Günümüzde yalnız eğitimde değil her alanda yegâne mücadele odağı küreselcilikten başkaca bir şey değildir, olmamalıdır. Küreselcilik gibi bir tür şemsiye kavramla adlandırdığımız bu düzen hayatın her alanında kendine özgü, köksüz, gayritabii, pek insan-dışı, gelenekten, değerden alabildiğine bağımsız ve meymenetsiz ideolojisini dayatmaktadır. Bu dayatma bütün ekonomik ve kültürel araçlar vasıtasıyla, uzun bir zamana yayılmış, gevşek bir tarzda cereyan eden Üçüncü Dünya Savaşı boyunca gerçekleşmektedir.
Yapay Zekânın türlü şekillerde kullanımı, cinsiyetsizleştirme, doğal ve geleneksel ve dahi biyolojik cinsiyet sınırlarının buharlaştırılması, sosyal medya salgınının bir uyuşturma mekanizması olarak yaygınlaştırılması, karbon ayak izi yaygaraları, iklim anlaşmaları, sağlık sistemlerinin aşı dayatmalarına daha uyumlu olacak şekilde küresel bir tek elde toplanması, gayet gevşek ve seviyesiz Amerikancı bir performansçılığın, projeciliğin her yeri istila etmesi. Ekonomik sistemlerin küresel finans düzeniyle hep daha uyumlu olmak zorunda olması. Ekonomide başarının daima küresel piyasaların gerektirdiğini yapmak anlamına gelmesi ve bu yüzden sıradan insanların durmaksızın yoksullaştırılması. Hastaneden okula her yerde olan bitenin ekonomik bir lisana dökülmesi, ekonomikselleştirilerek açıklanması ve yorumlanması. Bütün bunlar söz konusu pespaye ideolojinin parlatılarak sunulan kötücül ruhunun tezahürleridir.
Bu tezahürlerin muhafazakâr olarak adlandırılan kimi kesimlerce tuhaf bir coşkuyla sahiplenilmesi belki de asıl meselemiz olmalı. Akademyadan, politikadan, medyadan, bürokrasiden çok sayıda muhafazakâr bu küreselci dayatmalara bir ilerleme, gelişme, dünyayla yarışma, medeniyete yetişme yaftası vurarak önce kendini inandırmakta ardından da toplumu ikna etmeye gayret etmektedir. Bu vaziyet karşısında “muhafazakâr küreselcilik”ten bahsetmek yanlış olmayacaktır. Kendine özgü anlamıyla “insan”ı ve “toplumu” tehdit eden küreselciliğin sözde muhafazakâr sahiplenilişi büyük bir hata olmanın ötesinde büyük bir günahtır da. Bu günah “devlet”i de etkilemektedir.
Küreselci ideolojinin dayatmalarının en temel hedeflerinden biri de devletin bitimidir. Bu, yegâne muktedir tek küresel yönetimin hakimiyeti ve şirket gibi yönetilen kurumların varlığı için zorunlu bir şeydir. Modern dönemde ulus-devlet versiyonuyla büsbütün başkalaşmış olsa da devlet, Teoman Duralı’nın belirttiği üzere insanlığın en önemli buluşlarından biridir. Devletsizleştirme ise küreselcilerin her türlü müdahale ile gerçekleştirmeye çalıştıkları nihai bir hedeftir. Ne ekonomi, ne sağlık, ne tarım, ne eğitim belirli bir devletin işi olarak bırakılmamış, belirli bir devletin sorumluluğu, yetki alanı olmaktan çıkarılmış, bütün yerel ve milli bağlarından koparılmıştır. Her alanda “küresel ölçütler” ve “küresel hedefler” esastır. BM, AB, NATO, OECD gibi sözde uluslararası ama özde küresel tek yönetimin aparatı kurumların belirlediği stratejik hedefler bütün devletlerin her alanda uymak zorunda olduğu temel gayeler haline getirilmiştir.
Küreselci ideolojiye göre devletin yerini şirket almalıdır. İnsana yaraşır bir sorumlulukla, ahlaki kaygılarla, tarihten ve kültürden gelen ölçütlere göre davranan bir devletin yerine sadece ve her koşulda “verimlilik” tanrısına göre çalışan rasyonel, kâr odaklı bir şirket gelmelidir. Devlet önce şirket gibi yönetilmeye başlanmalı ardından yerini küresel tek yönetim şirketinin yerel bir şubesine terk etmelidir. Herşey “ekonomik verimlilik” gözlüğüyle okunmalıdır. Herkes bir şirketin performans karşılığı işe aldığı sözleşmeli kişiler gibi çalıştırılmalıdır. Bu ahvalin en yakışmadığı alanlardan biri de şüphesiz eğitimdir.
Küreselci tahakkümün dünyasında eğitimin geleceği, bir şirket gibi yönetilen okullarda sözde performans karşılığında sözleşmeyle çalıştırılan öğretmenlerin küresel ideolojinin hedeflerine rızayı yaratmak için boşa didinip durdukları bir eğitim ikliminden başkası değildir.
Küreselci ideolojinin, eğitimli insana hiç ihtiyacı yoktur yani bir dine, bir felsefeye, bir dünya görüşüne bağlanmış, bir ülküye adanmış insana. Tek ihtiyaç duyduğu şey, sanal zevklerle yaşadığını zanneden “bireysellikler”dir ve bu sanal yaşamın bilgi-becerisi de yine sanal yollarla fazlasıyla öğretilebilmektedir. Eğitim çoktan demode kabul edilmiştir. “Ekonomik rasyonellik açısından bakıldığında şu teknoloji ve dijitalleşme çağında bilgi her yerden kolayca elde edilirken bunca okullar yapıp binlerce öğretmeni istihdam etmek onlara devlet bütçesinden para vermek fazlaca verimsiz, kârsız bir iş” denilmesi yakındır. Eğitimin, okulun, öğretmenin her geçen gün biraz daha itibarsızlaştırılmasının bir nedeni de bu gayet “ekonomik” vazgeçiş noktasına gelindiğinde fazlaca bir olumsuz ses çıkmaması içindir belki de.
Devlet yoksa yurttaşı yetiştirmeye de gerek olmayacaktır. Şirket ise serbest piyasa dedikleri ucubenin içinde keyfince seçecektir çalıştıracağı kişileri, işine geldiği gibi işine geldiği kadar…