Büyüklerimizden hep duyarız: Bir yere öğretmen geldiğinde yetmiş yaşındaki insanlar bile hürmeten ayağa kalkarmış. Maalesef şimdilerde öğretmene böyle bir saygıdan bahsetmek oldukça zor! Zira haberler içler acısı… Elbette bunda zamana ve zemine bağlı sebepler vardır. Hatta reel politikte izlenen siyaset de bundan berî değildir şüphesiz. Fakat mes’elenin bir de öğretmen tarafı var!
Maarif, kıyafetsiz olmaz!
Kubbealtı Lugatı’nda kıyafetin sadece isim olarak kök mânâsına bakılacak olunursa, “iz sürmek; vücut yapısından soyunu anlamaya çalışmak” anlamına geldiği görülür. Dolayısıyla bu mânâ bile insanda kıyafetin ne derece kıymetli olduğunu bize açıkça göstermektedir. Bunun yanında kelimenin lisanımızda kazandığı, “Bir yer, meslek veya döneme has giyiniş tarzı, kılık”, “Üste giyilen şeylerin bütünü, elbise ve aksesuvarı” ve “Görünüş, biçim, şekil” şeklindeki diğer mânâları da mes’elenin ehemmiyetini daha da pekiştirmektedir. Yani kıyafet, sadece bir “elbise” veya “aksesuvar”dan da ibaret değildir. Bir mesleğin, asıl en önemlisi de elbette bu kıyafete de bağlı asaletin bir nişanesi olmasından büyük bir kıymet taşır. Yahyâ Kemal’in bir şehir için “Şehirde kıyâfet, muâşeret, an’ane, hulâsa her şey Latin tarzındaydı” dediği gibi kıyafet her şeyden önce bir tarza gebedir. Ardındansa “muâşeret”, “an’ane” ve “hulâsa her şey” gelir.
Bu yüzden eskiden “Giyinişi düzgün olmayan, kılıksız” insanlar için “kıyafetsiz” denirdi. Hatta, bir kimsenin yüzünden ve dış görünüşünden ahlâkını anlama husûsuna dâir yazılan, ilm-i kıyâfetten bahseden “kıyafetnâme” adında eserler vardı. Bunların son meşhur misali ise Erzurumlu İbrâhim Hakkı hazretlerinin “Mârifetnâme”si içinde defalarca basılmış olan küçük bir manzum eserdi. Dolayısıyla “ilm-i kıyafet” terkibinden de anlaşılacağı üzere kıyafet, “İnsanın yüzünden ve vücut yapısından ahlâk ve karakterini anlama mârifeti” idi aynı zamanda. Giyecekleri eskimiş olan, kıyâfeti bulunduğu yere uymayan kimseler için “kıyafet düşkünü” tabiri kullanılır idi. Her ne kadar türedi olsa da dâvetlilerin çeşitli kıyâfetlere girerek katıldıkları “kıyafet balosu” vardı. Öyle ki “kıyafethane” adıyla müzeler kurulmuştu. Belki mes’elemiz bakımından en kıymetlisi de dâvet ve toplantılara resmî kıyafet giyerek katılma mecburiyeti, yani “kıyafet mecburiyeti” vardı.
Şimdilerde maarifte elbette hükümetin vermiş olduğu bir kararla bir kıyafet serbestîsidir almış, gidiyor. Elbette bunlar hürriyetimiz bakımından çok güzel şeyler! Fakat mes’elenin maarifte, doğrudan ilm-i kıyafete dönük bir tarafı da var. Yani efendim demem o ki maarifte bir yere kadar kıyafet serbestîsi makul sayılabilir. Daha fazlası ise toplumda maalesef bir âdâb ve muaşeret zaafı doğuruyor. Ben de bir öğretmen olarak kıyafet mecburiyetinden hiç hoşlanmıyorum, lâkin bu mecburiyetin yukarıda da görüleceği üzere kadim mazimizden gelen bir an’anesi de var efendim! Ne dersiniz, maarifte birazcık daha o eski kıyafet mecburiyetine dönsek daha iyi olmaz mı? Zira maarif, kıyafetsiz olmaz efendim.
Efendim ey meded!
Lutfî Baba soylamış, görelim cânım ne soylamış:
maarifim marifetim
asaletim kıyafetim
Lutfî Babam ilmi böyle
eksik olmaz ziyafetim…