Vaktiyle Almanya’da görev yapan din görevlileri için düzenlenen sempozyumda bir tebliğ sunmuştum: “Din Görevlisinin Misyonu” başlığını taşıyordu. O zaman bu çalışma bir risale halinde din görevlilerinin bir bölümüne dağıtılmıştı. Bu yazımda o tebliğden esinlenerek ve günümüzdeki ihtiyacı dikkate alarak ilim adamının misyonunu bir nebze irdelemek istiyorum. Burada ilim adamından kastımız, vatanını seven, heveslerine ve nefsaniyetine kapılmayan, gerçekleri söylemekten çekinmeyen, inanan, inandığını yaşayan ve toplumunun ayrılmaz bir parçası olan ilim adamlarını kast ettiğimi peşinen ifade etmeliyim. Çok affedersiniz, tadına bakma merakıyla kendi b….unu yediğini, mini etekli öğrencisinin bacaklarını yakından görmek için ayağa kalkıp yanına yaklaştığını milyonların önünde ekranda ifade eden densizler haşa huzurdan… Bizim sözümüz inanan ve yararlı işler yapmaya çalışan bilim adamlarınadır.
İlim adamı kendisi için değil, toplumu için yaşayan, toplumunu önceleyen, toplumuna yol gösteren, yani toplumundan aldığını toplumuna veren kimsedir. Şağlık alanında çalışan doktor, hemşireleri ve tüm hizmetliler bu çerçevededir. Hangi ilim dalı olursa olsun, bilmeyenlere bilgi öğreten, günahkarlara tevbe ettiren, yanlış yolda yürüyenleri irşat eden kimsedir. İlahiyat ilimleri alanında çalışan alimler de dinî bilgisi olmayanlara hurafe karıştırılmamış doğru dinî bilgi aktarıp yoldan sapanlara yol gösteren, günah iş işleyenleri bundan vazgeçirmek için çırpınan saygın kimsedir. Gerek dünyevi ilimler alanında gerekse dinî ilimler sahasında çalışanların, bilgi ve düşünce üretenlerin bildikleri gerçekleri kimseden çekinmeksizin söylemeleri, gördükleri tehlikeleri açıklamaları, hata ve günahlara dalan toplum fertlerini irşat etmeleri en önemli görevleridir. Bu sebeple toplumumuzun, bilim adamlarımızdan beklediği önemli hizmetler vardır. İlim adamlarını toplum yetiştirir, onlar topluma borçludurlar, borçlarını ancak yol göstererek, tehlike anında uyararak irşat etmekle bu borçlarını ödeyebilirler. Gerçekler karşısında susan dilsiz şeytandır.
Ancak bu yol gösterme, uyarma ve irşat görevini ifa ederken son derece hassas davranmaları, toplumda hatalı kesimler varsa onlara karşı son derece nazik ifadeler kullanarak, aşağılamadan bu görevi yerine getirmeleri, bilgi hatası da yapmamaları gerekir. Bir doktorun görevi hastalanmış olarak kendisine başvuran kişileri tedavi etmek, bunu sağlamak için de onlara karşı nazikçe davranmaktır. Kaba davranan doktordan hastalar nefret eder ve tedavisiz kalırlar yahut da kaçarak ölürler. Bilim adamı irşatta bulunurken kendi düşüncesini ifade ettiğini, söylediklerinin mutlak anlamda doğru olmadığını, kendine göre doğru olanı söylediğini, işin en doğrusunu bilenin Allah olduğunu da sözlerinin bir yerine ilave etmesi gerekir. Bir tabibin “hastalığı anlayamadım, teşhis edemedim, başka bir uzmana git” demesini de bilmelidir. Değilse hastasına zarar verir. Bir İlahiyat hocasının da aynı yolu izlemesi gerekir: “Bu benim uzmanlık alanım değildir, benden daha iyi bilen uzmanlara git” diyebilmelidir. Böyle olursa karmaşa probleminin yarısı çözülmüş olur. Alim yanılmış olursa başkalarını da yanıltır, toplumuna zarar verir, topluma yol göstereyim derken yolunu saptırır, insanları yanlışa sevk eder.
Özellikle sosyal meselelerde daha hassas davranmak lazımdır. Bir ilim adamı hitap ettiği insanlara saygılı olmalı, kızarak, bağırarak çağırarak değil, onlara, Kur’an’ın metodu olan sevgi ile, merhametle, şefkatle ve yumuşak dil ile yaklaşmalı, nefsi ve nefsaniyeti işin içine katmamalıdır. Alim kişi her şeyden önce kibar, nazik, hoşgörülü ve yumuşak olmalıdır. Babam Hacı Hasan Efendi Rahmetüllahi aleyh “Sözün dişi kendin erkek olacaksın.” derdi. Hz. Peygamber (s. a.), hem akrabası hem amansız düşmanları olan Kureyş müşriklerinin direnişleri karşısında davasından asla taviz vermemesine karşılık, hiçbir muhatabını yahut muhatap olan Kureyş toplumunu azarlamamış, onlara hakarette bulunmamış, nefsaniyetlerini kabartacak sözler söylememiştir. Belki düşündüren ve insaf etmelerini sağlayacak sözler söylemiştir. Allah’ın rahmeti gereği onlara yumuşak davranmış, kibar davranmış ve %100 sonuç almıştır. Vefatında Mekke müşriklerinden kimse kalmamış, hepsi Müslüman olmuşlardır. Âlim kişi, “Hz. Peygamber (s. a.)’i izliyorum” derken nefsinin heveslerini izlemiş de olabilir. Bunun için Hz. Peygamber (s. a.)’i derinden tanımalı, sahabeyi ve ilk İslam alimlerini çok iyi kavramalıdır; hepimiz bunu yapmalıyız. Yoksa İslam davetinde ilerlemeden çok gerileme kaydetmek de söz konusudur. Hiçbir fahişe, kendisine fahişe denilmesinde mutlu olmaz, hiçbir fasık kimse kendisine fasık, ayyaş, sarhoş, sapık, katil, zani denilmesinden mutlu olmaz, belki rahatsız olur. Maksat kötülüklere engel olmaksa, kötüleri kötülemekle bu amaca erişemeyiz, belki nazik ifadeler ve güzel bir üslup kullanarak, sağlam bir yol izleyerek kötülüğü kötüleyerek erişebiliriz. “Amaca ulaşanlar usul bilerek ulaştılar, çukura düşenler de usulsüzlükten düşmüşlerdir.”
Facebook sayfamda yeri ve zamanı geldikçe, kalbime gelen düşünceleri dostlarımla, takipçilerimle paylaşıyorum. Bunu Allah rızası için yaptığıma inanıyorum. Bazı paylaşımların, bazı okuyucuların çok hoşuna gittiği için “yaşa, var ol, sağ ol, Allah razı olsun” gibi ifadeler kullanıyorlar. Bazı yazıları paylaşınca da “sana yakıştırmadık, geri al, sil, bu ne biçim yazı?” gibi küçültücü sözler yazıyorlar. Benim bu yazdıklarım, Allah ile aramızdadır. Kimseden karşılık, övgü beklemiyorum. Küçültücü ifadeler kullanılınca da vazgeçecek kadar basit düşünmüyorum. Bu gibi arkadaşlar, kendilerince bizi bi şeyden anlamaz, bilmez yahut şöyle, böyle” nitelendirmelerini, Müslümana yakışmayan davranışlar olarak görüyorum. 72 yıldır fiilen okuma, okutma ve araştırmaların içinde bulunan bu fakirin dilediği konuyu dilediği gibi yazmaya, istediği gibi ifade etmeye hakkı yok mudur? Eğer yazılarımda argo kelimeler, ağır hakaret kapsayan ifadeler kullanırsam kimse bana bana acımasın, terbiye sınırları içinde yazsın, ben onları değiştiririm. Bugüne kadar alimlerden düzeltme tenkidi aldım, fakat bu yüksek şahsiyetlerden küçültücü, alaya alıcı tek bir ifade almadım. Bu işte bağnazlar, cahiller ilerde görünüyor. Onlar bizi de düşünebilen ve İslam’ı anlatma misyonu olan biri olarak görme lütfunda bulunamazlar mı? Hem, bu zatların, çok sevdikleri bir hocanın bir hatasını yazmaya bile tahammül edememelerinin, İslam’ın hangi talimatında yeri olduğunu bilemiyorum. Benim aklım başımda, kitaplar önümde, kalem elimdedir. Peygamberî bir yol izleyerek bildiklerimi, ürettiklerimi toplumumla paylaşmaya devam edeceğim. Allah’ın en kıymeti hediyesi olan vaktimizi boşa harcamamak niyetindeyim.