Eğitimde olan biteni hemen herkes eleştirmektedir ne var ki bu eleştirilerin de eleştirilmeye ihtiyacı vardır. Eleştiri ile şikâyetin sürekli karıştırılması bir yana eğitim eleştirilerinin çoğunda gizli ya da aşikâr bir tutarsızlık dikkat çekmektedir. Daha da tuhaf olanı ise eleştiren herkesin yeri geldiğinde eleştirdiği şeylerin varlığının devamı için ya araştırmacı, karar verici olarak ya da uygulayıcı olarak elinden gelen katkıyı sunması ve böylece eğitimde gerçek anlamda hiçbir şeyin değişememesidir.
Kendisiyle ilgili hemen herşeyin sürekli değişip durduğu eğitim sisteminde gerçek anlamda hiçbir şeyin değişmediğini söylemiş olmak kendi içinde bir çelişki barındırıyor gibi görülebilir. Ancak burada eğitimdeki uygulamaların sürekli değiştirildiği bir ortamda değişmeyen tek şeyin, eğitimin özünün ve ona ruhunu veren zihniyetin değişmemesi olduğunu söylemeye çalışıyoruz. Bahse konu bu öz ve zihniyet son iki yüz yıldır tedricen inşa edilmiş ve özellikle 1980’lerden sonra en tipik nitelikleri ile olgunlaştırılmıştır. Eğitim sistemine yönelen popüler ya da akademik eleştirilerin birçoğu bu öz ve zihniyetin etrafını dolaşmakta, daha çok güncel politik kaygıların şekillendirdiği bir kolaycılıkla zahirdeki unsurlar ile ideolojik bir takım boyutlar üzerinde tartışmakta ve ayrışmaktadır. Ne çare ki eğitimdeki sorun zahirde değil bâtındadır.
Eğitim sistemine yönelen eleştirileri kabaca ve genel bir bakışla iki tarz ve kesim halinde değerlendirebiliriz. Bu tarz ve kesimleri yine genel anlamda muhafazacılık ve moderncilik olarak adlandırabiliriz. Ancak bu kesimlerin görüşlerini benimseyenlerin bunlardan sadece birinde yerleşik bir şekilde bulundukları düşünülmemelidir. Bu tarzların tezahür ettiği görüşler ve kimlikler yekpâre bir bütün halinde bulunmazlar. Bu iki tarzın temsil ettiği alanlar çoğu zaman kesişir, bireyler ya da topluluklar bunlardan ikisinde de farklı düzey ve şekillerde görüş ve kimliklerini dağıtırlar böylece aynı anda hepsinde de bulunabilirler. Daha dakik bir deyişle muhafazacılık bir şekilde ve belirli düzeylerde moderncidir. Moderncilerimiz de çoğu zaman muhafazacıdırlar. Burada modernci bakışın ve daha özel söylenecek olursa neo-liberal zihniyetin teknoloji çılgınlığı ile desteklenmiş reçetesinin eğitim anlayışımız bakımından bir ortak payda ya da çerçeve haline gelmiş olduğunu söylemek kaçınılmazdır.
Muhafazacılık bizde neredeyse bütünüyle din ve geleneklere dayalı olmakla ilişkilendirilmiştir. Ancak burada muhafazacılığı daha geniş bir bağlamda kullanıyoruz. Geçmişte, belirli bir zaman diliminde ortaya konmuş değerlerin, sembollerin ya da uygulamaların hayatın içinde olabildiğince özgün halleriyle ve donmuş bir durumda korunmasından; bu olamıyorsa en azından görünüşte ve söylemde yaşatılmasından bahsedenlerin muhafazacılık yaptıkları söylenebilir. Kaldı ki vakıa bu ikincisi olmak zorundadır, donmuş bir şeylerin koruması birçok sebepten ötürü mümkün olamamaktadır. Bizde muhafazacılar dini bir öze ya da daha dünyevî, ideolojik bir öze atıf yapabilirler. Birçok milliyetçi, muhafazakâr, müslüman ya da İslamcı için atıf yapılan yer ve zaman dilimi Osmanlı, Selçuklu, Asr-ı Saadet, Göktürkler ya da Hunlar’ın devirleri ya da bütün bir “şanlı geçmiş” olabilir. Aynı şekilde başkaları için de cumhuriyetin ilk dönemleri ve özellikle 1930’lar muhafaza edilecek, kendisine yeniden dönülecek ideal bir dönemi ifade ediyor olabilir. Bütün bu muhafazacılıkların en temel yanılgısı geçmişte kalmış bir “ideal cennet” halinin hala öylece orada durmakta olduğunu varsaymaları ve zamanın kendine özgü bağlamı içinde ortaya çıkan şeyin özüne değil görünüşüne odaklanmalarıdır. Ne çare ki geçmiş olan şey, tarihin derinliklerinde öylece donmuş bir halde durmamaktadır ve asıl anlamlı olansa görünenin kaynağındaki ruhtur. Aynı zamanda diğer bir önemli yanılgı da idealleştirilen zaman diliminin aslında bir yeniden kurgu ve anlatımla hep yeniden inşa ediliyor oluşudur. Nihayetinde tarih hep yeniden ve yeniden yazılmakta, yorumlanmakta, anlamlandırılmaktadır. Hiçbir kesim geçmişteki kendi ideal cennetinin zaman diliminde gri bölgeler görmek istememekte, nerdeyse pembe bir gözlükle kendini avutacak bir düş kurgulamaktadır. Muhafazacılıkta muhafaza edilen yegâne şeyin bu düşleyiş olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Bu ahvalin neticesinde muhafazacılığın eğitime getirdiği güya eleştiri, görüntüde ve söylemde kurgusal cennet döneminin nostaljisine yeterince yer verilmeyişi olmaktadır. Bu durumda kimileri için mesela köy enstitülerindeki köy ve tarımla ilgili derslerin, klasik müzik öğretiminin nostaljik bir yüceltmeye anılması, yeniden böyle derslerin okullarda yer etmesi eğitimdeki sorunun çözüm yolu olarak ortaya çıkmaktadır. Kimileri içinse belirli dönemlere odaklanan toz pembe bir tarih anlatımı, eskiden ne kadar yüce ve güçlüydük şeklinde bir avunma yeterli görülmektedir. Oldukça garip bir şekilde iki ayrı uç gibi görünen bu kesimler, eğitimde teknolojinin yeri ve etkileri, piyasanın etkisi, verimlilik ve performansçılık takıntısı, standardize testlerle eğitimin öldürülüyor olması gibi hayatî meseleler hakkında özgün bir eleştiri getirmemekte benzeşmektedirler. Okulun, üniversitenin amacı, işleyişi, yönetilmesi, bu kurumların mensuplarının hakları, kurum içinde adaletin tesisi gibi konularda da tam bir uyum ve uzlaşma dikkat çekmektedir. Uzlaşma zemini ise açık seçik “ABD’ci, neo-liberal, piyasacı, performansçı, verimlilik takıntılı, sıralama ve eleme heveslisi, öğrencileri ve çalışanları verimlilik mekanizmasının yükümlü unsurlarına indirgeyen” ahlak dışı anlayıştır. Bu ahlak dışı zemin hakkında herhangi bir şey demeden, değiştirmeye yönelmeden öne sürülen hiçbir eleştiri meşru olmayacaktır. Güya köy enstitüleri tarzında Avrupaî müzikle, edebiyatla hemhâl köylüler yetiştirmeyi hedefleyenlerin ve güya geleneksel değerleri muhafaza etmeye çalışan, geçmişi yücelten, eğitimdeki ideolojik unsurlardan kurtulmayı öğütleyenlerin eğitim projelerini andığımız nitelikte “ABD’ci bir okulda” yapmaya yönelmeleri nereden bakılırsa bakılsın tuhaf, tutarsız ve beyhudedir.
Hasıl-ı kelam, eğitimde moderncilikten anlaşılan, yakın geçmişe yönelen bir nostaljinin eşlik ettiği bir ABD’ci okuldur; eğitimde muhafazacılıktan anlaşılan ise daha uzak bir geçmişe yönelen bir nostaljnin eşlik ettiği bir ABD’ci okuldur.
Bu durumda iki ihtimal belirmektedir; ya bu eleştiriler samimi değildir ve ABD’ci okula rızayı imâl etmenin aracılarıdırlar ya da ham bir şikâyet seviciliğin ve hazımsızlığın ürünüdürler.