Hız ve hazzın hâkim olduğu modern insan hayatı pek çok yönüyle dinamik bir yapıya büründü. Bu durum insanın muhatap olduğu çevre ve eşyaların sürekli değişmesine sebep oluyor. Çağın getirdiği teknoloji ve dijital mecralar bir taraftan insanoğluna yeni iş ve iletişim imkânları vadederken diğer taraftan tüketimi körükleyerek yeni sorunlar üretiyor. Bu değişim / dönüşüm eğitimi, insanı hayata hazırlama veya başka bir ifadeyle bireyin yaşamında karşılaşabileceği sorunların üstesinden gelme ya da kısaca problem çözmeyi öğrenmeye kadar indirgemiş bulunuyor.
Yararcı olması hasebiyle bu bakış açısı şimdilerde yüksek kabul görmekle birlikte eğitimin gerçek gayesini veya istikametini (mefkûresini) sorgulamayı ötelemeye hatta unutturmaya doğru götürmektedir. Eğitime bu zaviyeden bakınca modern eğitim veya okulun insanla ilgili meseleleri topyekûn çözebilmesinin neredeyse imkânsız olduğu; toplumu şekillendirme, bireylerin yaşamını dönüştürme ve yeni bir ahlak düzeninin inşası hususunda başarısız olduğu söylenebilir.
İnsanın eğitimiyle ya da başka bir ifadeyle insanların tutum ve davranışlarıyla ilgili şikâyetler veya kısaca insanların bozulmasıyla ilgili yakınmalar, dünya tarihinin en kadim şikâyetlerinden biri olagelmiştir. Nitekim eski Mısır metinlerinde bile bunlara rastlanmaktadır. Eğitimde bozulma veya kötüye gidiş göreceli ve çok kısa sürede gerçekleşme ihtimaline sahipken iyileşme ya da iyi insan yetiştirme uzun soluklu bir süreçtir. Bu durum Mehmet Akif’in meşhur “Yapmak ve Yıkmak” şiirinde çok güzel bir şekilde dile getirilir:
Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade sen gösteriver ‘işte budur kubbe’ diye;
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman,
Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.
Büyük şairin müthiş tespitiyle, Süleymaniye’yi yapmak için hem Mimar Sinan hem de Kanuni Sultan Süleyman’ı yetiştirmek gerekirken yıkmak için iki ırgat kâfidir. Dolayısıyla, eğitimde de iyi bir nesil yetiştirmek oldukça meşakkatli ve uzun bir süreç gerektirmektedir. Hem Türk hem de dünya tarihinde bunun örnekleri müşahede edilebilir.
Derdimizin Çaresi Olan Çiçeği Bul[ama]mak
Çare kelimesi bende “dert” ve “maarif” kelimeleriyle birlikte Âşık Reyhani’nin Bahar gelsin şu dağlara gideyim / Belki derdimize çare bir çiçek… mısralarının içinde olduğu şiiri çağrıştırır. Çare, hastalık literatüründe dertle anılırken eğitim literatüründe maarif davası tamlamasıyla birlikte kullanılmıştır. Tabii hastalık dertlerinin çaresi olan çiçeği, bir metafor olarak maarif derdimizin de çaresi olarak düşünebiliriz.
Bugünkü Türkiye’nin eğitimde öncelikli olarak çare bulması gereken temel mesele, istikamet veya mefkûre hususudur. Açık bir ifadeyle Türk eğitim sisteminin günümüzde bir ideali veya eskilerin deyişiyle mefkûresi yoktur. Yani kısaca idealsizdir. Bir bütün olarak ne anne-baba ne okul ne de sistem çocuklarımızın önüne, “İşte sizin olmanız gereken, gitmeniz gereken yer şurasıdır, bu eğitimi alınca şöyle bir insan olacaksınız ve şunu elde edeceksiniz.” diye bir vaatte bulunabilmektedir. Kısacası alacakları eğitimle onlara sunulabilecek bir “Kızılelma” söz konusu değildir.
Türkiye’de batılı biliş tarzına dayalı olarak üretilen eğitimsel bilgi ve anlayışı eğitim sistemini büyük şair Necip Fazıl’ın ifadesiyle, adeta “çıkmaz sokağa” sürüklemiştir. Bu çıkmaz sokaktan çıkış, diğer büyük şair Sezai Karakoç’un müthiş bir tespitiyle “ağustos böceğini meşale edinme”yle mümkün gözükmektedir. Çünkü bu böcek mezkûr şiirde bir metafor olarak, özgürlüğün sembolüdür, maddeperestliğe karşı çıkmadır. Başka bir deyişle “ağustos böceği, yaşama derdi yerine yaşatma derdini” gaye edinmiştir.1
Eğitimde de fayda ve çıkar odaklı Batılı bilginin karşısına millî ve özgün bir mefkûre koymak mecburiyeti söz konusudur. Bugün Türk çocuklarının önüne böyle bir ideal konamadığı için başta ebeveynler ve öğretmenler olmak üzere bütün muhataplar çaresiz bir vaziyette bocalayıp durmaktadır.
Türk Eğitim mefkûresi “geçmişte yüksek ideal ve mefkûreye sahip eğitim anlayışıyla sayısız ilim adamı, yönetici, asker ve sanatkâr yetiştirip cihan devleti kuran ve adaletle hüküm süren Türk milletinin, yeniden böyle nesiller yetiştirebileceği” gerçeğinden hareketle hazırlanmalı, bütün eğitim kademelerinde öğrencilere yüksek bir ideal olarak “Türkiye’nin yeniden büyük devlet olma ülküsü”nün kazandırılmasının önem arz ettiği vurgulanmalıdır.
Millî mefkûremizin arka planında Türk – İslam kültür ve medeniyetine ait özgün eserler bulunmalı ve mezkûr eserlerdeki ideal / iyi insan tipinin nitelikleri dikkate alınmalıdır.2 “Bilge, kâmil, sadık, yetkin, kahraman, cesur, merhametli, civanmert, ölçülü, şahsiyetli, umut dolu, şehadet aşkına ve devlet i ebet müddet anlayışına sahip insan…” gibi ortak özellikler bunlardandır. Bu cümleden olarak yapılması gereken eğitimin bütün muhataplarının (aile, okul, öğretmen, öğrenci, yazar…) mezkûr ideal / iyi ödev insanını yeniden hayata geçirme mücadelesine katkı sağlamaya çalışmasıdır. 1 Şiirle ilgili geniş tahlil için Büyüyenay Yayınları tarafından yayımlanan “Ağustos Böceği Bir Meşaledir” adlı kitaba bakılabilir. 2 Bu konuda editörlüğünü Ali Fuat Arıcı ile Mustafa Başaran’ın yaptığı ve Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları’ndan çıkan “İdeal Türk: Eğitimde İdeal İnsan ve Millîlik Arayışları” adlı kitaba müracaat edilebilir.
Gerçekten emeğinize kaleminize sağlık.Çare sizlersiniz.Lutfen teşhislerinizi eksik etmeyin.
Sayın Hoca’m, emeğinize sağlık.