Ali Fuat Arıcı
Eski Türk aile hayatında çocuğa ilkin güzel konuşmayı öğretmek, sonra sırasıyla çocuğun hayâ ve temyiz (doğruyu yanlışı ayırt etme) yeteneklerini geliştirmek, ardından büluğa kadar sürecek olan ibadet ve çalışma eğitimi esas alınmıştır. Bu eğitim anlayışında Arap, Fars ve Türk düşünürlerin yanı sıra XI. yüzyıldan sonra özellikle Gazâli’nin (1058-1111) görüşleri etkili olmuştur. XII. yüzyıldan sonra bu anlayış Ahilik ile kemale ermiştir.
Gazâli’ye göre eğitimin en önemli amacı “ahlakın güzelleştirilmesi”dir. Bunun için o, çocukları anne babaya verilmiş ilahi bir emanet olarak kabul eder. Bu nedenle eğitim önce ailede başlar. Çocuğun ailedeki eğitimi, onun ruhuna ve bedenine yöneliktir. Ona göre çocuklara öncelikle fazilet, adalet, sevgi, acıma, iyilik ve yiğitlik gibi erdemler kazandırılmalıdır.
Osmanlı imparatorluğunun büyümesiyle şehir hayatı gelişmiş, özellikle konaklarda eğitim gelenekten göreneğe doğru evrilmiş ve estetik bir hâl almıştır. Konaklarda sözlü kültür ve rivayetler etkili olmuş; halk hikâyeleri, destanlar, masallar, efsaneler, menkıbeler ve türküler bunların başında gelmiştir. Bu yolla çocukların hem fert olarak yetişmesine değer verilmiş hem de toplum hayatına nasıl katılacağı ve katkı sunacağı işlenmiştir. Nitekim Ahmet Hamdi Tanpınar, Osmanlı toplumunun padişahından en sıradan vatandaşına kadar bütün kesimlerinin aynı duygular, beklentiler ve heyecanlar içerisinde olmalarına imrendiğini belirtir.
Barry Sanders, yetişmekte olan çocuğun gelişen beyninin sözlü kültürü kavramaya müsait olarak yaratıldığını, çocuğun önce atalarının sözlü kültürü içine girmesini, daha sonra da sözlü olarak tanıdığı dili görsel bir eyleme (yazıya, metne) dönüştürmesinin gerektiğini belirtir. Bazıları hâlâ hayatta olan kimi büyük şair ve yazarların çocuklukları sözlü geleneğin hatıralarıyla doludur. Mesela Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, kitaplara, edebiyata, okumaya meyletmesinde çocukken ninesinden dinlediği masalların rolü olduğunu söyler. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek, Attila İlhan ve Nurullah Genç’in de benzer tecrübeleri vardır.
Geçmişte olduğu gibi bugün de aile, başta çocukların dil becerilerinin gelişmesi olmak üzere, iyi bir insan olarak yetişmesinde, mutlu bir aile kurmasında ve nihai olarak sahip olunan kültürel ve ahlaki değerleri geleceğe taşıyan sorumlu bir insan olarak yetişmesinde önemli bir role sahiptir. Çünkü araştırmalara göre çocuğun yetiştiği aile ortamı ile gösterdiği davranışlar arasında sıkı bir ilişki vardır.
Evlerinde mi acep büyüklerimiz?
Şairin “Yerinde mi acep, ölü ve mezar? / Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? / Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? mısralarını çağrıştırırcasına artık aile büyüklerimiz (anne, baba, büyük anne ve büyük babalar) yerlerinde değildir; “başka bir muhit”e taşınmak için evini barkını toplamakla meşguldür. Başka bir deyişle bu kadim aile, evini yani geleneğini, göreneğini, değerlerini kısaca töresini terk etmeye başlamıştır. Evin çocukları, sahipsiz kalmak üzeredir. Nasıl mı?
Evvela anne ve babaların önemli bir kısmının günümüzde çocuklarının eğitimiyle ilgili yeterince sorumluluk üstlendiği söylenemez. Hâlbuki olması gereken mesuliyeti mefkûre edinmektir. Nurettin Topçu, ana-babaların, çocuklarının ahlakına istikamet vermek yerine, heveslerinin hizmetinde olduklarını belirterek evladının iç hayatını yoğurmak için en ufak emeği esirgeyen, sadece ceplerine dolacak maddi saadetlerini emel edinen ailelerin kendi yavrularının katili olduğunu söyler.
Günümüz insanına “postmodern / kimlik ötesi toplum” adı altında “bütün değerlerin / doğruların göreceli olduğu ve en doğru olanın ekonomik refah olduğu” fikri servis ediliyor. Tek ve istikrarlı bir kimliğin sürdürülmesini zorlaştıran bu yapıyla özellikle aile bağları güçlü toplumların yerine “çok kültürlü bir kimlik” oluşturulması ve bu yolla küresel ve baskın kültürlerin benimsetilmesi hedefleniyor. Hâlbuki geleneğimize göre temiz şuuru ve nefsi ile masum olan çocuk, Allah tarafından anne ve babanın ellerine bırakılmıştır. Çocuğun aynaya benzeyen kalbi, önüne konulan her şeyi yansıtmaya hazırdır. Bu nedenle çocuk, gördüklerini taklit etme eğilimindedir.1
Modern zamanlarda ortaya çıkan “özgür birey olma” ve “anı yaşama” isteği bugünün insanını, bireyciliğe, benmerkezciliğe hatta bencilliğe doğru sürüklemiş; bunun sonucu olarak da insan, geleceğini ve başkalarını düşünmeyen, rahatından taviz vermeyen ve fedakârlık nedir bilmeyen bir hâle getirilmiştir. Bunun sonucu olarak hem evlilik yaşı ilerlemiş hem de evlenme ve çocuk sahibi olma isteği azalmaya başlamıştır. Bu sözde modernlik masalı bir taraftan çocukları kardeşsiz ve arkadaşsız bırakarak onları daha büyük bir yalnızlığa ve bencilliğe sürüklerken diğer taraftan yaşlı nüfusun artmasına sebep olarak istikbalimizi tehlikeye düşürmektedir. Hâlbuki Mustafa Kutlu’nun ifadesiyle “Bir çocuğun en çok ihtiyaç duyduğu, yine bir çocuktur.”
Bugünün çocuğu kendine örnek alacağı, yolundan gideceği bir rol modeli ailede bulamamakla karşı karşıyadır. Ailede ana-babadan sonra çocuğa model olabilecek büyük anne ve babalar, amca, dayı, hala ve teyzeler maalesef bu düşünceden daha da uzaktadır. Hatta kimi ailelerde bu kişiler çocuğu bir eğlence vasıtası olarak görme eğilimindedir.
Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle TV / medya – sosyal medya ve bilgisayar / internet kullanımı gittikçe artmış ve ebeveyn ile çocuk arasındaki iletişim / etkileşim bundan zarar görmüştür. Nitekim Barry Sanders TV’nin insan sesini öldürdüğünü, insanların ekranda gördükleri kişilerle tartışamadıklarını ve TV’deki görüntülerin körpe beyinlerin kavrayıp analiz edebileceğinden çok daha büyük bir hızla geçtiğini belirtir. TV ve medya, hem çocukların bu araçlarla gereğinden fazla muhatap olmasına hem de ebeveynlerin zamanlarının çoğunu bunlara ayırıp çocuklarıyla yeterince ilgilenememesine sebep olmuştur.
Sonuç olarak çocuk gelecek demektir. Aile çocukla kurulur ve millet aileden neşet eder. Bu itibarla çocuklarımızı milletimizin geleceği olarak görüp kültür ve medeniyetimiz çerçevesinde şahsiyet ve sorumluluk sahibi iyi insanlar olmalarını sağlayacak, Türkiye’nin meselelerine çareler bulacak ve Türk kültürüne büyük eserler kazandıracak bir bilinçle
yetiştirmek millî bir dava olmalıdır. Bu cümleden olarak ailenin korunması ve işlevini yerine getirmesi elzemdir. 1 Mehmet Dağ ve Hıfzırrahman R. Öymen. (1974). İslam Eğitim Tarihi. Ankara: Milli Eğitim Basımevi