Atasözlerimiz, eğer bir tür ile ilişkilendirilecekse mutlaka “hikmet” ile ilişkilendirilmelidir. Zira halk arasında hikmetin türlü tecellileriyle atasözlerimiz vücut bulmuştur. Tıpkı masallarda, hep havada asılı duran, fakat vakti saati geldiğinde muhatabının başına düşmeye hâzır ve nâzır elmalar gibi…
Töreli Türk Edebiyatı’mızda hikmet ve hakikatı, böylesine “içkin” ve “aşkın” sûrette dile getiren eserlerin başında “Divan-ı Hikmet” gelir. Kul Hace Ahmed, Türk benlik tasarımını âdeta hikmetleri üzerine bina etmiştir. Dolayısıyla bu hikmetler, Türklerin kadim yaşantı ve değerleriyle de her zaman bir uyum içerisindedir. Mesela aşağıya aldığımız hikmette her şeyden evvel “er” olmanın ehemmiyeti vurgulanır:
“kul hace ahmed er bolmasang ölgen yahşi
kızıl yüzüng kara yerde solgan yahşi
toprak-sıfat yer astıda bolgan yahşi
zâtı ulug hacem sıgınıp keldim sanga”
Bu anlayış ise “Er ol, er olmazsan kara yer ol” şeklindeki halk irfânına dayanmaktadır. Hiç şüphesiz bu erliğin en mütekâmil sureti ise peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s) şahsında varlık kazanmıştır. Hace Ahmed de bunu, “yamanlıkga yahşılık keramatlıg Muhammed/ tevfik bérgen zalımga celalatlıg Muhammed” şeklinde dile getirir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in amcası Hz. Hamza’yı şehid eden Vahşî’yi affetmesi akla gelmektedir. Bu durumda, “İyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik ise er kişinin kârı” atasözünde görüldüğü üzere er kişiliğin esası da Hz. Peygamber’e (s.a.s) bağlanmış olmaktadır. Dolayısıyla töreli edebiyatımızın sünnete dönük en güzel misallerinin atasözlerinde vücut bulduğunu söylersek herhalde yanılmış olmayız. Kısacası her türlü fiilimizde kılavuzumuz O’dur. Yine Hace Ahmed bizi “kılavuzsız uşbu yolga kirmeng dostlar” diyerek uyarır, zira “Kılavuzsuz yola çıkan yolunu şaşırır.”
Evet, bazı insanlar mala mülke çok güvendiklerinden kılavuzu pek önemsemezler. Fakat insan ecellidir ve hikmet de ona “kuvanma mâl u mülke kurıtur bu ecel âhir” der. Dikkat ederseniz hikmetler yaşantımıza dair hiç boşluk bırakmamıştır. Zira Türk’ün tefekkür âleminde hikmetin dolduramadığı hiç bir boşluk yoktur. Bu sebeple Hace Ahmed, hikmetlerinin sarrafa söylenilmesini ister. Zira, “Cevherin kadrini sadece sarraf bilir.”
Bu uğurda bazı bazı Hz. İsmail gibi cândan geçip cânâna yanmak da gerektir. Bir başka hikmet bize, “dîdâr üçün kurbân kılmagunça/ İsmâil dek dîdâr arzû kılmang dôstlar” der. Zira bu âlemde, “Cân vermeyince cânân ele girmez.” Dolayısıyla aşk derdiyle dertlenmek gerekir. “Işksız âdem âdem” değildir; “ışksız âdem hayvân cinsi”dir.
Fuzûlî’ye göre de âlemdeki her şey aşktan ibarettir: “Işk imiş her ne var Âlem’de / İlim bir kîl ü kâl imiş ancak.” Böylece aşk sahibi, sır sahibi olmuştur artık. Hikmet de bizi, “nâdânlarga sırr ma‘nânı aytıp bolmaz, ‘âkil bolsang nâdânlarga sır aytmagıl” diyerek uyarır. Ayrıca, “nâdânlarga aytsang sözin kabul kılmas.”
Esasında bilmek, özünü bilmekle de eş değerdedir. Zira, ancak “Özünü bilen Hakk’ı bilir.” “Özini bildi irse haknı bildi/ Hudâ’dın korktı vu insâfga kıldı.” Ayrıca hikmet bize, “Özüng bilmiş ilming birle amel kılgıl” der. Çünkü halk tefekküründe, “Âlim olan ilmiyle âmil olur.”
Er için en büyük tehlike ise kendi nefsidir. “kul hace ahmed nefsdin ulug belâ bolmas.” “Nefs yoluga kirgen kişi resvâ bolur/ yatsa kopsa şeytân birle hemrâh bolur.” Yani, “Nefsine uyan, şeytana uyar.” Bu uğurda tek çâre ise âşık olmaktır. Fakat, “âşıklığı uluğ iştür bilseng munı/ mihnet birle sınar irmiş Mevlâ’m sini.” Dolayısıyla âşığın işi hiç de kolay değildir: “Âşık işi âsân imes kılma bâzî.” Tabii âşıklığın mükâfatı da bir o kadar yücedir. Çünkü “âşık eren hergiz yolda kalmas.”
Hâsılı, yol eri yolda gerektir! Amma hangi yolda?
Sırât-ı müstakîm üzre kalınız efendim…!