Allah’tan geldiği gibi kalan ve beşeri müdahaleye kapalı olan alana tevkifi alan diyoruz. İnanç ilkeleri, yasama (teşri) ibadet ve muamelat hukuku tevkifi alana girer. Endülüslü Zahiri mezhebinin ikinci kurucusu müçtehit İbni Hazm dilin de tevkifi alana dahil olduğunu ifade etmektedir. Ayette yer alan ‘Alleme Ademe’l Esma Kulleha/ Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti’ ifadesinden kimi müfessirler Allah’ın Adem’e bütün dilleri öğrettiği sonucu çıkarmışlardır. İbni Cinni ise bunun hilafına görüş belirtmiştir. Allah Adem Aleyhisselama dil üretme kabiliyeti vermiştir. Allah’ın Adem’e bütün dilleri öğrettiği tezine karşı çıkan dilbilimci İbni Cinni insanlığın atası Hazreti Adem’e dil üretme kudretini bahşettiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla diller tevkif-i alanla beşeri alanın karışımından, buluşmasından ve ilişkisinden doğmuştur. Kelamcıların ifadesiyle burada İkili bir taalluk söz konusudur. Nitekim Gazali ile kelamcılardan Seyfeddin Amidi dilin tevkifi mi yoksa beşerin koyduğu kurallar sonucu mu (vaz’i mi) geliştiği noktasında tereddüt etmişlerdir ( Et Tasavvur el Luğavi inde ulema-i usuli’l fıkh, Dr. Seyyid Ahmet Abdulgaffar, s: 53, Daru’l Marife el Camiiyye/Kahire ). Diller bu iki alanın ortaklığında gelişmiştir. Kullandıkça beşerileşmiş ve gelişmiştir. Lakin değişmeyen ilahi bir özü vardır. Dilin dokusu ve selikası vardır ve bu bütün dillerde ortaktır. İlahi özünden uzaklaşan dil vahiy ürünü alarak tekrar haziresine ya da ilahi kalıbına geri döner. Bu, Arapça İbranice diller için söylenebilir. Bütün dillerde ortak bir mantık örgüsü ve onun dışında anlam birliği veya beraberliği vardır. Müfredat farklı bile olsa da muhteva benzerdir. Kısaca bütün diller ilahi kökenli olması ve ardından beşer dairesinde gelişmesinden dolayı ilgiyi ve saygıyı hak etmektedir. Dolayısıyla dil ve diller insanlığın ortak mirasıdır. Herkesin ana dili farklı olabilir ama bu ötekilere ağyar gözüyle bakmasını gerektirmez. En azından korunması ve üzerine titizlenilmesi gereken ilahi bir emanet olarak görülmesi gerekir. Allah dil gibi insanlığı kabilelere ve cinslere ayırmıştır. Allah insanlığı kabile, soy ve sopa ayırarak tanışmayı murat etmiştir. Tanışmanın aracı da dildir. Bu da ilahi hikmetin iktizasıdır.
Dil alanından din alanına geçtiğimiz de Allah’ın isimlerinin tevkifi olduğunu söyleyebiliriz. Allah’ın güzel isimlerinin sayısı konusunda farklı değerlendirmeler vardır. Lakin hadislerde 99 maktu isimden bahsedilmektedir. Sözgelimi Allah’a alim denilir ama arif denilmez. Tasavvufta kademi rasih sahibi sufiler için arif-i billah denilir ama Allah için arif denilmez. Allah için alimin türevleri olan aliym ve allam isimleri de kullanılmaktadır.
Bu isimlerin dışına çıkılması noktasında beşeri bir tasarrufa gidilemez. Sözgelimi Allah hakkında mütefekkir veya mütekebbir gibi isimler kullanılamaz. Allah’ın isimleri arasında olan cebbar ise hatır güden ve hatırları tamir eden anlamındadır. Yoksa ceberrutluk yapan değildir. Yoksa sabur ismine ters düşerdi. İbadetlerin vakti, sınırları da Allah’ın buyruklarına tabidir. Nafileler konusunda güneşin doğuşu ve batışı anına denk gelmedikçe bir sınırlama yoktur.
İbadetlerin mevkuf yani tevkifi olması kadar duaların da me’sur yani büyüklerden menkul olmasına dikkat edilmelidir. Yoksa eslafa ve sahih bir geleneğe dayanmayan dualar rekik (dil örgüsü zayıf) ve cılız kalır. Elbette insan dilediği ve içinden geldiği gibi doğaçlama dua eder, Allah’’a yalvarır ve yakarır. Eşref saatlerinin genellikle kazası yoktur. Kul kulluk burçlarında bu vakitleri özel duaları için ganimet bilmelidir. Bununla birlikte büyüklerden menkul dualar edebe daha uygundur. Muhyiddin Arabi’nin dediği gibi men teşerrea tahallaka. Kim şeriat kalıplarına uyarsa ahlakını yüceltmiş ve damıtmış olur.
Mustafa Özcan