eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
27°C
Ankara
27°C
Hafif Yağmurlu
Pazartesi Çok Bulutlu
30°C
Salı Parçalı Bulutlu
29°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
28°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
30°C

Derya GÜLTEKİN

Erzincan Tercan doğumlu… İlkokulu Tercan’da, ortaokul ve liseyi Erzurum İmam Hatip Lisesi'nde tamamladı. Erzurum Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Çeşitli okullarda Türk Dili ve Edebiyatı ile Türkçe öğretmenliği yaptı. 2014-2015 yılında başladığı okul müdürlüğü görevinde devam etmektedir. Şiire olan merakı çocuk yaşlarda başlayan yazarımızın çeşitli gazete ve dergilerde ķöşe yazısı ve şiirleri bulumaktadır. İki çocuk annesi olan yazarımızın Simeranyalı Sevdam (şiir) ve Damlada Derya Olmak(deneme) adlı iki kitabı bulunmaktadır.

    ‘Her memleketin bir hikâyesi var; hikâyeler topraklara isim verir.’

      Sahneye günler kala, hazırlıklar devam ederken… Mimar başı rolündeki Safa’nın:

    -Bizim memleketimizin hikâyesi, Mamahatun Çiçeği… Ne güzel değil mi öğretmenim?

    Tatlı bir tebessümle:

    -Evet, Safa’m. Çok güzel! Memleketimizin en taze ve en güzel çiçekleri de sizlersiniz. Siz ki; Anadolu’nun tarihini, kültürünü dünden yarına taşıyacak bugünün en büyük varislersiniz. Bu yüzden memleketimizi, taşından toprağına önemsemeliyiz, yaşayarak okumalıyız.

    Her bir soruyla bütün yollar, köşeleri dönerek tarih sahnesine çıkar gibiydi. O esnada kimin söylediğini bilemediği ‘Tiyatro, çok zevkli, tıpkı bir oyun gibi.’ diye sevimli bir ses işitince Duygu Öğretmen:

    -Bu bir oyun olabilir çocuklar! Perdeler açılıp kapanır; sonrasında unutulabilir… Çocuk dünyanızda bu sahne belki de ara ara, bir park gibi düşünülmüş olabilir. Ama asla unutmayın ki sahne, hayatın ta kendisidir ve tarih tekerrürden ibarettir. Bu yüzden görevimizi güzel yapmalı ve en önemlisi de memleketimize ismini Mamahatun Çiçeğini yaşatarak okutmalıyız.

    Sohbet, sorularla derinlik kazanmıştı. Gülniyaz rolündeki Kübra’nın, ‘Mamahatun olmak güzel ama zormuş bence.’ demesini herkes yorumlarken içinde, bir bahçe gibi serpilmişti Duygu Öğretmen. Ortamın onurlu edasıyla:

    -Mamahatun olmak zordur elbet; ancak kadın olmak, ana olmak bir onurdur. Mamahatun, Türk toplumunun kadına verdiği değerin en güzel sembolüdür. O en başta, içinde yaşadığımız şirin ilçemiz Tercan’a adını, şanını katan Mama Sultan’dır.  Siz de biliyorsunuz ki Mamahatun; Anadolu’da kurulan ilk Türk Beyliği’nin ilk kadın sultanıdır. Her adımda ana dolu olan bu topraklarda kadınlara, tarih yapma ve tarihi yaşama gücü veren muhakkak ki onun gibi kadınların sahip olduğu aşkları, imanları, vatan sevgileri ve devletlerine olan bağlılıklarıdır. Sizlerden de beklediğimiz aynı aşk, iman ve bağlılıktır.

    Dinlerken herkesi, dopdolu bir sessizlik içinde asil bir duruş sarmıştı. Kaşlar sert, çatık ve kararlı… Gözler ‘Susma öğretmenim, anlat!’ der gibi bakıyordu. Anlatırken her bir öğrencisinin gözlerine, narin bir gelinciğe dokunur gibi inceden inceye anlatıyordu Duygu Öğretmen. Dinleyenlerin her birinin yüzünde; tertemiz yazılmamış bembeyaz bir sayfa gibi, gonca gözleri gül gibi açılıyordu.

    Ertesi gün… Son prova!

    ‘Sahnede her perde; Malazgirt’te Türkler için açılan Anadolu’nun kapısı gibi açılmalı. Sahnede her perde, yeni doğan güneş gibi doğmalı… Sahnede her biriniz; Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alaattin Keykubat’ın, Anadolu’yu Türk-İslam ülkesi haline getirmek için savaşan askerleri gibi, aslan kesilmeli’ diyordu Duygu Öğretmen.

    -Sahnede illa ki Gülşah sen!  “Ana, dolu!” diyen Türk askerlerine tekrar ‘Doldurun yavrularım.’ diyerek keramet gösteren Kırmızı Ebe’ nin yüreği gibi, Anadolu kokmalısın. Sen; bir sultan gibi asil, Türk Beyliği’nin hükümdarı gibi güçlü durmalısın. Sen, Anadolu gibi olmalısın Gülşah!

    Ne kadar özel bir rol üstlendiğini duydukça, daha bir güven dolu bir sesle Gülşah:

    -Kırmızı Ebe’ yi okumuştum öğretmenim. Siz de bizim Kırmızı Ebemizsiniz. Biz de,  doldurduğunuz o bitmeyen ayranlarınızı elinizden içen askerler gibiyiz. Siz de Anadolu gibisiniz öğretmenim.

    Bu sözleri duyunca gözlerine hâkim olamayan Duygu Öğretmen, Gülşah’a sımsıkı sarıldı… Sarıldı… Gözyaşlarını saklamaya çalışırken, ‘Düşme sen sakın Gülşah!  Ben varken zaten düşmezsin Gülşah! Bırakmam seni! Bırakmam! Seni çok seviyorum Gülşah!’ diye içinden fısıldadı yüreğine. Bu adı konulamaz acı tesellinin serinliğinden aldığı güçle, Gülşah’ın o şehla gözlerindeki yaşı silen Duygu Öğretmen, sarılmayı bekleyen her bir öğrencisine ayrı ayrı sarıldı, alınlarından öptü ve sözleri duygu yağmurları gibi yağdı gönlünden…

    ‘Biz varken siz düşmemelisiniz… Sizin canınız acımamalı biz varken…’

    Haklıydı öğretmen.

    Bu vatanın toprağında çocuklar üzülemezdi. Bu topraklarda; Anadolu’nun geçit vermez dağ köylerinde kekik, nane, yarpuz kokan eli öpülesi anaların yetiştirdiği öğretmenler varken, sürüsü başındaki çobanın kavalında ‘yanık türkü’ çalınırken, başındaki kınasıyla vatan için can vermeye giden yiğit Mehmet’in ‘asker ocağı’ on altı Türk Devletine sahip koskoca bir imparatorluk tarihine sahipken, Çanakkale’de iki yüz ellilik mermiyle Seyit Onbaşı’nın yüreğinde o iman taşınmışken, cepheye mermi götüren Şerife Bacı’ların mayasıyla, şehit kanlarıyla yoğrularak yeşeren Âşık Veysel’in sadık yâr dediği bu topraklarda, taze gelinlerin kınalı ellerinde bir bebek gibi belenen  Anadolu’muzda…  –dünyanın hiçbir toprağında- çocuklar üzülmemeliydi.

     Anadolu; yazından boranına, taşından toprağına, kuymağından büryanına, kiliminden çinisine, gönlümüze ilmek ilmek işlenen sevda yurdumuz… Edirne’den Ardahan’a, halayından horonuna, ozanından sazına, yanık yanık söylediğimiz bir türkü demekti.  Bu türkü yediden yetmişe söylenmeliydi…  Her şehri tarih yazan Anadolu’muzu bilerek, ,tanıyarak ona sahip çıkarak yaşamak gerekiyordu. Türkülerde dile gelen işte Tercan elleri de, Mamahatun’la tarih sahnesinden nasibine düşen en güzel yerini almış bulunuyordu.

    Duygu Öğretmeni dinlerken öylesine dalmıştı ki her biri, en beğendiği kanadı takmış da uçuyor gibiydi. Kimi öğretmen, kimi asker… Kimi de dilinde türkü söyler gibiydi. Her birinin yüreği dolu dolu taşmaya yer arıyordu. Gülşah ise  ‘Bir şey değil, her şey olmak istiyorum ama yalnız başaramam ki!’ diye etrafında aranırken bakışları:

    -Öğretmenim doğru diyorsunuz da, benim güçlü bir sultan olmam için yanımda bir ‘Bey’ olmalıydı. Bir Mufaddal vardı; o da öldü sahnede. Analar tek başına ‘ANADOLU’ olabilir mi?

    Derken üzerinde toplanan gülüşmeleri anlamlı bir düşünceye sevk ketti. Etrafı buruk tebessüm sardı. Beyaz yanaklarında pembe pembe gül açarken Gülşah:

    -Ama haksız mıyım öğretmenim? Sultana ‘Bey’; anaya da ‘adam’ lazım değil mi?  Tek olunca olmaz ki! Haksız mıyım? Kadın yalnızsa yok olmaz mı öğretmenim?

    Yine, yeni bir o kadar da hassas bir soruyla belki de bir sorunla karşılaşmıştı Duygu Öğretmen: ‘İnsan düşerse canı çok acır mı öğretmenim?’ ve ardından ‘Kadın tek kalırsa, yok olmaz mı öğretmenim?’

     Bu sözlerin üzerine Anadolu kadınının tek başına da olsa, nelerin üstesinden nasıl gelebileceğini anlatmak gerekti: Terken Hatun’u, Hayme Ana’yı, Halime Çavuş’u, Şerife Bacı’yı… Erzurum’da Nene Hatun, Kara Fatma, Kütahya’da Nezahat Onbaşı… Anadolu’nun nice cesur yürekli analarının savaşlarda tek başlarına neleri başardığını anlatınca Duygu Öğretmen, son provayla beraber bu anlamda son dersini de vermişti.

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.