Mehmet Âkif, ilim ve bilgiyle Allah’ın ayeti Kur’ân’a yönelinmesine işaret etmektedir. Âkif, Müslümanlarla Batı arasında mukayese yapar: “Allah´ın kitabında, Resulullah´ın sözlerinde her devrede yaşayacak insanların ihtiyacını temine kâfi hakikatler var. Yalnız o hakikatler ilimle meydana çıkar. Kur’ân, Ayetullah değil mi arzda sema da birer Ayetullah´dır. Bizim gibi geri milletler topraktan sade ekin alır; biraz daha gayret ederse su çıkarır. Medenî milletler ise maden çıkarır. Biz sudan yalnız değirmen yapıyoruz. Onlar elektrik istihsal ediyor. Biz buluttan yağmur topluyoruz; onlar yıldırım bile avlıyor! Maddiyat böyle olduğu gibi maneviyatta da böyle. Milletler nasıl bu yaratılış âleminden, bizden çok, hem kıyas kabul etmeyecek kadar çok müstefit oluyorlarsa âlim bir Müslüman da Kitabullahtan, ahâdisi nebeviye’den, şimdiki cahil Müslümanlara nispetle sonsuz hakikatler çıkarabilir. Yoksa vaktiyle icabı kadar tefsir yazılmış, elverir diyemeyeceğiz. Eslâf çalışmışlar Allah kendilerinden razı olsun, birçok eserler vücuda getirmişler, fakat dememişler ki: bu eserlerimiz kıyamete kadar size elverir. Siz artık çalışmayın da, yalnız bizim kitapları okuyunuz! Bilâkis demişler ki: Siz de çalışacaksınız. Hem bunları okuyacaksınız, hem de kendi fikrinizi ilâve ederek, zamanınıza göre yeni yeni eserler vücuda getireceksiniz. Böyle böyle sonuna kadar gidecek. Halk hayrını, şerrini bilmiyor. Çünkü büsbütün cahil. Biz okuryazar tabaka da zavallıları büsbütün makûs yollara sevk edip duruyoruz. Dört senedir ayaklanan, nihayet başımıza bu felâketi getirenlerin çıkarmış oldukları isyanların sebebi neydi? Hep cehaletleri kışkırttılar. Onlar da ne yapsın, hakikati hali fark edemedikleri için, her fesada kapıldılar.”[1]
Mehmet Âkif, din ile irfan arasında bir ilişki kurar: “Bu din, irfan dini idi, hâlbuki biz bugün milletlerin en cahiliyiz. Bu din, akıllıca yiğitlik dini idi, gayret dini idi; biz ise şu zamanda milletlerin en miskiniyiz!”[2]
Maarife Sarılmak…
Âkif, maarif konusunu sıklıkla ele alır ve onun hayatî öneminden bahsederek cehaletten kurtuluş yolunu, İslâm göstermektedir. O da ilimdir, fendir: “Maarif, maarif! Bizim için başka çare yok; eğer yaşamak istersek her şeyden evvel maarife sarılmalıyız. Dünya da maarifle, din de maarifle, ahiret de maarifle… Hepsi, her şey maarifle kaim. Bizim dinin cehalete tahammülü yok, cahiller eline geçince mahvolur.[3]
Hakikatin araştırılması, Mehmet Âkif’e göre, ilim ve irfanla gerçekleşir. Toplum araştırmacılarına göre duraklama ve gerilemenin sebebi, ilim ve irfanın bulunmasına bağlamaktadır. Dinî terbiye vererek faydalı çağdaş bilginin peşinde olarak, doğru ve gerçek fen ve tekniği bulmalı, almalı ve araştırmalıyız.
“Müslümanlığın ahkâmı, fıtratın ahkâmıdır. Hiç değişmez. Fikri beşerin terakkisi âlemi fıtratta yeni birçok hakikatler bulduğu gibi ayni terakki ile din-i Muhammedî içinde, yeni yeni birçok incelikler görülür, anlaşılır. Ne ile görülür ne ile anlaşılır ilim ile, irfan ile. Bütün içtimaiyatçılar arıyorlar, tarıyorlar, bizim inhitatımızı, inkırazımızı hep irfansızlığımızda, ilimsizliğimizde buluyorlar.
Evlâdımıza evvelâ dini terbiye vermeli; sonra asrın ulumu nafiasını, fünunu sahihasını öğretmeliyiz. Hem terbiyeye ailelerden başlamalıyız, bunun için de evvelâ kendimizi terbiye etmeliyiz.[4]
Âkif, Avrupalılardan alınması gerekenlerden bahsederken, onlara karşı dikkatli olunması konusunda ikazda bulunur. Ona göre Avrupa’dan alınması gereken ilim ve fendir. Batı’nın bilim, teknik, sanat ve sanayide ilerlemesi kimseyi yanıltmamalıdır. Onların insaniyetleri ile maddî alandaki terakkilerini, asla karıştırmamak gerekir. Batı, gerçek niyet ve emellerini sürekli gizler; İslâm coğrafyası üzerindeki emperyal plan ve projelerini hayata geçirmek için her türlü yöntem ve yola başvurmaktan çekinmez. Mehmet Âkif’in, Batı’ya Batı bilim ve uygarlığına bakışı, temkinli ve yol göstericidir:
“Avrupalıların ilimleri, irfanları, medeniyetteki, sanayideki terakkileri inkâr olunur şey değildir. Ancak insaniyetlerini, insanlara karşı olan muamelelerini kendilerinin maddiyattaki bu terakkileri ile ölçmek katiyen doğru değildir. Heriflerin ilimlerini, fenlerini almalı. Fakat kendilerine asla inanmamalı, asla kapılmamalıdır.”[5]
[1] Mehmet Âkif, İstiklal Savaşı Hitabeleri, 446-448
[2] Mehmet Âkif, “İslâm’ı Hayatımızda Yaşamak” İstiklal Savaşı Hitabeleri, 462.
[3] Mehmet Âkif, “İslâm’ı Hayatımızda Yaşamak” İstiklal Savaşı Hitabeleri, 468.
[4] Mehmet Âkif, “İslâm’ı Hayatımızda Yaşamak” İstiklal Savaşı Hitabeleri, 469.
[5] Mehmet Âkif, “Müslümanın Müslümandan Başka Dostu Bulunmadığı Hakkında”, İstiklal Savaşı Hitabeleri, 492.
Akif’e Allah gani Gani gani rahmet eylesin, makamı cennet olsun. Ancak o gün, O dahil hiç kimse eğitim sistemi ile gelen tehlikenin gelişini ve geliş yollarını sezememiştir. Ne idi tavsiyenin esası, ‘Batının bilimini ve fennini al, ama insaniyetini/ ahlakını alma’. Bu bir defa eşyanın tabiatına aykırı bir beklentidir. Çünkü bu, şu demektir: ‘et ye ama sakın etmen beslenme’. Herkes bu yolu tavsiye etmiş ve eğitim sistemi bu yolla içimize girmiş. Ama sonuç Akif ve diğer büyüklerimizin beklediği gibi olmamış. Yeni eğitim sistemi sadece bilim ve fen ile gelmemiştir. Hatta onlardan çok önce ‘bir dünya görüşü’ ile gelmiş ve 150 yıldan beri o dünya görüşünü bize kabul ettirmek için uğraşmaktadır. Bunu makalelerimizle biz deşifre etmekteyiz. Arz ederim.
Prof. Dr. Ömer ÖZYILMAZ, omerozyilmaz@msn.com