Bütün kavramların anlamının tersine döndüğü, ihanete taalluk eden merhametlerin sergilendiği bu çağda, sömürgecilik dışında meselelerin gerçek halini bize anlatan başka bir kavram yok. Zihnimiz koca bir sahtekârlığa teslim. Hayat, Avrupalıların kurduğu bu son çağda, gerçeklerin ters yüz edildiği bir tiyatro. Tiyatro zira oyuncunun rol gereği söylediği /oynadığı ile kendi yaşamı arasında fark ne ise bu çağın söylemleri ile fiiliyatı arasındaki fark da öyledir. Misal özgürlük mü deniliyor aslında esaret anlatılıyor, bir sözün doğru olduğu mu söyleniyor aslında o bir yalan, bize akıllı olmamız mı öğütleniyor aslında sürü olmamız isteniyor, okumamız mı öğütleniyor aslında cehaletimiz isteniyor. Eğitimin de okulun da insanın da bir anlamı kalmadı artık. “Hayatın büyüsünü bozan” kapitalistler, Yahudiler ve İngilizler, yarattıkları simülasyon evreninde simülakrlar yetiştirerek egemenliklerini sürdürüyorlar. Bize tahsis edilen pay ise bu simülasyon ve gerçek dikotomisinde yalpalamak.
Bu durum muvacehesinde toplumların modern eğitimle gelişeceğinden değil hizaya sokulacağından bahsedebiliriz. Evet, modern okul hiçbir zaman sadra şifa olmadı: sadece bize değil, hiç kimseye sahici anlamıyla derman önermemiştir. O, baştan beri mahpushane, öğretmenler gardiyan, müfredat masivayı anlatan kutsal kitap. Hepimiz bunu biliyoruz, hepimiz birbirimize yalan söylüyoruz. Aslında herkes sahta dünyanın birer figüranı. Çünkü bilgi, yahudinin elinde bir uyuşturucu. Bilgi toplumu, bir prozac toplumu. Psikoloji ve sosyoloji felsefe tanrısının gayri meşru çocukları; coğrafya pranga takılan tabiat; fizik, kimya ve matematik “tedavülden çıkarılan” dinlerin müsveddesi ve okullar birer havra.
18. Yüzyıldan beri sekülerliğin yayılmasında, Protestanlığın ortaya çıkarak Hristiyanlığın bir kez daha parçalanmasında bu eğitimin gücünü görebiliriz. İktisadı kapitalizm haline çevirenler, eğitimin sonucundan biri olan ekonomiyi, ekonominin sonucu olan eğitime evirdiler. Eğitim, Yahudilerin, İngilizlerin ve dolayısıyla kapitalistlerin elinde sokağın dizaynı için kullanılan bir laboratuvar haline getirildi. Bu nedenle empirizm revaçta, bu nedenle tekniğe ve uygulamaya hapsedildi okullar, bu nedenle “publish or perish”, “project or perish” e odaklandırıldı akademi.
Bu tür öfke, sızlanış, itiraz ve isyan karışışında, mevcut seküler kapitalist nizama boyun eğmemizi isteyenler çözüm istiyorlar. Çözüm diye bekledikleri ise gaflet içinde yaşamanın mutluluk olduğuna bizim de inanmamızı istemeleri. Böyle bir mutluluk, sahtekârlıktır.
Meseleye ülkemiz özelinde de bakamayız. Türkiye eğitim konusunda özgün değil çünkü. Sömürgeci batının eğitiminin paydaşı olmaktan haz duymayı maharet zanneden eğitimcilerin çerçevesini çizdiği, içeriğini oluşturduğu ve dahası belki de en acıklı olanı itiraz edenleri bünyesine alarak asimile ettiği bir eğitime söylenecek bir şey yok. 20 yılı aşkın bir sürede eğitim konusunda hala bir şey yapılmamışsa iki şey var demektir: ya iktidar eğitimden memnun ya da eğitim iktidardan memnun. Her iki halde de söylenecek bir şey yok. Teknolojiyi ve ekonomiyi birinci planda görenlerle insanı, zihnini, ahlakını ve terbiyesini asıl mesele olarak görmeyenler tarihin her döneminde düşmanına dönüşmeye mahkûmdur. “Her iktidar bozar, mutlak iktidar mutlak bozar” özdeyişinin gerçekleşmesi bu tercihin neticesidir. Yoksa hayat bez parçası mıdır ki dura dura bozulsun.
Hem iktidar hem de çoğunluk, eğitimin mevcut halinden memnun. Öyle olmasa bir derdi olan insan nasıl devasını aramaz. Derman aramayanın derdi yoktur. Sohbet konusu olması, seçimlerde beyanname sayfası doldurması dışında ara sıra olan öyle ufak çaplı sızlanmalara, dertlenmelere aldanmamak gerek. Herkesin halinden memnun olduğu bir ahvalde yapılacak olan, yolunuz açık olsun temennisidir.