1962 yılında Bolu’da doğdu. Küçük yaşlardan itibaren Arapça ve İslami ilimler öğrenmeye başladı. Eğitimine Kahire el-Ezher Üniversitesinde devam etti. Bazı arkadaşlarının yardımıyla Arapçasını ve İslami ilimlerini ilerletmek maksadıyla Şam'a gitti. Burada bir taraftan Fethü'l-İslam gibi klasik medreselerde İslami ilimler öğrenirken diğer taraftan da Daru's-Selam adlı devlet okulunda modern Arapça eğitimi aldı. 1982 yılına kadar Ezher Üniversitesi bünyesinde şer'i ve dini ilimleri tahsil etti. 1982 yılında Türkiye'ye döndü.
Zafer, Girişim, İslam Dergisi, Kodaya Ed-Düveliyye gibi yerli ve yabancı birçok yayın organı ve dergide makaleleri yayınlandı. Milli Gazete, Zaman, Yeni Şafak, ve Yeni Asya gazetelerinde dış haberler servisini yönetti ve makaleler yazdı. Özellikle Ortadoğu konusunda çalışmaları ve yazıları ile tanındı.
Yerli ve yabancı onlarca dergi ve gazetede yazıları ve makaleleri yayınlandı. Çeşitli güncel araştırma kitapları kaleme aldı. Yurt içi ve yurt dışında değişik konferanslara, birçok televizyon programlarına katıldı. Evli ve dört çocuk babasıdır.
‘Paris mi yoksa Kahire’mi’ sualinin birçok farklı cevapları bulunabilir. Bazen de Kahire/Paris hattı ortak cevap olur. Kahire ile Paris’in ayrıştıkları noktalar gibi buluştukları noktalar da vardır. 1 Kasım 1954 tarihinde Cezayirli mücahitler Fransa’ya karşı bayrak açarlar. Mücahitlerin önde gelen isimlerinden Mustafa Bin Bu’lid ile 10 karanlık yıl içinde öldürülen Muhammed Budiyaf faaliyetlerinin merkezinin neresi olması gerektiği hususunda fikir teatisine bulunurlar. Devrim yıllarında Fas’ta gönüllü sürgünde yaşayan Muhammed Budiyaf Paris’i teklif ediyor. Zira orada hatırı sayılır bir Cezayir kolonisi bulunmaktadır ve bunlar hini hacette merkeze siyasi ve iktisadi destek sağlayabilirlerdi. Buna mukabil Mustafa Bin Bu’lid merkezin Kahire olması gerektiğini savunur. Bakış açısı şudur: Kahire şarkın en önemli başkentidir ve burası devrim için Paris’ten daha elverişli ve daha güvenlidir. Kahire’de çevre ile temas ve Arap dünyasından destek almak daha muhtemeldir. Bu tartışmanın galibi Mustafa Bin Bu’lid ve Kahire’dir. Öyle de olur. Nasır Cezayirli devrimcilere kucak açar ve destek verir. Bunun üzerine Malik Bin Nebi gibi teorisyenler Kahire’ye intikal ederler ve Malik Bin Nebi gibiler bu sayede Arapçalarını işletirler ve geliştirirler. Cezayirli devrimcilerde Fransa nefreti kökleşmiştir. Fransa İsrail’den önceki İsrail’dir. Bu sebeple Gérard Depardieu şöyle demiştir: Fransız olmaktan dolayı utanç duyuyorum ( J’ai honte d’être Français).
Fransız mezaliminden dolayı Cemiyyetü Ulema’il Müslimin kurucularından ikinci adam İmam Beşir el İbrahimi şöyle demiştir: Başımıza gelen en kötü iş Fransız işgalidir. Paris, bedbahtlığımızın kaynağıdır. Bu söylenenler elbette doğru. Kimse hilafını iddia edemez. Kahire şarkın başkenti ise Paris de aydınlanmanın başkentidir. Belki Ali Şeriati Paris’i görmeseydi Ali Şeriati olamazdı.
Bu yönde iki ayrı başkentte iki ayrı tecrübe yaşanmış ve deneyim sahipleri aksi istikametteki tavsiye ve telkinlere uymuşlardır. Bunlardan birisi Hamalı alimlerden Muhammed el Hamid’dir. İhvan mensubu bir Nakşibendi’dir. 1960’lı yıllar olmalı Hama’daki Şer’i Enstitüyü bitirdikten sonra yüksek eğitimine Kahire’de devam etmek zorundadır. Ezher’e kaydolmak üzere Kahire’nin yolunu tutar. Burada fısk/bozuk ortamı görünce bozulma korkusundan Şam/Hama’ya bulabildiği ilk ve en erken biletle avdet eder. Kahire’nin havası açmamıştır. Sakil gelmiştir. Bunun üzerine onu Kahire’ye yollayanlar devreye girer ve yeniden nasihat ederler. Derler ki, Kahire yerellikten evrenselliği geçmektir. Üzerine bazı fısk tortular saçılabilirse de sen geri dön. Derede boğulmaktansa denizde boğulmak evladır. Sen bunlara kulak asma. Kahire ufkunun açılmasına hizmet eder. Orada bulunman bile bakış açını geliştirir, büyütür. Olaylara büyük pencereden ve ekrandan bakmana yardımcı olur. Bu tavsiyeler üzerine Muhammed el Hamid ya tahammül ya sefer der tekrar yola revan olur. Şerrun la budde minhu/ kaçınılmaz kayıp diyerek yeniden Kahire’nin yolunu tutar. Prometheus’ün ateşi çalarak insanlığın hizmetine sokması gibi, Kahire’den ufuk çalarak geri döner.
Benzeri bir durum İhsan Süreyya’ Sırma’nın Paris günlerinde de yakasına yapışır. İhsan Hoca ve arkadaşları, doktora için Fransa’ya gittikten bir kaç ay sonra Fransa’da bulundukları süre zarfında, buradaki hayasızlıklara karşı kendimizi kaptırırız diyerek Türkiye’ye dönmeye karar verirler ve vedalaşmak için Muhammed Hamidullah Hoca’nın yanına giderler. Muhammed Hamidullah Hoca’ya: “Hocam, Allah’a ısmarladık” demeye geldik dediklerinde: “Nereye gidiyorsunuz, İngiltere’ye mi, Almanya’ya mı? diye sorar. H. Hoca, gezmeye gideceklerini zanneder. İhsan Hoca ve arkadaşları da: Türkiye’ye geri dönüyoruz, okumaktan vazgeçtik.” derler. Hamidullah Hoca birden ciddileşir ve nedenini sorar. Hoca’ya: “Buradaki hayat çok kötü. Bu hayasızlık karşısında kendimize hâkim olamayacağımızı zannediyoruz. Biz Hz. Yusuf değiliz. Bozulmaktansa geri dönelim diye düşünüp böyle bir karar aldık.” derler. Hamidullah Hoca, kolay kolay sinirlenmeyen biridir, elini masaya vurur ve: “Gitmeyeceksiniz!” der. “Hocam günah işleriz.” dediklerinde de: “Gitmeyeceksiniz ve benim dediklerimi uygulayacaksınız!” der ve saymaya başlar. 1- Haftada sadece 1 gün et yiyeceksiniz. 2- Sokağa yalnız çıkmayacaksınız. Birinizin işi olursa arkadaşını da alıp götürecek. 3- Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutacaksınız. Bu bir emirdir” der. İhsan Hoca ve arkadaşları Hamidullah Hoca’nın yanından bu şekilde ayrılırlar. Paris’ın ayartmalarına karşın birbirlerine tutunurlar.
Batı denizine inci mercan avlamaya giden Şarklılar daima vurgun yerler. Ebu’l Hasan en Nedevi İkbal için şöyle söylemiştir. Herkesin vurgun yediği Batı denizinde ve ortamında İkbal vurgunu hafif sıyrıklarla atlatmıştır.
Korkak nasiplenemez cüretkar ise boğulmaktan kurtulamaz. Havf ile reca arasında gidip gelenler ise inci mercan toplayarak eve dönerler.