Vasfında sözün hülasasını al,
İnsandı, fakat melekten eftal..
Sözlerin en güzeli hep O’nun için söylendi. Çünkü kainat, O’nun yüzü suyu hürmetine yaratıldı. İnsan aklının bildiği lisanlardaki bütün kelimeler bir araya gelse, denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa, Peygamber Efendimiz’in hüsn-i cemalini ve vasıflarını ifade etmeye yetmez.
Son baharın son demlerinde, Peygamber (S.A.V) Efendimizin kainatı şereflendirmesinin sene-i devriyesini idrak ediyoruz. “Mevlid-i Nebi”nin gönüllerimizi aydınlattığı günleri yaşıyoruz. Kainatın varlık sebebi olan Peygamber Efendimizi anmak ve anlamak için bir fırsat sunuyor “Mevlid-i Nebi“ bize. Alemlerin yaratılış sebebi olan Peygamber Efendimizi bütün yönleriyle tanımak, sünnet-i seniyyesine ittiba etmek, ebedi hayatımızı mamur edecektir. Baba olarak, aile reisi olarak, eş olarak, komutan olarak devlet adamı olarak, Allah Resulü insanlık için bir rehber ve önderdir. Bireysel ve toplumsal hayatın her alanına hitabeden mesajları, insanlık için hidayet kaynağıdır. Kur’an ve sünnet çizgisindeki hayat nizamı, insanlığın kıyametle sonlanacak hayat serüveninde, gerçek huzuru ve mutluluğu arayanlar için yol gösterici olmaya devam edecektir.
Tarih boyunca milletimiz, Peygamber Efendimizle derin bir sevgi bağı kurmuş ve hayatını, onun etrafında gelişen sevgi kültürü çerçevesinde şekillendirmiştir. Bu sebeple milletimiz, içinde Rasulullah (s.a.v.)’ın olmadığı sevgide bir hayrın olmadığı inancını taşımaktadır.
Tarihte Peygamberimiz Hazreti Muhammed kadar sevilen, bu derece uğruna canlar feda edilen bir başka insan yaşamamıştır. Ona olan sevginin gerçek manasını ve sınırlarını anlayabilmek için O’nun hayatını okuyarak kare kare hafızalara nakşetmek ve bu kareleri kendi hayatımıza model almak gerekir.
İnsanlığın ortak yurdu ve evi olan dünyada, herkesçe bilinen, küresel ölçekte yaşanan büyük acı ve sıkıntıların sona ermesi, ancak Peygamber Efendimizin evrensel boyuttaki mesajlarının hayat tarzı olarak benimsenip, yaşanmasıyla mümkündür.
Sanat ve edebiyatımızda Peygamber Efendimize olan sevgi, saygı müstesna bir yere sahiptir. Şairlerimiz, en güzel sözleri Peygamber Efendimiz için söylemişlerdir. Peygamber aşkıyla yazılan şiirler, gönül teline dokununca cezbeye tutulmuşcasına titretmiştir okuyan ve dinleyenleri.
Kadim şiirimiz, Allah ve Peygamber aşkının en güzel örneklerini ihtiva eder. Fuzuli’nin “Su Kasidesi”, Süleyman Çelebi’nin “Vesile’tün Necat”ı başta olmak üzere günümüze gelinceye kadar kaleme alınan şiirler Peygamber Efendimize duyulan sevgi, özlem ve saygıyı ifade etmiştir.
Şair olup da Efendimiz hakkında şiir yazmayan tek padişah yoktur. Bunlardan biri, Peygamber Efendimizin ayak izinin resmini çizdirip hilafet sarığının alın kısmında ömür boyu taşıyan Sultan I. Ahmed’dir…
O kadar ki, Efendimiz’in ayak izine (Kadem-i Şerif) bir de şiir yazmıştır:
“N’ola tacım gibi başımda götürsem daim,
“Kadem-i resmini ol Hazret-i Şah-ı Rasul’ün.
“Gül-i gülizar-ı nübüvvet o kadem sahibidir…
“Ahmeda, durma yüzün sür kademine o gülün.”
Osmanlının heybetli padişahlarından Yavuz Sultan Selim;
“Ey cemâl-i nûr-i çeşm-i evliya,
“Elmeded ey ma’den-i nûr-i Hudâ…
“Hâk-i pây-i tûtiyâ-yı asfiyâ,
“Elmeded ey ma’den-i nûr-i Hudâ” mısralarıyla Peygamber Efendimize olan sevgisini dile getirmiştir.
Osmanlının tahtta en uzun süre kalan ve “Muhibbi” mahlasıyla çok sayıda şiir yazan padişahı Kanuni Sultan Süleyman: “Nûr-ı Âlemsin bugün hem dahi Mahbub-u Hüda, “Eyleme âşıkların bir lâhza kapından cüda…
“Gitmesin nâm-ı şerefin bu dilimden dem be-dem,
“Dertli gönlüme devadır can bulur ondan safa” mısralarıyla Peygamber Efendimize duyduğu sevgiyi ifade sadedinde söz ipliğine mana incilerini dizmiştir.
Şair Nabi, Hac sırasında ayaklarını Medine’ye doğru uzatıp uyuyan Osmanlı Paşasına şöyle haykırmıştır:
“Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu!
“Nazargâh-i ilâhîdir, Makâm-ı Mustafâ’dır bu!..
“Habîb-i Kibriyânın hâb-gâhıdır fazîletde,
“Tefevvuk-kerde-i arş-ı cenâb-ı Kibriyâ’dır bu!” Mısraları Peygamber Efendimize olan sevgi ve saygının en mücessem misalidir.
Sultan II. Bayezid, İstanbul’da “veli” olarak tanınan Baba Yusuf’u Hacca uğurlamak için dergâhına gidiyor ve Ravza’daki kandillere konan yağın alımında kullanılmak üzere, hatırı sayılır bir miktar altın veriyor: “Bu, çalışarak kazandığım helâl paradır. Bu altınları Ravza-i Tahira’nın kandilleri için ayırdım. Allah Resulü’nün huzuruna varınca: ‘Ey Allah’ın Resulü, günahkâr kul Bayezid’in selâmı var, bu altınları türbenin kandillerine yağ alınması için gönderdi, lütfen kabul buyurunuz’ de.”
Kimseye anlatmamasını tembihledikten sonra, ağlayarak yanından ayrılıyor.
Osmanlı Devleti, her yıl, “Sürre Alayı” ile kutsal topraklarda yaşayan fakir-fukaraya dağıtılmak üzere külliyetli miktarda altın gönderdiği tarihi bir hakikat olup ecdadın Peygamber Efendimize olan sevgisinin harikulade sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra silâh bırakmak zorunda kalan Medine’nin son savunucusu “Çöl Kaplanı” unvanıyla meşhur Fahreddin Paşa’nın, İngilizlere karşı “Son Medine Savunması”, Peygamber sevgisinin en çarpıcı örneklerinden biridir.
Kılıcını İngilizlere teslim etmeyen Paşa, Ravza’ya gidiyor, kılıcını bırakıyor ve “Ya Resulüllah! Sünnetini savunmak için kuşandığım kılıcı yine sana emanet ediyorum” diyor, sonra komutanlarına şöyle bir teklifte bulunuyor: “Gelin hep beraber… huzurunda huşû ve vecd içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamber’imizin karşısında, aynı yemini tekrar edelim ve diyelim ki: Ya Resulullah, biz Seni bırakmayız!”
Mevlid Kandili’nin ruh ve gönül dünyamızın yeniden imarına;ümmetin uyanış ve dirilişine vesile olmasını temenni ediyorum. Bu vesileyle Mevlid kandilinizi en kalbi duygularla tebrik ediyor, Peygamber Efendimizin şefaatine nail olmayı Cenab-ı Hak’dan niyaz ediyorum.
Son söz sadedinde;
”
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü,
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü,
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin,
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü.
”
Konuralp USTA