Bundan bir gün önce sosyal medyada Konya Eğitim Fakültesi’nden kıymetli hocam Prof.Dr. Kemal Kahramanoğlu’nun “Millî Eğitim ve Bakanlık” başlıklı bir paylaşımına denk geldim. Sevgili hocamın paylaşımı, Türk eğitim bürokrasisinin kısa bir genel çerçevesini de ortaya koyduğu için aynen alıntılamak istiyorum:
“Baktım; 1923’ten 2023 yılına kadar tam 65 Millî Eğitim bakanımız olmuş… Yani 100 yılda 65 bakan… Her “bakan”a ortalama iki yıl bile düşmüyor. Yoruma açık. İlk yorum benden, bu kadar yılda bakan olunur ama gören olunur mu?”
Kıymetli hocamın bu paylaşımına Mustafa Sözen Bey’in şu rivayeti de bizzat bürokratik erkin bile bunun farkında olduğunun, yani eğitim bürokrasimizin trajik hikâyesinin bizzat yetkilileri tarafından bile bilindiğini açıkça ortaya koyuyor:
“Bundan evvelki [Bakanımız] Sayın Mahmut Özer, (30) Kasım ayındaki Haliç Kongre Merkezi’nde bir soruma bu süreyi bana söylemişti. Millî eğitimde bakanların görev süreleri 2 bilemedin, 3 senedir, demişti Kemal Hocam [=Prof.Dr. Kemal Kahramanoğlu]”
Bunun üzerine hocam, Sözen’e gâyet haklı da olarak şu cevapları veriyor:
“İki yılda yüksek lisans tezi bile bitmiyor. Planlar, genelde 5 yıllık olmaz mı? Ama haksızlık etmeyelim içişleri bakanları daha fazla imiş. 65’e karşı 78 bakan…”
Evet, bu yorumlar eğitim gibi ülkemizde büyük bir “kaos” hâline gelmiş veya getirilmiş bir meselede çözüme tayin edilen sürenin (2 veya 3 sene) yetersizliğini de açıkça ortaya koyuyor. Hatta eğitim için tayin edilen bakanların durumunun yine ülkemizin jeopolitik konumundan kaynaklı bir başka büyük “kaos” alanını teşkil eden içişlerimizin durumuna yakınlığı da gerek “yetersizliği” gerekse “çözümsüzlüğü” açıkça teyit ediyor!
Türk kültürünün ekolojik evreninde doğal olarak yaşam bir “kaos” [=düzensizlik] ile başlar. Fakat günün sonunda yaşam “kozmos” [=düzen] ile biter. Örneğin destan, masal, efsane gibi kadim töreli anlatılarımızın tamamı da bir kaosla başlayıp kahramanların çoğu zaman muratlarına ermeleriyle nihayete erer. Bu durum esasında tıpkı “gece”nin (zulmet) ardından “gündüz”ün (nur/selam/esenlik) gelmesi gibi ilahî olan mesajın da bir tecellisidir aslında. Nitekim meseleye mitolojik cihetten yaklaşan Mircea Eliade buna “ebedî dönüş mitosu” adını veriyor. Yani kıyamete kadar yaşanacak olan ezelî ve ebedî bir döngüyle karşı karşıyayızdır artık… Dolayısıyla bizim bu ilahî de olan döngü karşısında meselelerimizde kadim veya sağlam adımlar atıp tevhide (vahdet) dönük bir uzlaşı içerisinde tüm sorunlarımızı çözmemiz çok elzemdir!
Bu bağlamda eğitim meselesine baktığımız zaman, karşı taraf tamamen seküler bir anlayışla, hatta tüm imam hatip okullarının kapatılmasına kadar varan âfâki bir yaklaşımla mutlak çözümü gereken eğitim gibi hayatî konuda yıllardır çözümsüzlüğün bir parçası oluyor. Haklı bir şekilde muktedirler de buna bir refleks olarak, elbette klasik anlayışa göre %99’u Müslüman olan halktan aldıkları büyük bir güçle, -belki maarif meselesinin (sorunlarının) tam manasıyla farkına varamadan- büyük ölçüde imam hatip okullarına odaklanarak çözümsüzlüğün bir başka parçası oluyorlar. Sonuç, yukarıda belirttiğimiz gibi şimdilik bir kozmosa dönüşemeyen sürekli bir “kaos hali”… Hâl, doğal seyrinde kozmosa dönüşemediği için de maalesef biz nesillerimizi kaybediyoruz! Dolayısıyla suçu birbirimize atmanın vakti de gayri çoktan geçti! Elbette sadece insafı elden bırakmadan ve nebevî terbiyede olduğu gibi unsuriyet dâvâsı (ırkçılık) ile dinî meselelerde gevşeklik göstermeden, fakat her çocuğun başlı başına bir birey/dünya olduğu gerçeğini de dışlamadan bir çözüme ulaşılması şart!
Çözüm mü? %48 ve %52 gerçeği karşısında, -kör dövüşüne girişmeden- müşterek ilkeler etrafında bir uzlaşı… Olmadı, buna dönük bir iradenin sergilenmesi bile yeterli olur inanın! Şâyet bunu yapabilirsek, böylece biz kaosun gerçek sebebini de açıkça görmüş olacağız. Kimin işin sadece siyasetinde veya çözümsüzlük tarafında olduğu da âşikârlık kazanmış olacak! Aksi taktirde, eğitimde “kozmos” bir hayaldir beyler! Maalesef, şu ana kadar gelinen noktada, eğitime dönük büyük ölçüde siyasî olan slogan veya sloganvari yazı ve yaklaşımlarla hayati bir mesele çözülmüyor! Demem o ki böylesine büyük bir taşın altına her iki tarafın da eşit ölçüde elini koyması şart… Yoksa reel politik alanda kangrene dönüşmekte olan meselemize ne olur başka çözümler (insiyatif) üretelim! Çözümsüzlüğün “çözüm” olduğu noktada belki de “sivil insiyatif” sadra şifâdır! Amma ne olur bu sorunu çözelim! Böylece akademik dünyada çağa dönük geliştirilen tüm yaklaşımlar da (?) yerli yerine oturmuş olur…
Efendim, “Yeni Türkiye Yüzyılı”nda ben Lutfi Baba’nın gönlünden geçen ve kaleminden dökülenler bunlar… Başka çözümü veya çözümleri olanlar varsa lütfen artık beri gelsin! “Başka Türkiye yok!”
Doç. Dr. Erhan ÇAPRAZ
Haklı bir şekilde muktedirler de buna bir refleks olarak, elbette klasik anlayışa göre %99’u Müslüman olan halktan aldıkları büyük bir güçle, -belki maarif meselesinin (sorunlarının) tam manasıyla farkına varamadan- büyük ölçüde imam hatip okullarına odaklanarak çözümsüzlüğün bir başka parçası oluyorlar.
Bu cümleye katılmıyorum.
İktidar sadece İmam Hatiplerin sorununu çözmüyor ki…
Sanki imam hatiplere öncelik verildiği için sorunlar artmış gibi…
Bir de çözüm önerisi bulamadım yazıda… Sivil inisiyatif demişsiniz ama çözüm?
Elbette sorunun pek çok kaynağı ve dayanağı var. Ben konunun daha ziyade ideolojik tarafına dikkat çekmek için “imam-hatipleri” öne çıkarmak istemiştim. Zira sizin de belirttiğiniz gibi, denizi geç/e/meden derede boğulmak gibi bir hastalığımız var maalesef … Sivil inisiyatif derken, bir “açılımı” da eğitim haketmiyor mu diye düşünmüştüm aslında! Hürmet ve muhabbetlerimle efendim.
Thanks, I’ve been looking for this for a long time