Dostlarla birlikte her ay düzenli olarak yaptığımız Tefekkür Sohbetlerimizin bu ayki konusu gündemde olan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ müfredat programıydı. Gündemde tartışılan bu konuyu eğitimci dostlar ve araştırmacılarla yaklaşık iki saat boyunca değerlendirdik.
“Savaş, sadece generallere emanet edilemeyecek kadar hayati bir konudur.” sözünden ilhamla “Eğitim konusu sadece siyasetçilere ve eğitimcilere bırakılamayacak kadar önemlidir.” diye düşünerek ortaya çıkan görüş ve değerlendirmelerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Esasen bugün yapılan müfredat çalışmasına nereden ihtiyaç doğduğu eğitimciler tarafından dahi bilinmemektedir. Aslında bir değişikliğe gerek olmadığı, gizli kodlu bir değişiklik talimatı ile hareket geçildiği kulislerde konuşulmaktadır.
Ben bu yazımda genel bir bakış açısı sunacak, maddeler konusunda detay değerlendirmelere girmeden ana konuları yazacağım. İlgililer maddelerin detayları hakkında değerlendirmeleri ehlinden öğrenebilir.
Konuyu yakından bilen uzmanların ifadesiyle; kamuoyuna ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ olarak tanıtılmasına rağmen hazırlanan yeni müfredatın büyük oranda UNICEF’in eğitim programı olduğu, Avustralya gibi bazı ülkelerde uygulanan Kids-12 programının bir tercümesi olduğu görülmektedir. Üstelik tercüme dilinin zayıf, ifadelerin yetersiz ve anlaşılmaz olduğu da önemli bir eksikliktir.
Bu müfredat programın ana hatları uzmanlar tarafından şöyle özetlenmektedir: Küresel Kapitalist liberal sistemin istediği vatandaş tipi yetiştirmeye dönük bir çalışma olmuş. Unicef’in tavsiye ettiği şekilde K-12 Beceriler Çerçevesi’nde din eğitimi alanı yok. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nde ise din eğitimi, diğer alanlara göre uyarlanmış.
Öğretim programlarının değiştirilmesinde ana hedeflerden biri olarak ifade edilen “yerlilik ve millîlik” vurgusuna ve bu kadar uzmanın çalışmalarına, görüş alınmasına, çalıştaylar düzenlenmesine rağmen sonuçta küresel sistemin ön gördüğü gibi Unicef proğramından tercüme bir müfredat ortaya çıkması, Türkiye’nin birikimi ve eğitimci kalitesi açısından kabul edilemez bir emri vakidir.
Öğretim programlarında ‘Erdem-Değer-Eylem (EDE)’ modeli, eklemlenmiş bir görüntü vermektedir. ‘Erdem-Değer-Eylem (EDE)’ modelinin programda belirgin olmadığı, programın tamamına nüfuz etmesi gerekirken sadece kodlarla geçiştirilmiş olması, Cumhurbaşkanımızın yıllar önce açıkladığı ‘dindar nesil’ hedefinden ne kadar uzaklaşıldığı, ‘erdemli nesilere’ dahi yer açılamadığının bir göstergesidir.
Öğretim programlarının mümkün olduğu kadar sadeleştirilip kısaltılmasının hedeflendiği ifade edilmiş olmasına rağmen 2017’de hazırlanan müfredattan daha uzun ve gereksiz detaylar içerdiği gözlemlenmiştir. Müfredatın gereksiz detay ve açıklamalardan arındırılması, dilinin daha sade ve anlaşılır olması gerektiğini düşünüyoruz.
Öte yandan belirli ana değer ve kazanımları vurgulamak yeterli olacakken uzun uzun kazanımları yazmak ve detaylandırmak, müfredatı gereksiz uzatıp anlaşılmaz ve uygulanmaz hale getirmektedir.
Eski ve yeni müfredatta konular işlenirken ateist, materyalist, pozitivist bakış açısı ders kitaplarına hâkim durumdadır. Kitaplarda matematik, fizik, kimya, biyoloji konularının formülleri ve mükemmel kuralları anlatılırken bu kuralların ve dengenin kendi başına tesadüflerle olamayacağı mutlaka bir yaratıcı güç tarafından yaratıldığı anlatılmalıdır.
Gençlere kâinatın ve canlıların yaratılışındaki denge ve mükemmelliğin tesadüflerle olamayacağı, “yaratılandan yaratıcıyı bulma”yı düşündüren ifadeler metinlerde mutlaka yer almalıdır. Maalesef halen ders kitaplarımızda sanki her şey kendiliğinden tesadüflerle oluşmuş, madde, canlılar, dünya, kâinat.vs ve bilimsel kurallar tesadüfen oluştu gibi bir bilim dili hâkim durumdadır.
Müfredatta ve kitaplarda kâinatı ve insanın varoluşunu anlamaya yönelten, varoluş gayesini hatırlatan düşünceler ve yorumların da mutlaka olması gerekmektedir.
“Mevcut sınav sisteminin tüm eğitim ve öğretim sistemini doğrudan etkileyen ve büyük ölçüde bozan bir yapıda olduğu” tespitini çok önemli bir sorunun tespiti olarak görüyoruz.. Çünkü öğrencilerin ders kitaplarını okumak, anlamaya çalışmak yerine “İmtihanlarda hangi derslerden soru gelir, hangi derslerden soru gelmez, sınavda nereler önemli ve neler önemsiz?” düşüncesiyle birçok dersi dinlemediği, kitapları okumadığı bilinmektedir. Mevcut sınav sistemi düzeltilmeden müfredatın düzeltilmesinin ve yeni kitaplar yazılmasının çok bir anlamı olmayacağı açık bir gerçektir.
Müfredatta daha önceki dönemlerde de yer alan ama yeni müfredatta azaltılması beklenirken daha fazla yer verildiği görülen vesayet anlayışının gençleri tek tip düşünceye yönelteceği, totaliter ideolojilere kapı aralayacağı, çatışmacı bir gençlik oluşturacağı görülmüştür. Totaliter, tek parti anlayışından kalma düşünce ve ideolojinin, milliyetçilik ve vatanseverlik adına aynen devam ettiği hatta artarak yer aldığı görülmektedir. Artık sadece komünist Kuzey Kore ve Türkiye’de uygulanan totaliter, vesayetçi ve tek tip insan yetiştirmeye ayarlı eğitim anlayışının çağdaş dünyada çoktan terk edildiğini, bizde de terk edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Özgürlükçü, vatansever, milli değerlere sahip, ahlaklı ve bilgili nesiller yetiştirmesi gereken eğitim sisteminin maalesef nesillerimizi bu değerlerden uzaklaştırdığı görülmektedir. Doğan Cüceloğlu’nun bir seminerinde anlattığı gibi “ABD’de eğitimsiz insanlardan korkuyorum. Türkiye’de ise eğitimli insanlardan çekiniyorum. Çünkü bizim eğitim sistemimiz insanlara bilgi yüklerken ahlak ve değerlerden uzaklaştırıyor’ diyordu.
Öğretmenlerimizin eğitiminin, kalitesinin ve değerinin artırılması gerektiği çok önemli bir konu olarak halen gündemdeki yerini korumakta. Günümüzde idare, bürokrasi, öğrenci ve aile baskısı arasında sıkışan öğretmenin verimsiz ve etkisiz olduğu bilinen bir gerçektir. Öğretmeni ahlak ve bilgi açısından örnek alınacak, öğrenciyi akıl ve kalp olarak hayata hazırlayacak gerçek eğitimciler olarak yetiştirmek çok önemlidir.
Eğitimci-düşünür Nurettin Topçu “Maarif Davamız” isimli artık bir eğitim klasiği sayılan eserinde;“öğretmenliğin alelade bir meslek olmadığını” dile getirir.Topçu’ya göre muallimler, öğreten, terbiye eden, yol gösteren, iyi üslup sahibi, hayatın aktörü, ruhların sanatkârı, ilmin yayıcısı, memleketin atisi, medeniyet kurucusu olan, kendilerine has özellikte, mukaddes bir mesleğin sahibidirler. Bu özelliklerle donanmış öğretmenin toplumun en aktif bireyi olduğunu düşünen Topçu, toplumu şekillendirecek olanların muallimler olduğuna inanmaktadır.
Ülkemizde artık eğitimin bütüncül olarak ele alınması gerekiyor. Sadece okuldaki eğitime odaklanmak yeterli olmaz. Ailenin, çalışma ortamının, iş hayatının, toplumun, sosyal hayatın aynı temel esaslar düşünülerek düzenlenmesi gerekir. Okulla aile, iş hayatı, sosyal hayat, üniversite arasında oluşan uyumsuzluk ve farklılıklar problem oluşturmaktadır. Mevcut eğitimle toplumsal değerler ve uygulamalar arasında oluşan farklılıklar sonucunda erdem ve değerlerden uzak, hayattan kopuk, öğrendiği ile yaşadığı farklı insanlar yetiştirilmiş olmaktadır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Ana hatları ile yukarıda belirttiğimiz hususları içermeksizin bu haliyle yapılacak bir müfredat değişikliğinin eğitimimize bir fayda getirmeyeceği gün gibi aşikardır. “Maarif” ve “kamil insan” gibi kulağa hoş gelecek kelimeler müfredatın takdiminde çokça kullanılmış. Bu kavramların ardına gizlenmiş müfredat vurgusu ile yapılacak yetersiz ve eksik bir müfredat değişikliği kafa karışıklığı meydana getirmekte. Esas yapılması gereken köklü değişiklikleri gözden kaçırmamalıyız.
1962 yılında Sivas, Gürün’de doğdu. 1985 yılında İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun oldu. Kırşehir, Kaman’da mecburi hizmetini, GATA-Ankara hastanesinde askerlik hizmetini, İstanbul Haseki Hastanesi Radyoloji Kliniğinde ihtisasını tamamladı.
Hekimlik hayatı boyunca birçok STK’da aktif görev aldı. Deprem, sel ve tsunami sonrası Endonezya-Ace, Pakistan-Keşmir ve Pakistan-Pencap bölgelerinde, Sudan ve Nijer’de sağlık gönüllüsü olarak çalışmalara katıldı.
Afiyet Hastanesi Başhekimi, Afiyet OSGB, Biomekatronik Şirketinin Ortağı ve Biomedikal Ar-Ge kooperatifi Başkanıdır. Halen Özel Afiyet Hastanesinde radyoloji uzmanı ve başhekim olarak çalışan Dr. Semiz, Kutupyıldızı Sağlık Gönüllüleri Derneği Başkan Yardımcısıdır.
Eyvallah Selahaddin abey. Güzel noktalara vurgu yapmışsınız.