eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
11°C
Ankara
11°C
Az Bulutlu
Perşembe Hafif Yağmurlu
10°C
Cuma Hafif Yağmurlu
8°C
Cumartesi Çok Bulutlu
6°C
Pazar Çok Bulutlu
7°C

Prof. Dr. Saffet KÖSE

1964 Balıkesir doğumlu, Balıkesir İmam Hatip Lisesi (1982) ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi (1986) mezunudur. Marmara Üniversitesinde yüksek lisans (1988) ve doktorasını (17 Ocak 1994) tamamlamış.. 1992 yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak göreve başlamıştır. Bir müddet araştırmalarda bulunmak üzere Mısır’da bulunmuştur (Ocak-Haziran, 1994). 18 Mart 1996 tarihinde yardımcı doçent, 1997 yılında doçent, 27 Mart 2003’te de Profesör olmuştur. 1999-2002 yılları arasında Bakü Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde üç yıl süreli olarak dekan yardımcısı ve öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. Prof. Dr. Saffet Köse, evlenmek isteyen ancak maddi imkânsızlıklar nedeniyle evlenemeyen gençleri evlendirmek amacıyla kurulan ve bu güne kadar binlerce gencin evlendirildiği “Gençleri Evlendirme ve Mehir Vakfı” mütevelli heyeti başkan vekilliği görevini sürdürmekte, İlahiyat Fakültesi Vakfının kurucuları arasında yer almakta ve halen bu vakıfta üyeliği devam etmektedir. Prof. Dr. Köse, 2013 – 2019 yılları arasında İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanlığı yapmış; 09.04.2018 tarihinde İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi rektörlüğüne atanmıştır. İngilizce ve Arapça bilmektedir.

    Huzur Adamız Ailemiz ve Eğitimi

    Eğitimde üç kurum etkilidir. Bunlar aile, okul ve toplumdur. Bu üç yapı arasında uyum söz konusu olduğunda çocuğun eğitimi hızlı, güçlü ve sürekli olur. Aralarında ideolojik çatışmalar bulunduğunda ise aşılması güç bir anomiden bahsedilebilir. Günümüz toplumlarında din eğitimi ve yerel değerlerin aktarımı bakımından Batı kültürünün aşındırıcı etkisi ve sekülerleşmenin güç bulmasıyla ülkemizde böyle bir sorun yaşanmaktadır. Bununla birlikte Türk milletinin güçlü aile yapısı ve aile fertleri arasındaki bağların sıkılığı dini bilincin korunmasında bir güç olarak öne çıkmaktadır. Ancak günümüzde modern iş hayatının ev içindeki zamanı daraltması, dijital ortamda arkadaşlık ilişkileri ve etkileşim aile fertleri arasındaki bağları sarsmakta ve zayıflatmaktadır. Bunun nasıl aşılabileceğine geçmeden önce İslam’ın temel kaynakları açısından ailenin çocuklarına karşı vazifelerinden bahsetmemiz uygun olur.

    Çocukların ağır bir imtihan (fitne) olduğunu belirten ayetler (Enfâl, 8/28; Tegâbün, 64/15) anne-babaların onlara karşı vazifelerini hatırlattığı gibi konunun zorluğuna da işaret eder. Bu zorluk, kuşak farkının yönetilememesi ve aile dışı etkileşimden kaynaklanabilir. Önce ilgili ayet ve hadislerin ışığında anne-babanın çocuklarına karşı vazifelerine sonra da bunun yerine getirilebilmesi için engellerin nasıl aşılabileceğine olan değerlendirmelerimize yer verelim.

    Kur’ân-ı Kerîm, çocuklara yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyacak bir bilinç kazandırılmasını ister (Tahrîm, 66/6) ve öncelikle çocukların namaza özen gösterecek şekilde yetiştirilmelerini ister: “Aile fertlerine namaz kılmalarını emret. Sen de ona sabırla devam et, biz senden rızık istemiyoruz, rızıklandıracak olan biziz. Güzel sonuç, Allah’ın emir ve yasaklarına içtenlikle bağlılık gösteren ve saygıda titiz davrananların (takva sahipleri) olacaktır.” (Tâhâ, 20/132).

    Namaz eğitimine küçük yaşta başlanarak temyîz döneminde bu işin halledilmiş olması gerekir. Çocukluğun bu devri, genellikle hayatın yedi yaş ile bülûğ çağı arasındaki kısmını kapsar. Temel özelliği çocuğun iyiyi-kötüyü, faydalıyı-zararlıyı belli ölçüde ayırabilecek akli olgunluğa ulaşmış, bu yönde meleke kazanmaya başlamış olmasıdır. Bu çağda kazanılan namaz bilinciyle çocuk, tam mükellef olduğu âkıl-bâliğ dönemine hazır olarak adım atar ve küçük yaşta kazandığı bu bilinç, hayatı boyunca kalıcılık arzeder. Bir anne-baba için çocuklarına dinî vecibelerini öğretip içselleştirmelerini, bir yaşam biçimine dönüştürmelerini, Allah’ın rızasını her şeyden daha önemli görmelerini sağlamaktan daha değerli bir şey olamaz. Bu ise küçük yaşlarda kazandırılabilir. “Ağaç yaş iken eğilir.” sözünün anlatmak istediği budur. İşte bunun için Hz. Peygamber çocuklara namaz eğitimine yedi yaşında başlanmasını istemiş ve on yaşına kadar bu sorunun halledilmesi gerektiğini bildirmiştir (Ebû Dâvûd, “Salât”, 26).

    Aile fertlerine karşı aile reisinin sorumluluklarını açıkça ifade eden ayetlerde özellikle namazın vurgulanması onun bütün ibadetleri bünyesinde bulundurmasıdır. Nitekim namazın maddi (necaset)-manevî (hades) temizlik bilinci oluşturması, oruç ve hacctan kesitler taşıması, zekat ile ayrılmaz bir bütünlüğe sahip oluşu, hicret ve mi‘racın özelliklerini göstermesi sebebiyle o, dinin direği (Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 49) ve cennetin anahtarı (Ahmed b. Hanbel, III, 330); kötülük ve çirkinliklerden alıkoyan özelliğiyle (Ankebût, 29/45) ahlakın teminatı ve dindarlığın ölçüsünü veren bir ibadettir. Hz. Peygamber’in şu hadisinde de bu husus teyit edilir: “Kimi kıldığı namaz kötülük ve çirkinliklerden alıkoymuyorsa, onun ancak Allah’tan uzaklığı artmıştır.” (Taberânî, el-Kebîr, XI, 54). Aynı yöndeki, “nice oruç tutanlar vardır ki onun yanına kalan açlık, nice gece namazı kılanlar vardır ki onun yanına kalan uykusuzluktur.” (İbn Mâce, “Sıyâm”, 21) hadisi davranışa yansımayan ibadetin içi boş, anlamsız, kuru bir şekilden ibaret olduğunu bildirmektedir. Hz. Peygamber’in: “Hiç bir anne-baba çocuğuna güzel terbiyeden daha değerli bir sermaye bağışlamamıştır” (Tirmizî, “Birr”, 33) hadisi namaz bilinci ile elde edilebilecek manevi bir güçtür.       

    Kıyamet günü kulun ilk hesaba çekileceği amelinin namazı oluşu, ondan hesabını kolay verenin diğer amellerinin muhasebesinin de kolay geçeceği (Ebû Dâvûd, “Salât”, 145) yönündeki Nebevi bilginin verdiği mesaj namazın bir başka açıdan önemini vurgular. Namazın dünyevi ve uhrevi faydaları sebebiyle çocuklara namaz bilincinin kazandırılması ve bunun öncelikli olarak yapılmasına dair talepler anlamlıdır.

    Kur’ân-ı Kerîm’de başkasından talep edilen ortak davranışın ya da yapılması istenen bir eylemin öncelikle o kişi tarafından yerine getirilmesinin tutarlılık açısından önemli olduğuna dikkat çekilir. Nitekim az önce üzerinde durulan ayette namazı emreden anne-babanın kendisinin de sabırla ona devam etmesi ve bu konuda çevresine örnek olması istenir. Aksi takdirde talepte bulunan inandırıcılığını kaybeder. Kur’ân-ı Kerîm bu hususa daha açık bir şekilde işaret eder:

    Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Böyle yapmanız Allah katında çok sevimsiz bir davranıştır.” (Sâff, 61/2-3); “İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz yoksa?” (Bakara, 2/44).

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.