Öğrenci kredilerinin enflasyon farkı eklenmeden ana para olarak ödenmesi bir ferahlık sağladı.
Muhalefet hemen bu sonucun alınmasında esas rolün kendisine ait olduğu propagandasını yaydı. Bu iktisaden sıkıntı doğuracak kararı veren hükümetin neleri göze aldığını görmezden gelmek anlamına gelir.
Hükümet doğru karar almamışsa bile borçluları rahatlatacak bir karar almayı tercih etmek zorunda kalmıştır. Keşke muhalefet sürekli azdırılan enflasyonu düşünerek böyle bir çözüm için sesini yükseltmese idi. Allah göstermesin, seçimi kazanmaları halinde şimdi övündükleri birçok şeyin ayaklarına bağ olduğunu göreceklerdir.
*
Türkiye’de okumuşluğa, tahsile ve bilhassa yüksek öğretime yüklenen değer, şöyle bir şiarın yaygınlaşmasına yol açmıştı: “Evladım, ceketimi satar seni okuturum!”
Bu söz bir kararlılık ifadesidir ve çocuğunu okutmak için her türlü fedakârlığı göze almak anlamına gelir.
Çocuğunu okutmaktaki ve bilhassa yüksek tahsil yaptırmaktaki bu kararlılık, günümüzün dünyasında mânasını kaybetmiştir. Tahsil, bilhassa yüksek tahsil devletten geçinmenin en mühim vasıtalarındandı. Devlet memuru olmak, hayatını garantiye almak için belli öğretim kademelerinden geçmek gerekirdi. Bu gereklilikte bir değişiklik olmamıştır, fakat bütün tahsil yapanların, bilhassa da yüksek öğretim görenlerin devlete kapılanması bugünkü şartlarda mümkün değildir. Mümkün olsa bile doğru değildir!
Geçen aylarda bir vesile ile Kahramanmaraş’ta bulunurken, eski çarşıları geziyordum. Bir dükkânın camekânında şu ilanı gördüm: “Okula gitmeyen çırak aranıyor!”
Okula gitmek Türkiye’de mecburi öğretim (4+4+4) 12 sene olduğu için 18 yaşa kadar çocuklarımızın öğretim çarklarının dişlileri arasında günlerini geçirmesi demektir. Bu süre içinde üretici olmak değil, tüketici olmanın kitabı yazılmaktadır. 18 yaşında liseyi bitiren bir gencin hayata dair öğrendiği en mühim alışkanlık tüketmektir. Gençler 12 yıllık mecburi öğretimden sonra hayata atılmak için bir beceriye ve birikime sahip değildir, o yaştan sonra da işe yarar beceriler kazanmak için hayli geç kalınmıştır.
O zaman yüksek tahsil mecburi istikamet haline gelmekte ve bir zorunlu öğretim devresine girmek için zorlu bir test çözme mücadelesine girişilmektedir. Üniversite kapılarında birkaç yıl beklendikten sonra iki veya dört yıllık bir fakülte veya yüksek okula kapağı atıp devletin isteyen herkese verdiği öğrenci kredisi ile yüksek tüketicilik ihtisası da tamamlanmaktadır. Daha sonrası da var ve Türkiye’de şu sıralarda yüzbinlerce genç yüksek lisansa devam etmekte ve nihayet artık yüz bini aşmış sayıda gencimiz de doktora yapmakla günlerini geçirmektedir. Böylece 12 yıllık mecburi öğretimden sonra 4+2+4 bir on yıl daha hayatın en verimli devresi heba edilmektedir.
Şunu demek istiyoruz: Yüksek tahsil yapması gerekenler yapsın, herkes değil! Yüksek lisans ve doktora için de aynı şeyi söylüyoruz. Yüksek lisans ve doktora birçokları için öğretim çarkının malzemesi olmaktan öteye gitmemektedir!
Yüzbinlerce belki milyondan fazla genç kredi almıştır-almaktadır. Kredi alınırken bir gün bunun ödeneceği düşünülmez. Ödeme safhasında gelindiğinde de bugünlerde olduğu gibi, son yıllarda yükselen enflasyon yüzünden göze yüksek görünen bir meblağ ortaya çıkar. Üniversite sonrası, eskiden olduğu gibi kesin iş garantisi demek değildir ve bu yüzden bu kredilerin ödenmesi büyük bir yük haline gelmektedir.
Bu tür kredi geri ödemelerinde faiz değil, enflasyon farkı devreye girmektedir. Bu birçok alanda işletilen bir sistemdir. Ev kiralarken olduğu gibi, ücretlere zam yapılırken de tefe-tüfe hesaplaması yapılmaktadır.
Öğretim kredilerinin geri ödemesinde de bu hesabın olması kaçınılmazdır. Yüksek enflasyon günümüzde bu hesabı içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Devlet ücretlere zam yaparken bu rakamların düşüklüğünü iddia edenler, devletin verdiği krediyi geri alırken yüksekliğinden söz etmektedir.
Seçim yakındır ve devletin hazinesinden aktardığı bir kaynağı koruyarak sürdürmek imkânı ortadan kaldırılmıştır.
Elbette öğrenci kredilerinin ana para üzerinden ödenmesi öğrenciler ve ebeveynler açısından bir ferahlık sağlamıştır. Bu yük onların üzerinden kaldırılmıştır, fakat şimdi o yük bütün milletin üzerine yüklenmiştir. Bu tür uygulamaların enflasyon azdırıcı tesirini bilmek için iktisatçı olmaya gerek yoktur.
Devlet yüksek tahsili teşvik edici kredi vermek yerine liseden sonra iş kurmak isteyenler kredi dağıtmalıdır. Öğrenciliği meslek haline getirmek değil, iş yapmak, üretmek, imal etmek gözetilmelidir.
Bunu devlet yaptığı gibi, millet de yapmalıdır. Babalarımızın “ceketimi satar seni okuturum” şiarı terk edilmeli, “arabamı, gerekirse evimi satar seni iş sahibi yaparım”a çevrilmelidir.
Bu zihniyet değişikliği için daha fazla geç kalmamalıyız!
Eyvallah…