eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
23°C
Ankara
23°C
Az Bulutlu
Pazar Hafif Yağmurlu
25°C
Pazartesi Az Bulutlu
26°C
Salı Parçalı Bulutlu
28°C
Çarşamba Az Bulutlu
25°C

Prof. Dr. H. Ömer ÖZDEN

1962 yılında Erzurum’da doğan H. Ömer Özden, tahsil hayatını Erzurum’da tamamladı. Erzurum Lisesi’nden sonra 1985 yılında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl, yine bu fakültede İslam Felsefesi alanında akademisyen oldu. 1991 yılında Felsefe Tarihi alanında doktorasını tamamlayan Özden, 1993’de Yardımcı Doçent, 2002’de Doçent, 2007 yılında da Profesör oldu. Özden’in Dergâh, Ötüken ve Bilge Kültür-Sanat Yayınevlerinde 14 bireysel kitabı, 5 ortak yazarlı kitabı ve birçok yazar tarafından yazılan ortak kitapta da kitap bölümleri yayınlanmıştır. Çeşitli dergilerde yayınlanmış bilimsel makaleleri yanında uluslararası ve ulusal sempozyum ve kongrelerde sunmuş olduğu bildirileri de yayınlanmıştır. H. Ömer Özden’in ayrıca edebiyat, sanat, seyahat, eleştiri, düşünce alanlarında ülkemizin muhtelif şehirlerinde yayınlanmakta olan saygın dergilerinde yazıları çıkmaktadır. Felsefeyi, kendi kültür dünyamız içinde yapma taraftarı olan Özden, bir Türk felsefesi kurmanın hayalini taşımaktadır. Bu bağlamda Yahya Kemal’in felsefesini anlattığı iki kitap ve çok sayıda yazı yayınlamıştır. Bu çalışmalarından dolayı 2020 yılında Türk Felsefe Derneği (TÜFED) tarafından “2019 yılı Prof. Dr. Necati Öner Felsefeye Hizmet Ödülü”ne layık görülmüştür. Evli ve iki çocuk sahibi olan Özden, orta düzeyde İngilizce ve Arapça bilmektedir.

    Ahi Evran’ın Eğitim Felsefesi – 2

    Belirlemeye çalıştığımız bu çerçeveden sonra Ahilikteki iş ahlakının en temel ilkesinin, eğitime ve bilgiye dayandığını söyleyebiliriz. Fütüvvetnamelerde, önemine işaret edilerek kişiye her şeyden önce bilginin gerekli olduğundan bahsedilmekte ve bilginin önceliği olduğu ve dini bakımdan da farz, vacip, sünnet hükmünde olduğu belirtilmektedir.[1] Çünkü bilge olmanın yolu, önemli bir güç olan bilgi ve eğitimden geçmektedir. Bilgili olan neyi niçin yaptığını bilir. Her şeyden önce iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebilme gücünü elde eden kişi, iyi olana yönelip kötüden uzaklaşır. Çünkü bütün kötülükler, bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. İş ahlakı konusunda Türk kültür tarihinde mühim bir konumda bulunan ve nitelikli insan yetiştirmeyi amaç edinmiş olan ahilikte de bilgi ve eğitime önem verilmiştir.

    İslamî ilimlerin yanında, hem Yunan hem de Türk-İslam felsefesi, toplum ve siyaset konularında iyi bir eğitim almış olan Ahi Evran, tıpkı Eflatun ve kendisinden sonra yaşayacak olan İbni Haldun’da olduğu gibi, insanların çeşitli ihtiyaçları bulunduğu noktasından hareket etmektedir. O, ihtiyaçların temini bakımından insanların birbirlerine muhtaç olduklarını, bu ihtiyaçları giderecek mesleklerin yaşatılması için insanların kabiliyetlerine göre bu mesleklere yönlendirilmeleri gerektiğini ifade etmektedir. Üstelik bu meslek gruplarının da birbirlerinden bağımsız olmadıklarını her meslek grubunun birbirlerine ihtiyaç duyabileceklerini, bu bakımdan ayrı ayrı yerlerde değil, farklı mesleklerle ilgilenenlerin bir arada bulunmalarına dikkat çekmektedir.

    Ahi Evran’ın, ahilik için tespit ettiği eğitim kuralları, teori çerçevesinde kalmaya değil uygulamaya yöneliktir ve bunları hem gündelik hayatlarına hem de iş uygulamayanlar, ne iyi bir insan olabilir, ne de iyi bir ahi. Toplumsal hayata ve iş hayatına uyum sağlamayı hedef edinen eğitim uygulaması da iş yerlerinde usta-kalfa-çırak ilişkisi çerçevesinde sağlanmıştır.

    Bahsini ettiğimiz iş eğitimi ve öğretiminin başlangıç noktası, işe alınacak çocukların yeteneklerine göre kategorize edilmeleridir. Hangi çocuğun hangi işe daha yatkın olduğu tespit edildikten sonra iş kollarına göre taksim edilerek çıraklıktan itibaren eğitime başlanırdı. Böyle bir uygulama, günümüz için vazgeçilmez bir eğitim ilkesi olarak kabul edilmelidir. Çoğunlukla çocukların yetenekleri dikkate alınmaksızın yapılan formel eğitim ve öğretimin beklenenden az sonuç vermesinin nedeni de yeteneklere göre eğitim verilmemesiyle ilgili olsa gerektir. Şöyle ki kabiliyetler çoğunlukla erken yaşlarda ortaya çıkar. Liseyi bitirinceye kadar öğrencinin hangi alanda ilerleyebileceği belirlenmiş olur. Mühendislik zekâ ve kabiliyeti olan bir öğrenciyi tıp alanında tahsil yapmaya zorlamak, o öğrenciyi hem hayattan koparır hem de kendine olan güvenden uzaklaştırır. Benzer şekilde teknik konularda yetenekli, eli mekanik aletlere yatkın olan bir çocuğu, ısrarla sosyal bilimler lisesine yöneltip şair-yazar olacaksın, diye ısrar etmek de o çocuğun hayatını karartmaktan başka bir işe yaramaz. Bu gibi çocukları teknik liselerde okutup sonra da mühendislik alanında yüksek tahsil yapmasına fırsat tanımak, ülkemizin gelişmesine de katkı sunmaktır. Ülkemizin çok ihtiyacı olan ara eleman sıkıntısını da bu yolla gidermek mümkündür. Teknik lisede okuyup da üniversiteyi kendi alanında bir fakülte okuma kapasitesi olmayan öğrencinin meslek yüksekokullarında iki yıllık teknik eğitim almalarıyla bu gençler, ülkemizin sanayisinin gelişmesine önemli katkılar sunabilirler. Bunlar arasında öyle yetenekliler vardır ki bir aracın motorunu gözü kapalı söküp yeniden toplayabilirler.  İşte asıl olan bu çocukların ve gençlerin yeteneklerine göre istihdam edilmelerini sağlamaktır.

    Ahiliğin geçmişte yaptığı da bundan başka bir şey değildi. Küçük çocukların hem zaviyelerde iyi bir eğitim alıp okuma yazma öğrenmelerine hem de böylece bilgili birer çırak olmalarına özen gösterilmiştir. Bu anlamda Fatih Sultan Mehmet Han’ın (1432-1481) İstanbul’u fethettikten sonra inşa ettirdiği Fatih Camii’nin yanındaki üstü açık havuz, saraç esnafına bırakılmış, bunların yanlarında çalışan yamak ve çırakların Fatih Medresesi’nin sıbyan mektebine devam etmeleri sağlanmıştı. Bu tarz bir eğitim, geleneksel hale gelmiş ve ahilik teşkilatı devam ettiği müddetçe sürdürülmüştür. Günümüzde esnafın yanında çalışan çırakların Çıraklık Eğitim Merkezleri’ne gitmelerinin sağlanması, bunun bir devamı olarak görülebilir.[2]

    Ahilikte hiyerarşik bir yapı bulunduğu için eğitimleri de bu çerçevede aşağıdan yukarıya doğru olacak şekildeydi. İşyeri eğitimiyle işyeri dışındaki eğitim birbirinin tamamlayıcısı olarak görülmüş, bu suretle meslek içinde yaptıkları üretim faaliyetlerinin hem işyerinde hem de işyeri dışında verilen ahlaki eğitimin bütünleşmesi sağlanarak uygulamalı bir eğitim verilmiştir. Bu da ahiliğin, mensuplarını güçlü bir iç disiplin ve sosyal baskı sistemiyle kontrol altında tutmalarına zemin hazırlayarak kaliteli üretim ve tüketicilerin haklarının korunmasını ortaya çıkarmıştır.[3] Tabandan başlayıp tavana doğru ilerleyen bu sıkı eğitimde öncelikle çırakların mesleki ve ahlaki eğitimlerine büyük önem verilmiştir. Çıraklar, bir taraftan iş yerlerinde işleriyle ilgili bilgiler edinip becerilerini artırmaya çalışırlarken, diğer taraftan da akşamları ahi zaviyelerinde verilen ahlak derslerini dinleyip iyi bir insan olmayı gaye edinmişlerdir. Çıraklara ilk eğitimi verenler, ‘muallim ahi’ veya ‘emir’ olarak isimlendirilmişlerdir. Ancak eğitim verenler yalnızca bu unvana sahip kişiler değildir; bunların yanında ahilerden ileri gelenler, müderrisler, kadılar ve şehrin ileri gelen şahsiyetleri ve diğer devlet ricali de bu eğitimleri vermişlerdir.[4] Köylerde ise zaviye varsa zaviyede, zaviye yoksa köy odalarında köyün ileri gelen ve sevilip sayılan şahsiyetleri bu eğitimi vermişlerdir. bu eğitimlerden yalnızca çıraklar ve kalfalar değil, ahi birliğine mensup olan herkes yararlanabildiği gibi, mahalle veya köylerdeki kadınlar için de Bacıyan-ı Rum arasından bu eğitimi verebilme yeteneği olanlar tarafından eğitim verilir ve böylece yaygın bir eğitim ağı sağlanmış olurdu.

    İş yerinde verilen işle ilgili, zaviyelerde verilen ahlaki eğitimde başarı sağlayan çırak, ustasının müracaatıyla, işinde ehil olan ahilerin yer aldığı sınav heyeti huzurunda sınanır, başarılı olduğu takdirde dualarla şed kuşatılarak kalfalığa yükseltilirdi. Birinden biri noksan olsa, kalfa yapılmazdı.

    Bir kalfanın usta olabilmesi için de yine aynı eğitimi almaya devam etmesi, bunun yanında üç tane de çırak yetiştirmesi gerekirdi ki usta adayı olabilsin. Yapılan sınavda kalfanın ürettiği işleri ve iyi ahlakı değerlendirilerek usta olmasına veya olmamasına karar verilirdi. Usta olmasına karar verildiği takdirde bir tören düzenlenir ve dualarla Ahi Baba tarafından şed kuşatılır ve Ahi Evran’dan aktarılan bir gelenek olarak ilk kez onun uyguladığı gibi kalfanın kulağına, daha önce belirttiğimiz şu nasihat söylenir ve kalfa ustalığa terfi ettirilirdi.

    “Harama bakma, haram yeme, haram içme. Doğru, sabırlı, dayanıklı ol. Yalan söyleme.

    Büyüklerden önce söze başlama. Kimseyi kandırma. Kanaatkâr ol.

    Dünya malına tamah etme. Yanlış ölçme, eksik tartma.

    Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve

    Kendin muhtaç iken bile, başkalarına verecek kadar cömert ol.”[5]

    Usta olmak demek, hemen bağımsız hale gelip de dükkân açmak anlamına gelmiyordu. Kalfalıktan ustalığa terfi eden kişi, bir müddet yine ustasının himayesi altında, bulunduğu dükkânda çalışan yamakların, çırakların ve kalfaların mesleki açıdan yetişmeleri için elinden gelen gayreti göstermesi ve aynı zamanda onların ahlaki olgunluklarına katkıda bulunması gerekirdi. Bu safhaları da geçtikten sonra yine ustasının onayını alarak dükkân açabilme yeterliliğini kazanmış olurdu. Görülüyor ki ahilikteki iş ve ahlak eğitiminde bulunulan mertebelerin dikkate alındığı hiyerarşik bir yapı mevcuttur. Üstelik Ahi Evran’ın öğütleri, hem işte hem de günlük hayatta uyulması gereken kuralları kapsamakta ve böylece iş hayatının kurallarıyla yaşanan hayatın ahlak ilkeleri birbirini tamamlamaktadır. Yani kişi, iyi bir esnaf ise, aynı zamanda iyi bir insan olmak zorundadır.

    -Devam edecek.


    [1] Seyyid Hüseyin Gaybî, Muhtasar Fütüvvetname, s. 20.

    [2] Bkz. H. Ömer Özden, Ahîlik ve Erzurum, Bilge Kültür Sanat Yayınevi, İstanbul, 2017, s. 50-51.

    [3] Fatih Köksal, Ahî Evran ve Ahîlik, Kırşehir Valiliği, 2. Baskı, Kırşehir, 2008, s. 114.

    [4] Köksal, Ahî Evran ve Ahîlik, s. 115.

    [5] Ekinci, Ahilikte Meslek Eğitimi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1990, s. 35-39.

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.