Eskilerin “nerde o eski ramazanlar yahu?” deyişini hem yadırgar, hem de anlam veremezdim, ta ki bende aynı kelamı etmeye başlayana kadar.
Hayata benim gözümle bakmaya başladığımda, şunu da anladım, geçmişi çok özlüyoruz ve özlediğimiz sadece geçmiş değil, unutulan değerlerimiz.
Bunlardan biri de ramazan ayının gelişiyle yaşadığımız heyecandır.
Ben Tokat’ta büyük bir ailede büyüdüm ve ailemiz geleneklerine bağlı özünü koruyan bir ailedir.
Bu yüzden tüm değerlerimizi doya doya yaşadık.
Her yıl ramazan ayından birkaç ay önce ramazanın sevinci ve heyecanı bizim ailede yaşanmaya başlardı.
Önce görev dağılımı yapılırdı.
Erkekler yardıma ihtiyacı olan aileleri belirleyip, ramazan paketlerini hazırlar ve dağıtır, kadınlar da imece usulü ramazan ayı için yufka açar, hamur keser, oruç için hazırlığa başlanırdı.
Ben karma bir coğrafyada yetiştim.
Yani her inançtan insanın bir arada yaşadığı bir yerde büyüdüm.
Misal komşularımızın yarısı oruç tutarken, yarısı da oruç tutmazdı; ama şunu o kadar iyi hatırlıyorum ki,
“siz oruçlusunuz size kokar” derdi alt komşumuz ve iftar saatine kadar yemek pişirmezdi.
Yada iftariyelik diye her gün bize küçük küçük hediyeler alırdı Haydar amca…
Her akşam bir akrabanın ya da komşunun evinde iftar eder, muhabbet sohbet ve şen kahkahalar havada uçuşurdu.
Namaza gidenler gider, gitmeyenler ise gidenleri beklerdi.
Aslında biz orucu değil, oruç bizi tutardı .
Hoş görü, saygı birbirini anlamak ve birbirinin inancına saygı vardı.
Mesele oruç tutup tutmamak değil, mesele inanca saygıydı .
Ramazan demek hoşgörü demekti, tatlı telaşlar, büyüklerimizle küçüklerimizle şen şakrak sofralarda buluşup,
Olanın olmayanı anlayıp biz olabildiği bir aydı.
Sen yine hoş gel sefa gel,
Hoşgörüyü, saygıyı sevgiyi, güzelliği hatırlat bizlere.