık
15°C

Derya GÜLTEKİN

Erzincan Tercan doğumlu… İlkokulu Tercan’da, ortaokul ve liseyi Erzurum İmam Hatip Lisesi'nde tamamladı. Erzurum Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Çeşitli okullarda Türk Dili ve Edebiyatı ile Türkçe öğretmenliği yaptı. 2014-2015 yılında başladığı okul müdürlüğü görevinde devam etmektedir. Şiire olan merakı çocuk yaşlarda başlayan yazarımızın çeşitli gazete ve dergilerde ķöşe yazısı ve şiirleri bulumaktadır. İki çocuk annesi olan yazarımızın Simeranyalı Sevdam (şiir) ve Damlada Derya Olmak(deneme) adlı iki kitabı bulunmaktadır.

    Gelinciğe Dokunur Gibi Sevmek

    -Menekşe!

    -Mendilim düşe!

    -Bizden size kim düşe?

    -Kim düşe? -Kim düşe ????

    Bahçede oynayan çocuk cıvıltılarını duyduğunda daha dün gibi kulaklarında çınladı ismi. Kıpraştı yüreği, takıldı gözleri… Bir atmaca gibi beklerken, ismini duyar duymaz ok gibi fırlaması, gözüne kestirdiği kolları ayırmaya koşması, hele bir de ayırabilmişse takımına iki kişi olarak dönüşündeki havası, çocukluk hallerini hatırladı.

    Aynı bahçede kara önlüklü küçük bedeniyle at oynatırcasına koşturması canlandı gözlerinde. Çılgınca koşuyordu. Tuğla oyununda dizili taşları devirirken yıkmanın kolay yapmanın zorluğunu, çeliğini öperek fırlattığı çomağının uzaklığını minik adımlarla ölçerken hedeflerini, yakan toptan kaçarken kötülüklerden korkar gibi kaçmalarını, siyah önlüğündeki Türk bayraklı okul rozeti düşmesin diye tutarken eli öpülesi Muammer TURFAN öğretmeninin “Bayrak resmi var. Aman yere düşürmeyin çocuklar!” diye sessiz ama bir o kadar derin, şefkat dolu haliyle tembihleyen sesini geçirdi içinden.

    Okulun arkasında Gıyaseddin amcanın tarlasından yamaç aşağı koşarken bakkal poşetinden yapılmış uçurtmalarla rengarenk kelebekler uçuştu. Çocukluğu geçti gözlerinden… Öğretmen olarak atandığı bu şirin okulun bahçesinde geçen çocukluğu… Bahçede oynayan öğrencilerinin sesinde dalıp dalıp gitti gerilere… O zamanlar daha mı mutluydu çocuklar ne?

    Okul tek katlıydı. Nazarında, vakarlı duran bir baba edasında… Sobalıydı. Muammer öğretmenin homojen ve heterojen karışımını öğretmek için sınıfta piknik tüpte yaptırdığı helvayı karıştırırken kendini, ocağı başındaki annesine benzetmişti. Yaptığı en güzel tatlı, helvaydı. Buram buram kokan o helvanın tadı, hala damağındaydı.  Ders sonunda, elleriyle yaptığı helvayı hem yiyor hem de yaz Kur’an kursunda duydukları putperestlerin kendi elleriyle tapmak için yaptığı helvadan yemiş olmalarına gülüşerek nasıl da eğleniyorlardı. Çorap söküğü gibi birer birer çözüldü hatıraları çocukluk günlerinden…

    Ne çok utanmıştı bir gün! Çocukluk işte. Kıskançlık bu ya! Kimse onu derste, başarıda geçmemeliydi. Ama Gülser öğretmenin nazik tavrıyla hırsı, kıskançlığı, sabırsızlığı demir örslerde dövülen tokmak darbelerinde şekillenen kızıl demirler gibi eriyerek sapsağlam şekillenmişti. Niye mi? Güzelliğine, sakin yapısına, duruşundaki kararlılığına, özgüvenine hep imrendiği Hatice’yi kıskanmıyor değildi. Onun kapkara yay kaşlarının altından Erzincan üzüm karasını andıran gözlerinin ok bakışlarına yakalanmıyor değildi. Öğretmenin ‘Isı, maddenin kütlesini etkiler mi?’ sorusuna bir an cevapsız kalınca Duygu, Hatice’den gelen ‘Hayır!’ la gözlerinden bir ok daha yemişti sanki. Sırf ona muhalefet olsun diye düşünmeden  ‘Evet’ deyişini hep utanarak hatırlardı. Hatice ‘Hayır’ Duygu ‘Evet’ Hatice ‘Hayır’ Duygu ‘Evet’… Hatice’ye inat, tükürdüm yalamam misali bir ‘Evet’… ‘Mesela bir çivi düşünelim öğretmenim.’ Gel de düşün şimdi Duygu düşünebilirsen! Kafasına balyoz gibi inmişti bu kararlı ses Duygu’nun. Hoş o anda  ‘Sen söyle Duygu,  ‘Evet’ ini ispat et, anlat dense,  ne bulup ne anlatacaktı ki?

    Gülser öğretmenin kibar üslubu, sakin saygın ve sevecen sesiyle ‘Hatice’yi dinlersek anlayacağız kızım.’ deyişi Duygu’daki tüm kıskançlığı silip süpürmüştü sanki. Evet, o ok bakışlı Hatice bilmişti. Çivinin ısınmadan önceki ağırlığıyla ısındıktan sonraki ağırlığı eşitti. O an helvanın içine yayılan tadındaki sıcaklık buz kesmişti. Ama öğretmenin o güzel üslubu sayesinde dinlemenin önemini çocuk dünyasında bir başka tecrübe etmişti.

    Tüm çocuklar, Köroğlu Dağı’nı ve yamacına garip bir kuş gibi yuva yapmış Bahçecik Köyü’nü,  ‘Bizim yer’ diye sahiplenir, bilmedikleri diyarlara el sallarlardı.

    En güzel ne varsa ve en güzel ne söylenmişse onlara göre öğretmenlerine aitti, tıpkı ‘’Orda bir köy var uzakta’’ şarkısı gibi.


            Ancak yıllar sonra tanımıştı Ahmet Kutsi Tecer’i ki o da bir öğretmendi.

    Orda bir köy var, uzakta,
    O köy bizim köyümüzdür.
    Gezmesek de, tozmasak da
    O köy bizim köyümüzdür.

    Orda bir ev var, uzakta,
    O ev bizim evimizdir.
    Yatmasak da kalkmasak da
    O ev bizim evimizdir.

    Orda bir ses var, uzakta,
    O ses bizim sesimizdir.
    Duymasak da tınmasak da
    O ses bizim sesimizdir.

    Orda bir dağ var, uzakta,
    O dağ bizim dağımızdır.
    İnmesek de çıkmasak da
    O dağ bizim dağımızdır.

    Orda bir yol var, uzakta,
    O yol bizim yolumuzdur.
    Dönmesek de varmasak da
    O yol bizim yolumuzdur.

    Bizim diye gösterilen o doğru yolu, evinden ilk çıkarken annesiyle babası öğretmişti küçükken; ilk öğretmenleri annesi ve babası… Bir meleğin iki kanadı… Babası baki dünyaya göçtü, tek kaldı annesi.

    Küçük dünyasında öğretmen

    Mavi takım elbisesiyle gökyüzü,

    Gökyüzümde, özgürlüğün resmiydi

    Hüsniye öğretmen.
    Uzun boyunun yanında

    Minik bir serçe gibi beklerken
    Yetişemem diye sandığı sevgi dalını
    Kalbiyle gözlerime eğdiği anda
    Anladı ki O’ydu öğretmen,
    Anladı ki yoldu öğretmen.

    İşte bu yüzden hep bir öğretmen olmayı istemişti Duygu öğretmen. Yıllar sonra Saltuklu Ortaokulu olarak ismi değişen beş yıl okuduğu 100. Yıl İlkokulu’nda, Türkçe öğretmeni olarak görev yapmaktaydı. Bu büyük emaneti taşırken yüreğinde öğrencilerinin o güzel gözlerini, bir gelinciğe dokunur gibi seviyor, okunmamış kitap gibi söylenmemiş türkü gibi,

    yazılmamış şiir gibi aşkla okuyordu.

    O gün için sınıfça gezi planlanmıştı. İlçemizdeki tarihi yerler yakından görülecekti. Yürüme mesafesi on -on beş dakikalık mesafedeydi gidilecek yerler. Belki hepsi her gün görmekteydi bu tarihi mekânları ancak anlat dense birkaç cümleden öteye gidemezlerdi belki.   Söylendiği gibi üçerli sıra olmuş sabırsızlıkla öğretmenlerinin gelmesini bekliyorlardı. Duygu öğretmen ise ilkokulun beş yılından kalma daldığı hatıralardan, ‘Biz hazırız öğretmenim’  bir süreliğine uzaklaştı, kendini toparladı. Bahçeye çıkarak sınıfça yola koyuldular.

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.