Sayın Bakanım, bu mektubu size nasıl ulaştıracağımı bilmeden yazıyorum. Size ulaştıramazsam birkaç dostuma okur, sizi de hayırla anarız diye düşündüm, lütfen fakir-i pür taksiri kınamayın. İşin aslı yazacaklarıma bahane arıyordum. İçimi dökmek istiyordum. Siz zannımca bu meramıma hayırlı bir vesile oldunuz.
Birileri çıkıp ta ‘kardeşim kırk yıl önceki bir bakana mektup yazmak da nereden çıktı, yazacaksan görevli bakana yazsaydın ya’ diyebilir. Haksız da sayılmaz hani. Bakana mı yazsam, bakanı atayan Başkan’a mı yazsam diye de düşünmedim değil. Niye mi vazgeçtim? Korktum açıkçası, yanlış anlaşılmaktan. Karşıt ilan edilmekten ve art niyetli sanılmaktan korktum. Neyse ben size yazıyorum işte, bir şey yapasınız diye değil. Okumanız bile benim için kifayet eder. Cevap yazmanızı da beklemiyorum.
Müsaadenizle başlıyayım. Ne kadar nasipli bir adammışım ki sizin bakanlığınıza denk düşen 1985 yılının Mart ayında güzel bir Cuma günü, Adana’nın güzel bir ilçesinde, Ceyhan’da öğretmenliğe başladım. Tabi o zamanlar nasipli olduğumu bilecek bir mukayese imkânım yoktu. Bunu şimdi daha iyi idrak edebiliyorum.
Sizden önceki bazı bakanları da duymuştum; İyi duyduğum tek bakan, ülkesini seven, tanıyan bilen, hemen herkesin muhabbeti olan, sevimli, latif, kibar, mütevazı, makamının hakkını veren “Celaleddin Ökten’in talebesi” diye maruf olan, İmam Hatip Liselerinin açılmasında üstün gayretleriyle bilinen bakan; Tevfik İleri. (1950-53 ve 1957-59) Onun yeri bir başka tabi.
Kötü duyduklarımın ismini zikretmek sohbetimize halel getirebilir endişesiyle isimlerini anmayacağım. Maharetleri, dört ayda ideolojik öğretmen yetiştirmekten öteye geçmeyen, öğretmenleri siyasal görüşlerine malzeme yapanları da öylesine duydum geçtim.
Neredeyse kırk yıl sonrasından döneminize bakınca sizi çok daha iyi anlıyor ve takdir ediyorum.
12 Eylül ihtilalinin dumanları henüz başımızda tüterken, Ülkeyi dolaşarak İslam karşıtı söylemlerle nutuk atan bir general cumhurbaşkanı iken, selamı bile yasaklayan başka bir generalden bakanlık görevini devralmış biri olarak sizin o gün yaptığınız, yapmaya çalıştığınız, kim bilir yapmak isteyip te yapamadıklarınız ne kadar anlamlıydı.
O günlerde “İslam” isimli bir dergi çıkıyordu. Neredeyse” İslam” demenin suç olduğu o günlerde bu isimde bir dergi çıkartmak ta ayrı bir cesaret işiydi. Elimde o dergiyle okula gidince kimileri nefretinden hayrete düştü, kimileri korkusundan. Bana dostça yaklaşıp ‘aman Yıldırım bey ne yapıyorsun! Bu dergiyi okula getirmen doğru mu, başına iş açmayasın?” diyordu. “Elimdeki dergi Milli Eğitim Bakanlığı’nın Tebliğler Dergisi’nde tavsiye ettiği dergilerden biri” diye cevap verdiğimde dindar bilinen arkadaşlar bile inanamadılar. Hele “Riyâzüssâlihîn” isimli hadis kitabını ve içindeki Arapça yazıları görünce kütüphaneye koydurmak istemeyenler milli bir görev yaptıklarını sanıyorlardı. Öyle ki MEB’in tavsiyesi yeterli olmadı da bir komisyon marifetiyle kütüphaneye koyabildik. Ne var ki biz şundan emindik; bizim gibi düşünen, belki yüksek sesle söylemeyen ama dindar bir gençlik yetiştirme telaşında olan arkamızda bir bakan vardı. Siz vardınız yani sayın bakanım.
Daha da ileri mi gittim bilmiyorum. O dönemde iki otobüsle Konya gezisi yapıyoruz. Gezi İnceleme Kolu rehber öğretmeni olarak sorumluluk ve organize bende. Bir otobüse kızları ve bayan öğretmenleri diğer otobüse de erkek öğrencileri ve erkek öğretmenleri görevli olarak planladım. Milli Eğitim Müdürü, oğlu ve kızıyla geldi: “ Ben şimdi kızımla oğlumu aynı otobüse bindiremeyecek miyim?” diye sordu ve bindiremedi. Bizi anlayışla karşıladı.
Sayın bakanım her ne kadar MC (Milliyetçi Cephe) hükümetleri ve Erbakan-Ecevit koalisyonlarında namaz kılan, bizim gibi düşündüğünü tahmin ettiğimiz bakanlarımız olmuşsa da Tevfik İleri’den sonra ilk defa bizden biri diyebileceğimiz bir Milli Eğitim bakanımız olmuştu. Siz bu milletin yüz yıllık dualarının bir neticesiydiniz. Buralara kolay gelinmedi elbette. “Maşallah, inşallah, bismillah” demeyi bile gericilik kabul eden bir anlayıştan bu günlere gelindi. Pek gündeme gelmese de, çoğu kimse bilmese de bilenlerin de olduğunu bilin isterim.
Sizden sonra da elbette güzel şeyler oldu. Okul, derslik, laboratuvar, araç-gereç sayımız gayet çoğaldı. Hatta her öğrenciye bilgisayar dağıtıldı. Okullarda hem öğretmene hem de öğrencilere başörtüsü serbest oldu. Üniversite sayımız 1986 yılında 29 iken şimdi 208’e çıkmış. Yollar, köprüler, viyadükler, havaalanları, savunma sanayindeki yenilikleri anlatmakla bitiremem. Dış politikadaki tutarlı ve cesur adımlar da takdire şayan olsa gerektir. Her ne kadar henüz ihracatımız ithalatımızı karşılamıyor olsa da rekor üstüne rekorlar kırılıyor. Fert başına düşen milli gelir de katlanarak büyüdü. Bunlar, sizin de çoğu kimsenin de malumu olan konular.
Ne var ki Sayın Bakanım “sizden sonra gençlerimiz güzelleşti, aile mazbutlaştı, insani değerler yaygınlaştı” da demek isterdim. Maalesef eğitimde grafiklerin ucu bir türlü yukarı kalkmadı. Değerler aşındı, aile mutsuz ve dağınık. Atalarımız demiş ki: “Oğlun akıllı malı ne eden, oğlun deli malı ne eden?” Ne kadar güzel söylemiş ecdat. İyi yetiştiremediğin evlada dünyayı bıraksan üç gün de har vurur harman savurur. Oğlun akıllı ise mal bırakmana gerek yok o zaten kazanır.
Bir gün Bursa’dan İstanbul’a giderken tabelada İstanbul 170 km yazıyordu sonra köprüye dönünce baktım İstanbul 70 km yazıyor. Ne büyük nimet bunlar. Önce köprüyü yapanlara dua ettim. Sonrasında da içimden kızdım bu köprüyü kimin için yaptın diye?
Erdemli insanlar ne zaman yetişecek, kim yetiştirecek, nasıl yetişecek? Sanki fırsat kaçtı gibi sayın bakanım. Sizin kanaatiniz nedir, hala bir ümit ışığı görüyor musunuz?
Dünyanın tüm varları insan içindir. Her şey insanla birlikte ve onun elinde kıymetli. İnsan yoksa dünyanın ne kıymeti var. Demek ki önce zenginlik değil, önce insan. Bizim asli vazifemiz vasıfsız insan sayısını çoğaltmak olmamalı. Bu konuya işaretle Sayın Cumhurbaşkanımız, çok büyük bir cesaret örneği göstererek “biz dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz” dedi. Dedi ama maalesef henüz bunun altı dolmadı, doldurulamadı.
1997 yılında Bakanlık sorumluluğu olan Mehmet Sağlam, öğretmen açığı kapanırsa eğitim güzel olur diye düşünmüş olmalı ki öğretmen açığını kapattı. Hem de gençler arasındaki işsizlik oranını düşürdü. İşsiz olan ziraat mühendislerini ve veterinerleri öğretmen yaptı. Evet, yaptı ve oldu. Öğretmenin niteliği değil niceliği dikkate alınmıştı.
Sayın Ömer Dinçer’de(2011-2013), cesur ve kararlı bir bakandı. Güzel işlere imza attı. Ne var ki eğitimin temel direği olan öğretmenleri gücendirdi. Sert ve iletişime kapalı tutumu muhtemel yapacağı hizmetlere mani oldu.
Nabi Avcı (2013-2016) ne yaptı denirse, hatırda kalan maalesef bir şey yok. Dinlemesini bilirdi, muhatabına değer verirdi.
Ziya Selçuk (2018-2021)öyle güzel söylemlerle geldi ki “işte hayalimizdeki bakan” dedik. Ne var ki bu söylemlerin altına bir şey koymadı veya koyamadı.
Sayın Bakanım sizce bu gidiş nereye?
Yapmıyor muyuz? Yapamıyor muyuz? Yaptırmıyorlar mı?
Neden tarihteki ecdadın ve köklü medeniyetlerin eğitim sistemleri incelenmez.
Neden Peygamberimiz(sav)’in eğitim usulü incelenmez, neden Selçuklu, Osmanlı ve Endülüs’teki örnekler incelenmez?
Neden hâlâ öğretmensiz öğretim yapmaya çalışılır?
Hastalarımıza bakan doktorlarımız en az 12 yıl eğitim görüyorlar. İstikbalimizi hatta sonrasını hazırlaması istenen öğretmenlere 4 yıl yeter mi? Bu arada öğretmenlik akademisi prensip olarak güzel bir adım oldu bunu takdir etmeli. İçini nasıl dolduracaklar bilmiyorum. İnşallah kitaplara boğmaz da uygulamaya ağırlık verirler.
Rabbimiz eğitimin merkezine öğretmenleri koyarken biz neden hala derleme, toplama yazılan kitapları öğretmenlerin önüne geçiriyoruz?
Kusura bakmayın; sizi mutlu edecek bir mektup yazmak isterdim ama olmadı.
Saygılarımı sunuyorum.
Yıldırım Alkış
Emekli Milli Eğitim Müdürü
Teşekkürler Yıldırım Bey. İlave olarak öğretmenliğe suikast olarak gördüğüm şeyleri yazayım. Birincisi 70 li yılların sonlarında 45 günde mesleğe sokulan militanlar. İkincisi 97 yılında Her meslekten binlerce kişinin öğretmen yapılması. Üçüncüsü binlerce norm fazlası öğretmenin varlığı ve bunların atıl vaziyette bekletilmek ve yanlış eş durumu tayinleri.
SAĞ OL HOCAM
Yüreği yanan, sahadan, işinin ehli olduğu besbelli Yıldırım hocam Allah sizden razı olsun. GELİN ve yakınları umarım kulak verir ve onların da yüreğine ateş düşer.