Türkçenin bin yılları aşan yazılı metinleriyle bir kültür, medeniyet dili olduğu gerçeğinden hareketle, günlük dilin ve “arıdil” olarak nitelenen daraltıcı yaklaşımların ötesine geçilmesi bir devlet siyaseti olarak düzenlenmeli. Dil devrimi sürecinde arapça ve farsça kelimelere karşı yürütülen ve esasında edebiyatımızın ve düşüncemizin malı olmuş çok sayıda kelimenin dışlanması ile oluşan fakirliği ortadan kaldırıcı programlar uygulanmalı. Bu süreçte bilhassa kavram veya terim mahiyetindeki kelimeler kaybedilmiş, yeni uydurulanlar bunların yerini tutamamış ve sonuçta batı kökenli kelimeler yaygın olarak tercih edilir olmuştur.
Batı kaynaklı kelimelerin dilimizi istilasına karşı ciddi tedbirlerin devreye sokulmasında daha fazla geç kalınmamalı. Öncelikle devlet dilinde ve öğretim dilinde yaygınlaşan çok sayıda yabancı kelimenin yerine türkçeleri tercih edilmeli. Kanunlar başta olmak üzere devlet metinleri doğru türkçe ile yazılmalı ve batı dillerinden geçen yabancı kelimeler, eğer günlük dile yerleşmemişse kullanılmamalı.
TDK yapması gerekeni yapmıyor!
Dil alanında otorite yokluğu, kendini hissettirmektedir. Türk Dil Kurumu’nun üzerine düşeni yapmaması/yapamaması, bu alandaki olumsuzlukların yaygınlaşmasına yol açmaktadır.Birçok alanda terim birliği sağlanamamıştır. Osmanlıca terimlere karşı yapılan terimler kısmen yerleşmiş, fakat genel olarak tutmamıştır. Bu durumda latince kaynaklı terimler ağırlık kazanmaya başlamıştır. Terim farklılaşması kurumlar, üniversiteler ve hatta kişiler ölçeğinde devam etmektedir. Terim birliğinin sağlanamamasının dil ve bilim alanında ciddi meseleler doğurduğu görülebilmektedir. Terim meselesini makul ölçüler içinde ele alan komisyonlar oluşturularak mutabakat sağlanmaya çalışılmalıdır.
Dünya değişim dönemlerine mahsus ağır gündemi ile bizi kuşatıyor. Her şeye rağmen esas gündemimizi unutmamalıyız. Asırları aşan kudretli bir dilimiz, zengin bir edebiyatımız ve büyük şair ve yazarlarımız olduğu için ayakta ve güçlü olduğumuzu hatırdan çıkarmamalıyız. Dilimizin bize verdiği gücü bilerek, edebiyatımızın bizi ayakta tuttuğunu görerek adımlarımızı atmalıyız.
2/1. Maddî gelişme-Manevî/kültürel gelişme ilişkisi
İktisadımızı geliştirerek refah seviyemizi yükseltiyoruz, maddî varlığımızı artırarak kuvvetleniyoruz. Son 15 yılda Türkiye bu anlamda bir kaç Türkiye oldu. Bu elbette memnuniyet verici. Madden güçlenirken manen (dil, kültür, ilim) ne durumdayız? Maneviyatı münhasıran dinî alan olarak görmemelidir. Dilimiz maneviyatımızın yapıcısıdır, yaşatıcısıdır. Ona verilen zarar, maneviyatımıza verilmiş demektir. İnsan dünyayı kelimeleştirir; kelimelerin dünyasında konuşur, yazar, düşünür ve böylece hayat bulur. Dilin bütün unsurları birbiriyle irtibatlıdır. Her hangi bir ögesi diğerinin varlığı ile değer kazanan bir sistemdir dil. Zincirin bir halkası kırılınca, kopuş umumî olur.
Dilimizin karşı karşıya kaldığı müdahale, anlam alanlarımızın tahrib olmasına yol açtı, zihnimiz ağır hasar gördü. Bunu bilerek, binlerce yıl içinde oluşturduğumuz zengin dille konuşmanın, yazmanın, düşünmenin öneminin altını çizmeliyiz. Bir taraftan millete mal olmamış uydurma ve dil zevkine aykırı kelimeler, öte yandan kayıp kelimelerimizin yerine batıdan ithal kelimelerin konulması hali ile karşı karşıyayız. Gerçek ve zengin türkçeyi ancak Milli Eğitimimiz, Kültür Bakanlığımız ayakta tutabilir.
Manevi/kültürel gelişmenin sağlanamaması, bizi maddî gelişmenin yol açtığı sorunlarla baş etme gücünden yoksun kılar. Manevî alanda 3. Köprü’nün mukabili nedir? Marmara’ya, Avrasya Tüneli’ne ne karşılık gelir?