Eğitimde üç kurum etkilidir. Bunlar aile, okul ve toplumdur. Bu üç yapı arasında uyum söz konusu olduğunda çocuğun eğitimi hızlı, güçlü ve sürekli olur. Aralarında ideolojik çatışmalar bulunduğunda ise aşılması güç bir anomiden bahsedilebilir. Günümüz toplumlarında din eğitimi ve yerel değerlerin aktarımı bakımından Batı kültürünün aşındırıcı etkisi ve sekülerleşmenin güç bulmasıyla ülkemizde böyle bir sorun yaşanmaktadır. Bununla birlikte Türk milletinin güçlü aile yapısı ve aile fertleri arasındaki bağların sıkılığı dini bilincin korunmasında bir güç olarak öne çıkmaktadır. Ancak günümüzde modern iş hayatının ev içindeki zamanı daraltması, dijital ortamda arkadaşlık ilişkileri ve etkileşim aile fertleri arasındaki bağları sarsmakta ve zayıflatmaktadır. Bunun nasıl aşılabileceğine geçmeden önce İslam’ın temel kaynakları açısından ailenin çocuklarına karşı vazifelerinden bahsetmemiz uygun olur.
Çocukların ağır bir imtihan (fitne) olduğunu belirten ayetler (Enfâl, 8/28; Tegâbün, 64/15) anne-babaların onlara karşı vazifelerini hatırlattığı gibi konunun zorluğuna da işaret eder. Bu zorluk, kuşak farkının yönetilememesi ve aile dışı etkileşimden kaynaklanabilir. Önce ilgili ayet ve hadislerin ışığında anne-babanın çocuklarına karşı vazifelerine sonra da bunun yerine getirilebilmesi için engellerin nasıl aşılabileceğine olan değerlendirmelerimize yer verelim.
Kur’ân-ı Kerîm, çocuklara yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyacak bir bilinç kazandırılmasını ister (Tahrîm, 66/6) ve öncelikle çocukların namaza özen gösterecek şekilde yetiştirilmelerini ister: “Aile fertlerine namaz kılmalarını emret. Sen de ona sabırla devam et, biz senden rızık istemiyoruz, rızıklandıracak olan biziz. Güzel sonuç, Allah’ın emir ve yasaklarına içtenlikle bağlılık gösteren ve saygıda titiz davrananların (takva sahipleri) olacaktır.” (Tâhâ, 20/132).
Namaz eğitimine küçük yaşta başlanarak temyîz döneminde bu işin halledilmiş olması gerekir. Çocukluğun bu devri, genellikle hayatın yedi yaş ile bülûğ çağı arasındaki kısmını kapsar. Temel özelliği çocuğun iyiyi-kötüyü, faydalıyı-zararlıyı belli ölçüde ayırabilecek akli olgunluğa ulaşmış, bu yönde meleke kazanmaya başlamış olmasıdır. Bu çağda kazanılan namaz bilinciyle çocuk, tam mükellef olduğu âkıl-bâliğ dönemine hazır olarak adım atar ve küçük yaşta kazandığı bu bilinç, hayatı boyunca kalıcılık arzeder. Bir anne-baba için çocuklarına dinî vecibelerini öğretip içselleştirmelerini, bir yaşam biçimine dönüştürmelerini, Allah’ın rızasını her şeyden daha önemli görmelerini sağlamaktan daha değerli bir şey olamaz. Bu ise küçük yaşlarda kazandırılabilir. “Ağaç yaş iken eğilir.” sözünün anlatmak istediği budur. İşte bunun için Hz. Peygamber çocuklara namaz eğitimine yedi yaşında başlanmasını istemiş ve on yaşına kadar bu sorunun halledilmesi gerektiğini bildirmiştir (Ebû Dâvûd, “Salât”, 26).
Aile fertlerine karşı aile reisinin sorumluluklarını açıkça ifade eden ayetlerde özellikle namazın vurgulanması onun bütün ibadetleri bünyesinde bulundurmasıdır. Nitekim namazın maddi (necaset)-manevî (hades) temizlik bilinci oluşturması, oruç ve hacctan kesitler taşıması, zekat ile ayrılmaz bir bütünlüğe sahip oluşu, hicret ve mi‘racın özelliklerini göstermesi sebebiyle o, dinin direği (Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 49) ve cennetin anahtarı (Ahmed b. Hanbel, III, 330); kötülük ve çirkinliklerden alıkoyan özelliğiyle (Ankebût, 29/45) ahlakın teminatı ve dindarlığın ölçüsünü veren bir ibadettir. Hz. Peygamber’in şu hadisinde de bu husus teyit edilir: “Kimi kıldığı namaz kötülük ve çirkinliklerden alıkoymuyorsa, onun ancak Allah’tan uzaklığı artmıştır.” (Taberânî, el-Kebîr, XI, 54). Aynı yöndeki, “nice oruç tutanlar vardır ki onun yanına kalan açlık, nice gece namazı kılanlar vardır ki onun yanına kalan uykusuzluktur.” (İbn Mâce, “Sıyâm”, 21) hadisi davranışa yansımayan ibadetin içi boş, anlamsız, kuru bir şekilden ibaret olduğunu bildirmektedir. Hz. Peygamber’in: “Hiç bir anne-baba çocuğuna güzel terbiyeden daha değerli bir sermaye bağışlamamıştır” (Tirmizî, “Birr”, 33) hadisi namaz bilinci ile elde edilebilecek manevi bir güçtür.
Kıyamet günü kulun ilk hesaba çekileceği amelinin namazı oluşu, ondan hesabını kolay verenin diğer amellerinin muhasebesinin de kolay geçeceği (Ebû Dâvûd, “Salât”, 145) yönündeki Nebevi bilginin verdiği mesaj namazın bir başka açıdan önemini vurgular. Namazın dünyevi ve uhrevi faydaları sebebiyle çocuklara namaz bilincinin kazandırılması ve bunun öncelikli olarak yapılmasına dair talepler anlamlıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de başkasından talep edilen ortak davranışın ya da yapılması istenen bir eylemin öncelikle o kişi tarafından yerine getirilmesinin tutarlılık açısından önemli olduğuna dikkat çekilir. Nitekim az önce üzerinde durulan ayette namazı emreden anne-babanın kendisinin de sabırla ona devam etmesi ve bu konuda çevresine örnek olması istenir. Aksi takdirde talepte bulunan inandırıcılığını kaybeder. Kur’ân-ı Kerîm bu hususa daha açık bir şekilde işaret eder:
“Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Böyle yapmanız Allah katında çok sevimsiz bir davranıştır.” (Sâff, 61/2-3); “İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz yoksa?” (Bakara, 2/44).