1967 yılında doğdu. 1990 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1998 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalında, 2005 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi Bilim Dalında yüksek lisans eğitimlerini tamamladı. 2017 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Eğitimi bölümünde “Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesinde Eğitim ve Öğretim” isimli teziyle doktorasını tamamladı. Osmanlı eğitim tarihi alanında çalışmalar yapan yazarın, “Osmanlı Eğitim Modernleşmesinde Dârü’l-hilâfeti’l-Aliyye Medresesi” isimli eseri ile ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış pek çok makalesi bulunmaktadır.
3 Mart 19124 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla medreselerin tamamı Maarif Vekâletine bağlanmış, böylece tüm eğitim kurumları gibi medreselerin yönetimi de vekâlet emrine verilmişti. Kanunda, medreselerin kapatıldığına dair bir ibâre ya da ifade yer almamaktaydı.
Ancak Maarif Vekili Vasıf Bey’in(Çınar) 13 Mart 1924 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan beyanatında çeşitli gerekçeler dile getirdikten sonra “…Buna binâendir ki; bütün bu medreselerin sedd edilmesi hakkında dün emir verdim” demek sûretiyle kanunda yer almayan bir hükmün yerine getirilmesi emrini vermişti.
Vasıf Bey’in verdiği emir, 11 Mart 1924 tarihli genelge ile tüm vilayetlere bildirilmişti. Genelgede “Devletin bütçelerinde ve teşkilatında kadrosu, hey’et-i ta’limiye ve programları mevcut ve muayyen olan Medâris-i İlmiyenin devam-ı tedrisatına müsaade edilmez. Binaenaleyh bu emrin vüruduyla beraber vilayetinizin merkez kaza ve köylerinde mevcut olan bu gibi medreseler hemen seddedilecektir.” denilerek tüm medreseler kapatılıyordu.
Maarif Vekili Vasıf Bey’in medreselerin kapatılmasına ilişkin olarak basına yansıyan diğer bir beyanatında ise “On altı bin asker kaçağının ocağını söndürdüm. Bundan duyduğum zevk, Millî Mücadelenin o heyecanlı devirlerinde duyduğum en yüksek zevklerden daha büyüktü.” şeklinde açıklamada bulunduğu görülmekteydi.
Millî Mücadele yıllarında kazanılan zafer nedeniyle duyulan en yüksek zevklerden daha büyük bir zevki medreseleri kapatarak yaşadığını belirten Vasıf Bey’in medrese öğrencilerine yönelik “asker kaçağı” isnadını bizzat kendisinin 13 Mart 1924 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesine yansıyan beyanatıyla birlikte değerlendirmek daha ikna edici bir yol olabilir.
Vasıf Bey’in açıklaması şu şekildedir: “….medâris-i ilmiye adı altındaki medreselerin vaziyetini tetkik ettim, bunların adedi vilayetlerde, kazalarda, köylerde olmak üzere 479 idi. … dün bütün bu medreselerin kapatılması hakkında emir verdim. Bu medreselerin öğrencileri ibtidâî mekteplerimize nakledilecektir. …Haber aldığımıza göre kapatılan medreselerdeki öğrencilerin miktarı 16245’tir. Yaşları müsait olan önemli bir kısmının ibtidâî mekteplerine kabulü için hazırlıklar kısmen yapılmış ve yapılmaktadır.”
Vasıf Bey’in açıklamasına göre Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldığında medreselerde toplam 16 bin 245 öğrenci bulunmaktaydı ve bu öğrencilerin “önemli bir kısmının” ilköğretim çağında olmaları nedeniyle ibtidâî mekteplere nakilleri gerçekleştirilecekti. Yine mezkûr açıklamanın baş kısmında yer alan “medreselerdeki öğrencilerin yarısından fazlası hazırlık sınıfı talebeleridir.” şeklindeki açıklama da bu bilgiyi teyit etmekteydi.
Vasıf beyin beyanatında yer alan açıklamalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, medreselere kayıtlı 16 bin 245 öğrencinin yarısının hazırlık sınıfı öğrencisi olduğu, ayrıca önemli bir kısmının da ilköğretim çağında bulunduğu dikkate alındığında medrese öğrencilerinin büyük oranda askerlik çağına girmemiş öğrencilerden oluştuğu sonucuna ulaşılmaktadır.
Öte yandan Vasıf Bey’in 13 Mart 1924 tarihli beyanatında bakaya kalan ya da asker kaçağı konumunda bulunan medrese öğrencisi sayısına yer verilmemiş olması dikkat çekmektedir. Mademki on altı bin asker kaçağının ocağı söndürülmüştür, askere gönderilen medrese öğrenci sayısına bu beyanatta niçin yer verilmemiştir? Yoksa iddia somut dayanaktan yoksun mudur?
Halbuki Vasıf Bey’in aynı beyanatında medreselerin kapatılmasının gerekçesi olarak “eğitim ve öğretim usulü ile eğitim hayatının” tevhid ve tanzim edilmesi olduğu açıkça belirtilmekteydi. Ancak bu gerekçe özellikle medreselere yönelik üretilen “asker kaçaklarının ocağı” isnadının gölgesinde gizlenmeye çalışılmıştır.
Peki belgeler ne diyor?
İşte ilk belge; Dârü’l-hilâfeti’laliyye Medresesine ait 1915 yılına ait bir yoklama defterinde Birinci Dünya Savaşı nedeniyle otuz bir kişilik bir sınıfın mevcudunun iki öğrenciye düştüğü, yirmi dokuz öğrencinin isminin hizasında ise askere gittiklerinin yazıldığı görülmekteydi.
Yine aşağıdaki tabloya yansıtıldığı üzere, 1914-1915 öğretim yılına ait öğrenci kayıt ve künye defterleri dikkate alındığında, kısm-ı âli yani günümüzdeki lisans düzeyine tekabül eden İstanbul’daki medreselere kayıtlı öğrencilerin yaklaşık üçte birinin askerde oldukları ya da askere sevk edildikleri anlaşılmaktaydı. Harbin ilerleyen günlerinde bu sayının daha da artacağı âşikârdır.
Konuyla ilgili onlarca belgeyi zikretmek mümkündür. Ancak yer darlığı nedeniyle önemli bir belgeyle bu bahsi kapatmak yerinde olacaktır. Medrese öğrencilerinin askerlik görevini yerine getirmeleri konusundaki en kapsamlı ve en net değerlendirme TBMM döneminde hazırlanan ve başta Meclis Başkanı Mustafa Kemal olmak üzere İcrâ Vekilleri Heyeti tarafından imza edilmiş olan 8 Mayıs 1921 tarihli Medâris-i İlmiye Nizamnâmesi’nin Esbâb-ı Mûcibe Lâyihası’nda yer almaktadır.
Lâyihada özetle; Müslüman halkın her türlü dinî ihtiyaçlarını karşılayan ve devlete hiç yük olmadan imam, hatip ve kadı gibi görevlileri yetiştirmek üzere memleketin her yerinde eğitim veren medreselerin 1892 senesinde kur’a imtihanlarının kaldırılmasıyla istibdat devrinin en ağır darbelerine maruz kaldığı belirtilmekte, bilâhare ilan edilen seferberlik hali nedeniyle medrese öğrencilerinin ve müderrislerinin tamamının silahaltına alınarak medreselerin kapalı kaldığı ve yok oluşa sürüklendiğine vurgu yapılmaktaydı.
TBMM tarafından hazırlanarak yürürlüğe sokulmuş olan bahse konu nizamnâmede tüm çıplaklığıyla ortaya konulmuş olan tespit dikkate alındığında, medrese öğrencilerinin ve müderrislerinin tamamının Birinci Dünya Harbinin patlak vermesi ve ardından İstiklal Harbinin başlaması üzerine ilan edilen seferberlik nedeniyle silahaltına alındığı ve bu nedenle medreselerin öğrencisizlik nedeniyle kapandığı tesbitine yer veriliyordu.
Netice itibarıyla Maarif Vekili Vasıf Bey’in, lâyihanın yayımlandığı tarihten yaklaşık üç yıl sonra, medreselerin kapatılmasına gerekçe gösterdiği “asker kaçaklarının ocağı” iddiasının, Birinci Büyük Millet Meclisi İcra Vekilleri Heyeti tarafından imza edilen 8 Mayıs 1921 tarihli nizamname ile tamamen çeliştiği ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki Vasıf Bey’in 16 bin 245 olarak verdiği öğrenci sayısının 1914-1917 yılları arasındaki ıslahat düzenlemeleri kapsamında elde edilen sayısal verilere dayanması nedeniyle kâğıt üzerinde kaldığı da anlaşılmaktadır.
Nitekim Birinci Dünya Harbi ve İstiklal Harbi yıllarında vatan savunması için cepheye giden medrese öğrencilerinin önemli bir kısmının şehit ya da gazi olmasını seferberlik döneminin olağan sonuçları olarak öngörmek gerekir. Bir kısmının ise açlık, sefalet ve salgın hastalık gibi nedenlerle hayatlarını kaybetmiş olmaları da kuvvetle muhtemeldir. Yine dönemin olağanüstü olumsuz şartları sonucu ortaya çıkan geçim sıkıntısı gibi nedenlerle bir kısım medrese öğrencisinin eğitimlerini yarıda kesmiş olmaları da ihtimal dahilindedir.
Tüm bu olumsuzluklar birlikte değerlendirildiğinde “16 bin asker kaçağı” isnadının tamamen dayanaktan yoksun kaldığı ortaya çıkmaktadır