Dr. Seda Artuç BEKTEŞ
“Koça boynuzu yük değil oğlum” dedi. Yeter ki sağlık olsun, çoluk çocuk huzurla büyüsün. Baktığını göremeyen, gördüğünü dinlemeyen kişiden ne hayır gelir. Kader deyip geçersin, diyar diyar gezersin de derde çare bulamazsın. İnsanoğlu ya bu, mahana bulmaya; kalbi ziyan etmeye zoru var. Yoksa nasıl ömrünü heba edecek?
Yaşlı kadının başındaki çemberin oyasındaki pembe, yanaklarının alıyla aynı renkteydi. Bu yaşta bu güzellik… Dedim içimden. Kim bilir hangi zamanlardan kalan bir mektubu okur gibiydi sözleri. Elleri de yaşlanıyordu demek ki insanın. Bu kırışıklıklar arasında hayatın derin ve çetin yolları gizliydi sanki. Avuçlarında tuttuğu o zarif ve yaralı kuşu salmak zorunda kalmıştı bir zaman. Hoyrat, kadir bilmez kimseler incitmişti hayallerini. Taşıyabildiği her külfet, bir sonraki sefer daha da fazlasıyla yapışırdı ya insanın sırtına. Yaşlı bir kurdun, her işini kendi başına yapması nedeniyle boynu bu yüzden kalınlaşırdı. Biliyordu ve yaşamıştı bu gerçeği öz beninde…
Dikkat ettim de zeytini incitmeden yiyordu. Dokuz adet çekirdek vardı önünde. Kahvaltısını tamamladı. Kâsede sadece bir tane zeytin kalmış olmasına rağmen onu da ağzına atıvermedi. Kâsenin kapağını kapattı. Tabağındaki zeytin çekirdeklerini çatalı yardımıyla ve yine özenle tabağın kenarına dizdi. “Çayını tazeleyeyim mi dedi?” yanı başımızda tütmekte olan semavere bakarak. Olur, dedim usulca. Böyle nezaketle hareket eden birini incitmemeye özen göstererek: “Hocanım, müsaadeniz olursa bir şey sormak istiyorum” dedim. “Sor tabii ki güzel oğlum, ne müsaadesi…” diye cevapladı beni. “Dikkat ettim de kâsede sadece bir tane zeytin kalmıştı. Neden onu da yemediniz, kâseyi dolaba kaldırdınız?”
Gülümsedi. “Eski yazı bilir misin?” dedi. “Sizin kadar olmasa da okuryazarım” dedim. Eski yazıda “Allah, hilâl ve lâle” kelimeleri aynı harfle yazılır; bilene ve işin felsefesine kafa yorana bunun bir tesadüf olmadığı aşikârdır. İşte insanın hayatı da böyle rikkatli olmalıdır. “Ne demek rikkat, düşündün mü hiç?”
Hem nezaketimden daha çok da Hocanım’ın ne anlatacağını merak ettiğimden sessiz kaldım, sadece hayır anlamında başımı salladım. O, eski zamanlardan kalan mektubu okurcasına konuşan üslubu ile devam etti…
Rikkat… Aslında incelik ve nezaket anlamına gelse de acıma ve merhamet duyguları da aynı kelime ile karşılandığından aradaki nüansı bilmek icap eder. Mesela şehit cenazesine saygılı olmak, yaşanan olaya karşı şehadete yürüyen kişiye merhamet göstermektir. Ama şehit cenazesinin olduğu gün toplum içinde kahkaha ile gülmemek ya da rengârenk giyinip sağda solda gezmemek, incelik ve nezaketten ileri gelir. İşte insan hayatında rikkatin tecellisi tam da böyledir. Yani normal şartlarda ihtimam gösterdiğin için imtina ettiğin şeyler, dışarıdan bakıldığında pek de fark edilmeyebilir. Ancak hayat ayrıntılarda anlam bulur güzel çocuğum.
“Gelelim tek zeytin tanesini niçin kâsede bıraktığıma…” Derin bir nefes aldı neden sonra. Ben onu dinlerken adeta soluğumu tutuyor, dikkatle söylediklerini anlamaya çalışıyordum. Sözlerine devam etti:
“Allah tektir, teki sever…” Kısa bir süre düşündüm ve anladım. O anda gözlerimden yaşlar gayriihtiyari bir şekilde süzülmeye başladı. Yutkundum, sustum, sustum ve sustum…
Yani dedim, dokuz zeytin yemiştiniz. Şayet kâsedeki zeytini de yeseydiniz on zeytin yemiş olacaktınız. Fakat siz, içinde bir zeytin kalmış olmasına rağmen kâsenin kapağını kapatıp dolaba kaldırdınız. Böylece hem tek sayıda zeytin yemiş oldunuz hem de tek bir zeytin tanesine saygı duydunuz…
Hocanım gülümsedi. Şimdi, çemberindeki gülün oyasındaki pembe, yanaklarındaki gamzeye gülüyordu. Yaşlı ellerindeki kırışıklıklar dahi gözümde farklı bir anlam bulmaktaydı. Kâinatın Kitabı’nda Hazreti Allah “İncire, zeytine, Sina Dağı’na ve şu emin beldeye yemin ederim ki biz insanı en güzel biçimde yarattık” diyordu. Rikkatin bir yaşam biçimi olduğunu o gün, Hocanım ile sohbetimde anladım. Yaradan’ın ant içtiği bir meyveye saygı göstermek ve “en güzel biçimde yaratılan insan” sıfatını böylesine nezaketle taşımak bu yaşlı kadına pek yakışıyordu… Öyle ya kendi deyimiyle “Baktığını göremeyen, gördüğünü dinlemeyen kişiden” hayır mı gelirdi?
Dr. Seda Artuç Bekteş