Temel amacı “…Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır” olan mevcut eğitim sisteminin gerçekten yaslandığı bir felsefesi var mı?
Çağdaş uygarlıktan kasıt Batı ise buna bize ait bir eğitim sistemi diyebilir miyiz? Şayet gayemiz bu köklü devletin çocuklarını çağdaş batı uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin bir ortağı yapmak ise buraya ait yeni, özgün, özgür ve köklü fikirler nasıl üretilecek?
Ülkeler eğitim felsefelerini, kendi düşünce birikimleri üzerine, kendi dil ve kültür uzayına göre belirleyip bunu sistemleştirirler.
Türkiye’nin bu noktada kafa yormamasının temel nedeni ne olabilir?
Bir cevap bulabilir miyim diye Milli Eğitim Bakanı Sayın Mahmut Özer’in 2021 yılında yayınlanan “Eğitim Politikalarında Sistemik Uyum” adlı kitabına bir göz attım.
Kitap genel hatlarıyla bakıldığında verilen araştırmaların ve referansların dış kaynaklı olduğu göze çarpıyor. Örneğin Amerika’nın okul öncesi eğitime verdiği önem, Finlandiya modeli, Japonya’nın toplam kalite yönetiminden elde ettiği neticeler vs.
Öyle ki eserin birinci makalesindeki referans isimlerden bazıları şunlardır: Hanushek, Woessmann, Elliott, Cowen, Heckman, Barnett, Feinstein, Vaknin, Shavit ve Sasson.
Şüphesiz önemli isimler, eğitime dair ürettikleri fikirlerden elbette istifade etmek gerekir. Ancak bu referans kişilerin tespitleri üzerinden Türkiye gerçeği üzerine bir sonuç çıkarmak mümkün müdür?
Ya da bizim medeniyetimizde eğitime dair söz söyleyen, fikir beyan eden başka insan yok mudur?
Eğitimde eşitsizlik başlığı altında, ABD’deki siyahi vatandaşlara yapılan ayrımcılıktan söz ediliyor mesela. Peki, tam da bu noktada neden Türkiye gerçeğinden söz edilmiyor.
“Eğitimde Eşitsizliğin Kaynağı: Genetik mi Çevre mi?” başlıklı makalede temel dayanak olarak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki siyahi vatandaşlara ayrımcılığı yasalaştıran ABD Anayasa Mahkemesi süreci anlatıyor.(S.43)
Oysa bu konu Türkiye’de yaşanan başörtüsü mağduru öğrenciler üzerinden fevkalade ele alınabilirdi. Örneğin okullardan, mezuniyet törenlerinden nasıl atıldıkları, ikna odaları, Türk Anayasa Mahkemesinin, Başsavcılığın, Devlet Güvenlik Mahkemesinin 28 Şubat sürecindeki tutumu gibi hususlar işlenebilseydi işte o zaman ülke gerçekleri yansıtılmış olurdu.
Aynı eserde “Öğretmen Kalitesinin Başarı Farklarına Etkileri” başlığı altında PISA araştırmalarından yola çıkılarak ABD, Japonya, Güney Kore ve Finlandiya hatta Yeni Zelanda gibi ülkelerin eğitim sorunları ele alınmış ancak yine Türkiye gerçeğinden hiç bahsedilmemiştir
Mahmut Özer, kitabında ağırlıklı olarak TIMMS, PISA, TALIS, gibi uluslararası sınav ve araştırma şirketlerinin OECD’ye üye ülkelerin başarılarına göre Türkiye’de “Öğrenci Başarı İzleme Araştırması” yapılmasına yer veriyor.
Bu başarı araştırmasında Türkçe, matematik ve fen bilimleri dersleriyle ilgili öğrenci başarı izleme araştırması (TMF-ÖBA) üzerinde duruyor.
Oysa bundan daha fazlasına ihtiyacımız yok mu? Mesela, ne kadar öğrenci sanatla, edebiyatla, sporla buluşmakta? Neden her şeyi sırf akademik boyutta ele alıyoruz?
Mesela öğretmenlerin daha başarılı olabilmeleri için Finlandiya’daki bütün öğretmenlerin lisansüstü eğitimli olduğunu bu nedenle Türkiye’de de öğretmenlerin lisansüstü eğitime yönlendirmeleri gerektiğinin altını çiziyor. (S. 246) Bu konuda bile Batı örnek alınıyor.
Milli Eğitim Bakanının eserindeki diğer başlıklar ise şunlar;
“PISA Eğitim Sistemlerinin Performansı Hakkında Bize Ne Söylüyor? (S.53), PISA Sonuçlarında Belirgin İyileşme (S. 75), PISA Puanları ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki (S.81), TIMSS Sonuçları Bize Ne Anlatıyor? (S.87), Türkiye’nin TIMSS Başarı Grafiği Yükseliyor (S.95), TALIS 2018 Sonuçları Üzerine Bir Değerlendirme (S.103).
Anlayacağınız ülkenin kadim kültürüne, birikimine, düşünce ve duygu dünyasına yaslanan bize ait bir eğitim felsefesi arayışı henüz yok.
Eğitimi hala özgün olmaktan uzak ve tarihi, felsefi, kültürel bir temele yaslandırmadan “taklit” ve “ithal” bir metotla gerçekleştirmeyi düşünüyoruz.
Prof. Dr. Mustafa Gündüz Hoca’nın da ifade ettiği gibi; “Eğitim felsefesi başka felsefeleri taklit etmekle oluşturulabilecek ve sürdürülebilecek bir mesele değildir. Her toplum kendi eğitim felsefesini bizatihi kendisi, kendi imkânları, tarihi ve kültürel birikimi, gayreti ve ihtiyaçları doğrultusunda oluşturmak zorundadır.”
Ne var ki bizde bu çaba hala yok. Cumhurbaşkanlığı bünyesinde kurulan Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu neden bu konuda kafa yormaz? Anlamak mümkün değil.
Size acı bir gerçeği tekrar hatırlatmak isterim. Bugün eğitim sistemi 100 yıllık bir öğütme aracı olarak karşımızda dev bir sorun olarak duruyor. Bu yüzdendir ki bir zamanlar insanlık tarihin seyrini değiştirebilecek kadar kaliteli düşünce, bilim, sanat, edebiyat ve felsefe adamları çıkaramıyoruz.
Bugün soğuk, sevimsiz hapishaneyi andıran beton yığınlarının içine sıkıştırılmış, zillerle ve komutlarla hizaya sokulan, okul önlerinde nöbet tutan milyonlarca çocuğa verilen şeyin adı eğitim değildir.
Buradan medeniyeti inşa edecek düzeyde kaliteli fikir insanları yetişmez, yetişemez. Buradan bir Mimar Sinan çıkmaz. Buradan bir İbn-i Sina, Beyruni, Cabir bin Hayyan, Harezmi, Cezeri, Farabi, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli çıkmaz.
Resmi ideolojiye itaatkâr birey çıkar o kadar. Neden bu gerçeği görmezden geliyorsunuz?