1962 yılında Bolu’da doğdu. Küçük yaşlardan itibaren Arapça ve İslami ilimler öğrenmeye başladı. Eğitimine Kahire el-Ezher Üniversitesinde devam etti. Bazı arkadaşlarının yardımıyla Arapçasını ve İslami ilimlerini ilerletmek maksadıyla Şam'a gitti. Burada bir taraftan Fethü'l-İslam gibi klasik medreselerde İslami ilimler öğrenirken diğer taraftan da Daru's-Selam adlı devlet okulunda modern Arapça eğitimi aldı. 1982 yılına kadar Ezher Üniversitesi bünyesinde şer'i ve dini ilimleri tahsil etti. 1982 yılında Türkiye'ye döndü.
Zafer, Girişim, İslam Dergisi, Kodaya Ed-Düveliyye gibi yerli ve yabancı birçok yayın organı ve dergide makaleleri yayınlandı. Milli Gazete, Zaman, Yeni Şafak, ve Yeni Asya gazetelerinde dış haberler servisini yönetti ve makaleler yazdı. Özellikle Ortadoğu konusunda çalışmaları ve yazıları ile tanındı.
Yerli ve yabancı onlarca dergi ve gazetede yazıları ve makaleleri yayınlandı. Çeşitli güncel araştırma kitapları kaleme aldı. Yurt içi ve yurt dışında değişik konferanslara, birçok televizyon programlarına katıldı. Evli ve dört çocuk babasıdır.
İlahi sıfatlar veya kudret ile mücehhez beşeri tanrılara avatar diyoruz. Bu inancın menşei Hind kültürüne dayanmaktadır. Avatar yeryüzüne inen tanrının mücessem yani cisimleştirilmiş halidir. Tanrının yeryüzündeki mücessem şekillerine avatar denilmektedir. Yunan mitolojisine nazaran Hind mitolojisi genellikle mistiktir. Politeizm ilahi ve tevhit dinlerinin tahrife uğramış halidir veya Allah’ın sıfatlarının zattan bağımsız ele alınması ve bağımsız hale gelmesi denebilir. Mutezile nitekim sıfatların taaddüdüne ‘taaddüdü alihe’ demektedir. Mutezile, sıfatları zatında mündemiç olarak görmüş ve bunları bağımsız ya da yarı bağımsız okumanın politeizme(çok tanrıcılığa) kapı aralayacağını düşünmüştür. Onlara göre sıfatlar itibaridir ve tanım içindir. Yoksa zattan ayrı gayrı değildir. Çok tanrıcılık Nuh aleyhisselam döneminde sevilen insanlara perestiş edilmesiyle başlamıştır. Sonra heykelleri yapılmış daha sonra da kademeli olarak bunlara tapılmaya başlanmıştır. Allah inancının zayıfladığı dönemlerde bu eğilim yeniden nüksetmektedir. Bu açıdan sevgi ve saygıda ölçülü olmak zorundayız. Sevgi ve saygıda haddin aşılması sapkınlığı da davetiye çıkartıyor.
Bu işin iki ucu var. Birisi saygıda haddi aşmak. Diğeri de sevgide haddi aşmaktır. Saygıda haddi aşmak mesela insanlara kutsallık atfedilmesidir. Sözgelimi tarihçi ve Celal Şengör’ün kankası İlber Ortaylı Kemalizmin kutsal olduğunu söylemiştir: Kemalizm kutsaldır. Laf eden elenir! Bu bir anlamda onun münezzeh oluşundan kinayedir. Halbuki Kur’an Hazreti İsa’dan bahsederken, ‘ve cealeni mübareken eynema küntü’ demektedir. Burada Kur’an takdis ifadesi kullanmıyor. Mübarek ifadesi kullanıyor. Peygamberler masum ve mübarektirler. Lakin sıfatları arasında kuddüs ve subbuh yoktur zira bunlar Allah’a mahsustur. Bu sıfatları beşere yüklemek şirke kadar varır. İslam inancıyla bağdaşmaz. Kuddüs yani kutsal Allah’ın sıfatları arasındadır.
İlber Ortaylı bu yakıştırmasıyla Mustafa Kemal’i peygamberlerin üzerine çıkartıyor ve uluhiyet düzeyi atfediyor. Bu, Allah’a saygıda kusurdur. Saygı kuralının çiğnenmesidir. Nitekim bu alanda aşırıya gidenlerden birisi Cemal Kutay olmuştur ve ‘ona taabbüt et’ gibi ifadeler kullanmıştır. Genellikle Allah’a ibadet etmeyenler kula ibadet ederler. Burada da Cemal Kutay’ın aynı yolu tuttuğunu görüyoruz. Sapkın Atatürk muhiplerinden birisiydi. Burada profan olanın bir şekilde kutsileştirildiğini görüyoruz.
Sevgide sınır tanımayan veya haddi aşanlardan birisi de Zülfü Livaneli’dir. Bazı yazılarında Mustafa Kemal sevgisinde sınır tanımadığını göstermektedir. Şah İsmail Kızılbaşların avatarı idi ve Yavuz’un ona yönelik seferinin gerekçesi Şah İsmail’i tanrı gibi sevmeleridir. İran seferi için şu ayeti kendine şiar edinmiştir:
İnsanlardan kimileri vardır ki, Allah’tan başka bazı varlıkları Allah’a denk tanrılar sayar da bunları Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise en çok Allah’ı severler ( Bakara Suresi 165. Ayet). Zülfü Livaneli, Mustafa Kemal ile Churchill’i karşılaştırmış ve Mustafa Kemal’in Churchill’e ağır basacağını söylemiştir. Bu yöndeki sözleri şöyledir: “New York’ta UNESCO’yu temsilen katıldığım bir panelde eski Portekiz Cumhurbaşkanı Sampaio ile sohbet ediyorduk. ‘’20’nci yüzyılın en büyük lideri kimdir diye düşünüyorum, iki isim arasında karar veremiyorum’’ dedi. ‘’Churchill ve Mustafa Kemal arasında kararsızım.’’ “Hiç tereddüt etmeyin sayın Cumhurbaşkanı’’ dedim. “Mustafa Kemal, Churchill’i yenmişti. ’’
Şüphesiz bu bahse konu sevgiler kendiliğinden oluşan sevgiler olmayıp üretilmiş sevgilerdir. Churchill ile Churchilizm birbirinden ayrıdır. Birisi üretilmiş diğeri de onun gölgesinde kalmıştır. Nitekim Mustafa Kemal ile Kemalizm de ayrıdır. Birisi gerçek diğeri algıdır. Lakin gerçek algının gölgesinde kalmıştır. Birbirine karışmıştır. Churchill Osmanlı’yı yıkmış Mustafa Kemal ise bu sürecin başka bir etabını ve ayağını tamamlamıştır. Churchill Osmanlı İmparatorluğunu yıkarken İngiliz tacına hizmet etmiştir. Mustafa Kemal ise onun çığırını takip etmiş ve açtığı ve estirdiği rüzgarda bir ulus devlet kurmuştur. Biri yıkmış diğeri de enkaz üzerine Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. 1968 kuşağının hit yazarlarından Tarıq Ali, Winston Churchill adlı eserinde değindiği gibi Churchill sevgisi üretilmiş bir sevgidir (S: 7, ağorakitaplığı). Mustafa Kemal için de Kemalizm üzerinden aynısı söylenebilir. Hem Mustafa Kemal hem de Churchill sevgisi üretilmiş ve mübalağalıdır.
Süreçte profan olanlar kutsileştirilmiştir. Bu baptan olmak üzere Türkiye’nin normalleşebilmesi için bu anormal düşüncelerden ve yaklaşımlardan kurtulması gerekiyor.