Eğitimdeki buhranın temel sebeblerinden biri de bir bütünlük taşıması gereken bilme yollarının ve bilgi türlerinin parçalanarak dağıtılmış olmasıdır. Sahih bir eğitime yani “töreli eğitim” olarak adlandırmış olduğumuz anlayışa ulaşabilmek için söz konusu bütünlüğün yeniden inşa edilmesi önem taşımaktadır. Bu inşa sürecine kendimizi sorgulamakla başlamalıyız. Bilim, felsefe, din, sanat, mitos neyimiz olur soruları bu sorgulamayı başlatacaktır.
İnsanın sahip olabildiği ya da ortaya çıkarabildiği bilgiler ile bilgiye ulaşma yolları bakımından din, bilim, sanat gibi farklı türler arasında keskin ayrımlar yapmak ve aralarında bir hiyerarşi tesis etmek modernleşme sürecinde söz konusu olmuştur. Bu durum bir ilerlemenin ya da gelişmenin doğal bir sonucu olarak görülebilir yine de bunun insanın bilgi ikliminin parçalanarak hastalıklandırılmasına işaret eden bir tezahür olup olmadığı adam akıllı tartışılmalıdır.
Günümüzde böylesi bir tartışmanın, en azından bütün tarafların katılımıyla yapılabilmesi imkansız görünmektedir. Son birkaç yüzyıldır bilimciliğin ve teknolojinin egemenliği, bahse konu hiyerarşiyi tartışmasız bir şekilde dayatmaktadır. Bu dayatmanın eseri olarak din, hemen her yerden dışlanırken hayat, muhayyileden de arındırılmıştır. Özellikle eğitim sistemleri katı bir rasyonel tasarımın en belirgin örnekleri haline gelmiştir. Yaratıcılık ve muhayyile ancak sanat çerçevesinde kendine yer bulurken doğaüstü ya da insanüstü düşünüşler de eskilerin mitolojileri ve masallarıyla birlikte edebiyat içinde sınırlandırılmıştır. Bu ayrıştırma sonucunda okullarda bilgi, parçalanarak sunulmaktadır. Bu parçalanmayı aşabilecek en yetkin zemin olan felsefe ise yine kendine özgü bir kompartımanda konuk edilirken ancak bilimci ve teknolojici olabildiği ölçüde dışarı çıkmasına izin verilmektedir.
Okul sistemindeki derslere ve müfredatın içeriğindeki dönüşümlere bakılacak olursa parçalanma ve ayrışmanın tipik örneklerinin giderek çoğaldığı fark edilecektir. Tuhaf bir şekilde, dinden mitolojiye yayılan dışlama bilimi de kapsamaktadır. Modern devrin icadı olan bilim de özgün haliyle devam edememekte teknolojinin işlevsel ayartıcılığına hizmet etmedikçe makbul sayılmamaktadır. Bizim eğitim sistemimizde de bilimin ve özellikle temel bilimlerin ya da doğa bilimlerinin giderek daha az etkili olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Sanıldığının aksine bu durum, bir tür muhafazakârlaşmanın sonucu olmaktan çok güncel dünyadaki gidişin teknoloji ve haz odaklı seyrine ilişkindir. Bununla birlikte din ve bilim tartışması söz konusu olduğunda keskin bir ayrışma ile birlikte keskin bir bütünleştirmenin ortaya çıktığı da açıktır. Ayrışma iki taraflıdır. Kendilerini din tarafında konumladıranların bir kesimi için din ve bilim kapışması gereken iki rakiptir ve kazanan mutlaka din olmalıdır. Bilimci tarafta bulunanlar içinse yine bu kapışma mutlaka olmalıdır dahası olmuştur ve bilim çoktan kazanmıştır. Dolayısıyla bu taraflar için birbirini dışlayan iki bilgi türü söz konusudur. Bir de bütünleştirenler vardır. Yine din tarafında konumlananların belirli bir kesimi için din ve bilim birbirini yanlışlamayan iki alandır. Din bilime uygundur, örtüşür. Bu kesimler içinde etraflıca düşünülmüş bir din bilim bütünleşmesi fikri ortaya çıkabilirken daha magazin benzeri tutumlar da görülmektedir. Kimileri için Batılı bilimcilerin her buluşunu kutsal metinlerde haber verilmiş şeyler olarak görmek modası değer kazanmıştır. Buna göre bu kesimdekilerin fikirlerince dindarlar bilime mesafeli dururken, bilimle uğraşanların, özellikle Batılıların, bulduğu her bir şey esasen dinde zaten haber verilmiş kabul edilmektedir
Bu kesimler kendilerini dindar, müslüman ya da muhafazakâr olarak tanımlamakla birlikte alabildiğine bilimci olduklarını da göstermek için olmadık yollara başvururlar. Bu başvurma sürecinde özellikle teknoloji yardıma koşulur. Uzun bir süreç boyunca dinle ilişkili olanların bilimciler tarafından aşağılanması, gerici olarak yaftalanmasının tepkisel bir sonucu olsa gerek “dindarım fakat en son teknolojiyi kullanıyorum” dahası “en son teknolojiyi üretiyorum” sloganı ile bir tür kendini ıspatlama çabası meydana çıkmaktadır. Temel bilimlerin etkisi azalırken kodlamadır, robot yapımıdır bir takım teknolojik konuların okullarda yayılması boşuna değildir. Oysa teknolojinin şen dünyası bilimden ve dinden kaçışın güzergahı olmamalıdır. En çok da müslümanlar teknoloji ve etkileri konusunda eleştirel bir bakış geliştirmek sorumluluğuna sahiptir. Bu sorumluluk bilim için de geçerlidir. Yeryüzündeki dinler arasında bilimle kendisi arasında bir karşılaşma ve kayıp tahayyül edilecek son din müslümanlıktır belki de. Bu, dinin bilime bilimin de dine uygun düştüğü anlamına gelmeyecektir. Aksine İslam, kendinden önceki bütün semavî dinlerin bütüncül ve son tezahürü olarak, dinî bilginin, bilimsel bilginin, muhayyilenin, sanatın ve felsefenin birlikte var olduğu ortak bir zemine işaret eder.
Bu noktadan bakıldığında bilim neyimiz olur sorusunun cevabı açıktır. Bilim, tabiatı, insanı ve toplumu bilmekliğimiz için vazgeçilmez bir bilme yoludur ve ancak bahsettiğimiz bütüncül yapıda bir anlamı vardır. Bu nedenle bilimin kendine özgü bütün özellikleri ile eğitim sisteminin içinde olabildiğince yer alması içtenlikle benimsenmesi gereken bir konudur. Bilim, dinî bilginin ya da iman edişin aksine şüpheye dayanır ve tecrübeye dayalı bir şekilde insanın ürettiği bilginin sürekli bir şekilde yenilenmesi esastır. Kendine özgü alanında bilimin bu özellikleri kesinlikle din ya da imanla kıyas gerektirmez ve bilimin varlığını sürdürmesi hiçbir şekilde iman alanına taciz anlamı taşımayacaktır.
Bilimle bilimciliğin ya da geleneksel devirlerin bilimi ile modern zamanların icadı olan bilimin özgün niteliklerinin belirlenebilmesi sözünü ettiğimiz bütüncül bilgi zemininin inşasında hayatî bir görev üstlenecektir.