Sezai Karakoç’un tespitine göre, Cumhuriyet sonrasında iki farklı grup ortaya çıkmıştır: biri “halkı olmayan aydın”, diğeri ise “aydını olmayan halk”tır. Erken Cumhuriyet döneminde, toplumsal yapının birçok unsuru gibi eğitim de “halkı olmayan aydınlar” tarafından şekillendirilmiştir. Halk, başlangıçta bu eğitime direnç göstermiştir çünkü dayatılan eğitim, bireyi kendi köklerinden kopararak yabancılaştırmayı amaçlıyordu.
Okullaşmanın yaygınlaşmasıyla birlikte yabancılaşma artmış ve “halkı olmayan aydın” kendi varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Ancak bu süreçte, “aydını olmayan halk”ın içinden üçüncü bir grup ortaya çıkmıştır: Makul Reformistler. Türkiye’nin eğitiminde belirleyici rolü olan makul reformistlerin bazıları aydın, bazıları akademisyen, bazıları bürokrat, bazıları ise siyasetçidir. Başlangıçta radikal bir değişim ve dönüşüm amacı güden bu kişiler, sisteme dâhil olduktan sonra mevcut yapıyı savunmaya, korumaya ve güçlendirmeye çalışarak, onu daha makul ve kabul edilebilir bir hale getirmişlerdir.
1950’lerden sonra, iktidarın sağladığı destekle güç kazanan bu grubun bir özelliği de çoğunun inançlı ve muhafazakâr olmasıdır. “Halkı olmayan aydın” Avrupa’dan destek alırken, bu yeni grup Amerika’ya yakın bir pozisyon benimsemiştir. Amerika’nın sürekli desteğini hisseden bu grubun temel misyonu, eğitim yoluyla modernleşmeyi Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden diğer İslam ülkelerine taşımaktı. Ancak burada modernleşme, aslında Batılılaşma, sekülerleşme ve bireyin kendi kültürel değerlerinden yabancılaşması anlamına geliyordu.
Makul reformistler, yalnızca Batılı paradigmanın taşıyıcılığını değil, aynı zamanda onu içselleştirme işlevini de üstlenmiştir. Ülkemize Batılı değerleri ve kurumları doğrudan taşıyanlar çoğunlukla “halkı olmayan aydın” grubuydu. Buna karşılık, makul reformistler, eğitim ve toplumsal yapıyı dönüştürerek Batılı değerlerin içselleştirilmesini sağlamıştır. İçselleştirme sürecini hızlandırmak için imam hatip okulları açılmış, din kültürü dersi zorunlu hale getirilmiş ve eğitimde dini-kültürel değerlerin görünürlüğüne izin verilmiştir. Böylece 1950’lerden 2020’lere kadar, Amerikan darbelerinin etkisiyle ve liberal piyasa koşullarının sağladığı ortam sayesinde eğitim sistemi giderek makul reformistlerin kontrolüne geçmiştir. Bu süreçte, sistemin temel ilkeleriyle çatışmamak ve mevcut düzeni korumak, makul reformistlerin öncelikli görevi haline gelmiştir. Başlangıçta yalnızca “şoför” olarak konumlandırılan bu grup, zamanla sistem üzerindeki etkisini artırmış, güzergâh belirler durumuna gelmiş ve karar alma süreçlerine dâhil olmuştur. Bu çerçevede, “halkı olmayan aydın”ın 1950’lerden itibaren üstlendiği temel rol ise, makul reformistlerin belirlenen sınırların dışına çıkmasını engellemek olmuştur.
Makul reformistlerin başarısı, yalnızca Amerikan eğitim modelini “Türk eğitim sistemi” olarak sunmakla sınırlı kalmamıştır. Daha geniş bir ölçekte, eğitim yoluyla “muhafazakâr halk ve seküler devlet” arasındaki bütünleşmeyi sağlamışlardır. Böylelikle, 1950’lerden itibaren eğitime yönelik artan ilginin bir sonucu olarak, geçmişte “halkı olmayan aydın”a tepki göstererek çocuklarını okula göndermeyen halk, bu yeni grubun yönlendirmesiyle eğitimi benimsemiş ve çocuklarının eğitimi için büyük fedakârlıklar yapar hale gelmiştir.
Sonuç olarak, ülkemizde dünden bugüne eğitim alanında yapılan düzenlemeler, pedagojik yenilikler getirmek veya yeni gelişmeleri sisteme entegre etmek amacıyla değil, Batı düşüncesinin ve sekülerizmin yayılmasına hizmet etmek ve geleneksel kültürel düşünme biçimini ortadan kaldırmak için gerçekleştirilmektedir. Eğitimde atılan her adım, Batılı değerlerin ülkemizde yayılmasını ve bu değerlerin içselleştirilmesini sağlamak amacıyla tasarlanmıştır. Bu da kültürel bir devrim anlamına gelmektedir. Bundan dolayı, gittikçe bozulmuş bir toplumdan değil, gittikçe kendine yabancılaşmış bir toplumdan bahsedebiliriz. Aynı zamanda eğitimin geliştirilememesinden değil, dönüştürücü bir eğitimin varlığından söz edebiliriz. Bu nedenle “halkı olmayan aydın”ın zaman zaman gösterdiği tepkilere bakarak, bu süreçte olumlu değişimler yaşandığı yanılsamasına kapılmamak gerekir.
Kalemine sağlık hocam