Afyonkarahisar ziyareti sırasında Dostlar Divanı üyelerinden Bahçelievler Müftümüz Mustafa Kayış ile birlikte Risale-i Nur’a aşina simalardan akademisyen Hikmet Erbıyık arasında Risale-i Nur’un mahiyeti etrafında bir tartışmaya denk geldim. Müftü Efendi ‘bana yazdırıldı’ gibi ifadeleri nasıl anlamamız gerektiğini sordu. Bu ifadeyi yadırgadığı belli idi. İlahi ilhamata mazhar olduğu yönünde yorumlanabilir. Nitekim bunun açılımlarından ve tanıklarından birisi de ‘Risale-i Nur’a ilişilmez ve mübareze edilmez’ gibi ifadelerdi. Yalnız bunu tali değil de temel vahiy düzeyine yani yanılmazlık düzeyine ya da masumiyet düzeyine çıkarmak maksadı aşmak olur. Bu hususta Hikmet Erbıyık benim bu meseleyi daha iyi bilebileceğimi söyledi. Ben de bu ibarenin ilhamen yazdırıldı anlamında kullanıldığını söyledim. Nitekim Gazali gibi birçok alim de benzeri ifadeler kullanmıştır. Sebep anlaşılınca şaşkınlık zail olur (iza ürife’s sebep zale’l aceb) diye bir ifade vardır. Meram anlaşılınca şaşkınlık dağılır.
Bununla birlikte gayri münteşir yani yayınlanmayan bazı mektuplarda (varsa ve gerçekse) ‘fihi nazar’ denilebilecek çekinceli bölümler ve hususlar var. Bunlardan birisini İttihad Yayıncılık neşretmiştir. Mahiyeti şudur: “Gerçi hakikat noktasında ahir zamandaki gelecek büyük Mehdi siyaseti tam dindar İsevîlere bırakıp yalnız İslâmiyet hakikatlarını isbata, izhara, icraya çalışır.” Naşirlerce burada büyük Mehdi’den kasıt Bediüzzaman olmalıdır. Ama bunu gerçekte kim söylemiştir? ‘Tam dindar İseviler’ deyiminden kasıt nedir? Bunlar diğer İsevilerden farklı mıdır? Trump kampını dindar kabul edebilir miyiz? Kasıt Evanjelikler değil de Vatikan ise al birini vur ötekine! Bu ibarede zorlama ve tekellüf bulunuyor. insanın içine sinmeyen hususlar var. Elbette Hazreti İsa Mehdi’den uludur ve büyüktür. Zira devresi İslam risaletiyle tamamlanmış sabık peygamberlerdendir. Lakin o veya onun adına İslam siyasetinin yürütülmesi naslara aykırıdır. Onunla ilgili nitelemelerde ‘Hazreti İsa adil bir hakem olarak yeryüzüne inecek’ buyrulmaktadır. Onun işlevi fonda saklıdır ve gözetici ve manevi düzeydedir. Bazı hadis kaynaklarında Mehdi’den sonra 40 yıl hüküm süreceği gibi ifadeler yer almaktadır. Bunlar ya zait düzeydedir ya da tevile muhtaçtır. Hazreti İsa’nın doğrudan bir devletin veya siyasi mekanizmanın başına geçeceği bilinmemektedir. Hazreti İsa müteşabih şahsiyetlerdendir. Mehdi gibi muhkem şahsiyetlerden değildir. Kaldı ki Mehdi’nin arkasında namaz kılması bu söylediklerimizi teyit etmektedir.
Bu yazıyı kaleme almaktaki motivasyon bazı tarikatlarda rastlanan benzeri bir yanlış algıya neşter vurmaktır. Gayri Müslim odaklar tarafından Müslüman algının güdülmesi tehlikesidir. Kadıyaniler İngilizlere ve siyasetlerine hizmet etmiştir. Ticaniler de Kuzey Afrika’da Fransızlara ve ülkemizde de Kemal Pilavoğlu vasıtasıyla Kemalizme hizmet etmiştir. Hüseyin Üzmez’in 1952 yılında ortalığı karıştırması ve siyasi manzarayı bulundırması gibi onlar da kendilerini ‘put kırıcılar’ olarak tanıtmışlar sonunda yanlış yöntemleriyle mer’i sistemi güçlendirmişlerdir.
Muhammed Kebir et Ticani yazışmalarında şöyle söylemiştir: Saltanat ve hükümranlık görevlerimizle alakalı olarak Fransa bize iş bırakmıyor ve omuzlarımızdan yükü kaldırıyor, alıyor (Mustafa Sibai, Adnan Muhammed Zerzur, s: 586, Daru’l Asale, İstanbul) …” Yani bizi bizim namımıza yönetmektedir! Halbuki ayetin belirttiği gibi şimdi Evanjelikler başta olmak üzere Hıristiyan kitleler Yahudi ve İsrail ile dost ve ittifak halindedir. Burada İslam adına manipülasyon yapılmaktadır. Ecevit’in deyimiyle onlar ortak biz ise pazar ya da av durumundayız. Bu nedenle Ticaniler emperyalizmin yardakçıları olmuşlar ve en büyük düşmanları olarak da onlara karşı cihat sancağını açan Emir Abdulkadir (El Cezairi) olmuştur. Hami olarak da Fransa’yı tanımışlardır. Halbuki Fransa gayri Müslim ülkeler arasında İslam’ın en köklü ve büyük düşmanları arasındadır. Emir Abdulkadir ise namlı ve şanlı bir komutandır ve Fransızların hilafına adaletten hiç şaşmamıştır. Kendisi de Ekberi ve Kadiri tarikatlarına mensuptur. Ticaniler ise Fransızları aklarken Abdulkadir el Cezairi’yi karalamışlardır. Ayette açık bir biçimde Abdulkdir el Cezairi lehinde bulunmaktdadır: ‘Ve men yetevellehum minkum feinnehu minhum’ buyrulmaktadır. Ey inananlar, Yahudilerle Nasranileri dost edinmeyin. Onlar, birbirlerinin dostudur ve sizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki o da, onlardandır. Şüphe yok ki Allah, zalim olan kavmi doğru yola iletmez.
Zaman zaman Risale-i Nurlar etrafında Şeyhü’l İslam Mustafa Sabri’ye nispet edilen Tuhfetü’r Reddiye gibi aldatıcı ve saptırıcı belgeler neşredilmiştir. Bu durumlarda te’sil’e başvurmak yani meseleyi aslıyla karşılaştırmak gerekir. Asla uymayan ifade ve çıkarımlar merduttur.
Tarihte buna benzer olaylar pek çoktur. Bazıları iyi niyetle yandaşlar tarafından üretilmektedir. Medineli Türbedar Ahmet Efendi’nin Müslümanları iman tazelemeye çağıran mektubu gibi. 1970’li yıllarda bu mektup elden ele dolaşıyor ve ehli İslam’ın ölenlerinin büyük bölümünün tehlike altında olduklarını ve cehenneme gittiklerini tasvir ediyordu. Müslümanları intibaha çağırıyordu. Daha sonra Memlüklüler tarihini okurken benzeri başka mektuplara rastladım. Kudüs’ün ilk fethiyle birlikte Hıristiyan Müslüman ittifakı mayalanır. İkinci fetih veya Salahaddin Eyyübi dalgasıyla birlikte Haçlılara karşı Müslümanlar Yahudilerin hamileri olurlar ve onlarla ittifaka gidiler. Bu süreçte Müslümanlar nereye çekilirse Yahudiler de oraya çekilmiştir. Kudüs’ün ikinci işgali yani Siyonistlerin yerleşmesiyle veya İsrail’in kurulmasıyla birlikte Müslümanlar müttefiksiz tek başlarına kalmış adeta küresel çapta Ahzab kuşatmasına maruz bırakılmışlardır. Bu dönemde Yahudilerle Hıristiyanlar İslam’ın sırtından ittifak kurmuşlardır. Yeşil Kuşak projesiyle Batı İslam alemine uzanmak istese de aradaki kara kedi İsrail buna mani olmuştur. Elbette ittifaklar bozulabilir ve yeni ittifaklar kurulabilir. Lakin bu iman ortaklığı değil sadece geçici durumlarda maslahat ve siyaset ortaklığıdır. Kırım Savaşı gibi. Burada istisnaen sadece mutlak dinsizliğe karşı bir iman cephesi kurulabilir. Şuan konjonktür olarak onun vakti geride kaldı. İleride ise belki hem Melheme etrafında önce ortaklık sonra da kıyasıya savaş vardır. Onlar salip adına Müslümanlar ise Hak adına savaşırlar.
Bu arada Richard Nixon’ın sözünü de hatırlamadan geçmeyelim: Müslümanlarla birlikte SSCB’nin sırtını yere sereceğiz ardından yenik SSCB (veya devamı ile) ile bir olup İslam dünyasının canına okuyacağız. Nitekim bire bir yaşanmıştır.
Mustafa Özcan