Hakikatte ilim ve fen, istenildiği ve değer verildiği yerde zenginleşir, tâliplileri artar. Hürmet ve saygı gördüğü ölçüde değer kazanır. Gelişir, ilerler ve terakki eder. Batı’nın bilim ve tekniği o kadar değer kazanmıştır ki, gelen her şey kabul edilmektedir. Hatta şer ve kötülük bile, bu etkilenmeyle İslâm dünyasına taşınmaktadır.
Niye ilmin adı yok koskoca millette bugün?
Çünkü efkâr-ı umûmiyye aleyhinde bütün;
Çünkü yerleşmek için gezdiği yerlerde fünûn,
Önce gâyetle büyük hürmet arar, sonra sükûn. [1]
Garb’ın eşyası eğer kıymeti haizse yürür,
Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür.[2]
Yaşadığı dönemde, bilim ve fen alanında çağdaş seviyeye sahip insanlarımızın yok denecek kadar az olması, Âkif’i üzmektedir. O, çağı okuyacak, bilim ve tekniği üretecek ilim insanlarımızın yokluğunu bir çığlık tizliğinde haykırmaktadır. Çok az sayıdaki ilim ve fen insanımızın da değerli bilinmemekte ve kıymetleri anlaşılmamaktadır. Teoride boğulan bilim insanlarımızı da, Milli Şairimiz, icraata, pratiğe sevk etmektedir. Pratik ve uygulamaları bilimler, günümüz dünyası en değerli hazinedir. Bilim ve tekniğin sözcülüğüne savunan az sayıdaki kişinin de kalıplaşmış birtakım cümleler ve sloganlarla hayatı ve dünyayı anlamalarının mümkün olmadığı bir gerçektir. Mehmet Âkif, bu tespitini anlamak için lise seviyesindeki bir eğitiminin bile çok olduğunu söyleyerek gerçeklikten ne kadar uzaklaştığının işaretlerini vermektedir.
Asr-ı hâzırda geçen fenlere sâhip denecek,
Bir adam var mı yetişmiş içinizden, bir tek?
Mütefennin tanılan üç kişinin kıymeti de,
Münhasır anlamadan, dinlemeden taklîde. [3]
Kim mesâîsini bir gâyeye vardırdı, hani?
Gösterin pâye-i tahkîke teâlî edeni?
Nazariyyâta boğulmakla geçen ömre yazık;
Amelî kıymetidir kıymeti ilmin artık.
Bu hakîkatleri lâkin kim okur, kim dinler?
Sivrilen zübbelerin hepsi beş on söz beller,
Düşünür «Dîni nasıl yıkmalı bunlarla?» diye.
Böyle bir maksad için çok bile i’dâdiyye![4]
Âkif, bir noktada Doğu’da Japonların, ilim ve fende almış olduğu mesafeye ve terakkisine şahit olur. Asya’nın fiziken bu küçük insanları, aslında büyük bir millet olmanın tüm özelliklerini gösterir. Nihayetinde Japonlar, Buda’ya tapan pagan bir toplumdur. Ancak onlardaki ruhî uyanış, İslâm’ın özündeki saflığın bereketini akla getirir.
Sorunuz, şimdi Japonlar nasıl millettir?
Onu tasvire zafer-yâb olamam, hayrettir!
Şu kadar söyleyeyim: Din-i mübînin orada,
Ruh-ı feyyâzı yayılmış, yalnız şekli: Buda.
Siz gidin, safvet-i İslâmı Japonlarda görün!
O küçük boylu, büyük milletin efradı bugün[5]
[1] Mehmet Âkif, Safahat, İkinci Kitap, Süleymaniye Kürsüsünde, 183
[2] Mehmet Âkif, Safahat, İkinci kitap, Süleymaniye Kürsüsünde, 171.
[3] Mehmet Âkif, Safahat, İkinci kitap, Süleymaniye Kürsüsünde, 183
[4] Mehmet Âkif, Safahat, İkinci kitap, Süleymaniye Kürsüsünde, 184.
[5] Mehmet Âkif, Safahat, İkinci kitap, Süleymaniye Kürsüsünde, 170-171.