Günümüz İslam dünyasında taklit hâkim durumdadır. İki türlü taklitten söz edilebilir. Biri Batı taklitçiliği, diğeri doğu taklitçiliğidir. Batı taklitçileri günümüzde sahnede olup en tehlikelisidir. Bu tür taklitçiler fiilen İslam ülkelerinin kaderi hakkında söz sahibidirler. Batı taklitçileri Batı’da ne varsa aynen kopya eden ve bir adım ilerisine gitmeyen, Batı’yı mutlak doğru kabul eden, sınırsın otorite sayan, özgün bir çabası bulunmayan, kendini hesaba katmayan, kendine güvenmeyen etkili ve yetkili bazı kimselerdir. Bunun en tipik örneği bundan yaklaşık 30 yıl önce medyaya intikal eden Dr. Ziya Özel olayıdır. Özel laboratuar kuran ve bu laboratuarda kanser hastalarını zakkum bitkisi ile tedavi eden meşhur Op. Dr. Ziya Özel, hem duyurmak hem de teşvik etmek amacıyla zamanın Sağlık Bakanı Bülent Akarcalı tarafından medyada gündeme getirilmişti. Bakan, anılan doktorun yaptığı tedavinin umut verici olabileceğini, söyleyerek Dr. Ziya Özel’in arkasında durduğunu, yaptığı tedavilerin umut verici olduğunu, bu zatın desteklenmesi gerektiğini, yaptığı tedavinin diğer akademisyen doktorlar tarafından incelenerek kanser illetine karşı şifa bulunması gerektiğini bu ve benzeri ifadelerle ortaya koydu. Bu haber toplumda büyük bir heyecan uyandırmış mesele günlerce TV. Ekranlarında tartışılmış, açık oturumlar yapılmıştı.
TV.’deki bir açıkoturumda Türk Tabipler Birliği başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek, Dr. Ziya Özel’in yaptığı tedavi yöntemini şiddetle reddetmesine karşılık, TV. Ekranlarında şu mealde bir açıklama yapmıştı: “Eğer bu çalışma Batı’daki bir dergide yayınlanabilirse bunu ancak o zaman kabul edebiliriz.” Batı tıpta ve diğer bilim dallarında bizden daha ileride olsa da bu zihniyet Batıyı nas gibi kabul eden tipik bir taklit örneğidir. Bu zihniyet tamamen taklide dayalı, kendine güveni olmayan, kendini yok sayan sakat bir anlayışın ürünüdür. Aslında önemli olan doğu yahut batı değil, belki bir hastalığın tedavisidir. Eğer bu alanda ferdi çabası ile bir doktor tedavi gerçekleştiriyorsa, bundan bütün doktorların istifade etmesi, mutlu olması ve bu olayın esasını ortaya koyarak taklitten kurtulmak için çaba göstermesi gerekir. Batı taklitçiliğine Dr. Nusret Fişek’ten daha çarpıcı bir örnek bulmak mümkün değildir. O açık oturumu düzenleyenlerin ellerine dillerine sağlık. Bir gerçeği gün gibi aşikâr ettiler.
Batı taklitçilerince kendi insanımızın düşünce ve eylemlerinin ya da bizim ilim adamlarımızın buluşlarının bir değeri yoktur. Batıcılar bizim yaptıklarımıza ve bulduklarımıza eğer batılılar vize verirse ancak o zaman kabul etmektedirler. Benim çocukluk dönemimde Trabzon’un Sürmene ilçsesi ile Artvin’in bir ilçesinde mütevazı ev atölyelerinde kaçak olarak tabanca ve tüfek imal edildiği dilden dile dolaşırdı. Hem de orijinalinden daha sağlam imalat yapıyorlardı. Bunu yapmak suçtu. Bu sebeple zaman zaman bu suçu işleyenlere operasyonların düzenlendiğini basındaki haberlerden hatırlıyorum. Bu gibi zatların atölyelerine el konulur, üretimi yapan ustalar hapse atılırdı. İşte bunu yapanlar taklitçi zihniyetteki yetkili ve etkili insanlardı. Oysa bugün SİHA, İHA, TİHA’ları yapanlar onların torunlarıdır. Silah üretme ve kendimize güvenme becerimiz 65 yıl ertelendi. Bunu yapanlar hiç şüphe yok ki Batıcılardı. Şunu bilmek gerekir ki, Batılılar sürekli olarak kendilerinin taklit edilmesini, başka bir ifade ile kendilerinin daima önde gitmesini, Müslümanların ise geride kalmalarını; dolayısıyla Müslümanların kendilerine uydu durumuna gelmesini elbette isterler, bundan mutlu olurlar; kendi bünyemizden bir düşüncenin çıkmasını, bir buluşun gerçekleşmesini elbette istemezler. Müslüman beyinlerin çalışmamasından, sadece fotokopi makinesi gibi kullanılmasından elbette mutlu olurlar. Batıyı esas alan bir toplumda ne bilim olur, ne teknoloji gelişir. O düşüncenin sahipleri, kendilerini ilerlemiş saysalar da aslında hakiki gericilerdir. İslam ülkelerinin ilerlemesi, Müslüman toplumların canlanmasının önündeki en büyük engeli bu zihniyet mensupları teşkil eder. Her şeyden önce ülkemiz bu gibi geri kalmış kafalardan ya da kafasızlardan bir an önce kurtulmalıdır.
Doğu taklitçiliğine gelince, Müslümanların tarihten günümüze gelişme ve değişmesine engel olan müzmin bir hastalıktır. Müçtehit âlimlerin bundan on beş asır önceki toplum yapısına göre ortaya koymuş oldukları içtihatları, serd ettikleri düşünceleri, yapısal değişikleri dikkate almaksızın aynen kabul etmek ve uygulamaya sokmak taklittir. Müslümanların çabalarında doğuya yönelmiş olmaları en isabetli bir harekettir. Fakat doğudaki eski düşünceleri aynen kabul etmek ve öylece hayata aktarmak yanlıştır. Zira on beş asırdır nice olaylar ortaya çıkmış, yapısal birçok değişiklikler olmuş, aradan hayli zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ geçmiş asırlarda yaşamakta olduğunu farz ederek eski düşünceleri aynen kopyalayıp günümüze yapıştırmak da Müslüman’ca yaşamak isteyenlerin düştükleri büyük bir hatadır. Geçmişte yaşayan âlimlerimizin her alanda ileri sürdükleri düşüncelerden yararlanılmalı, fakat bunlar asla olduğu gibi taklit edilmemelidir. Nitekim bu tehlikenin farkında olan dört mezhep imamı, Müslümanların kendilerini sorgulamalarını, asla taklit etmemelerini tembih etmişlerdir. Bunlardan İmam Âzam şu dikkat çeken uyarıda bulunmuştur: “Nereden aldığımızı, kimden naklettiğimizi sorgulamadan hiç kimse için bizim görüşümüzü almak helal değildir.”
Yukarıda söz konusu edilen taklitlerden biri yeniyi, diğeri ise eskiyi taklit etmektir. Avrupa nispeten yeni, bizim tarihteki bilgilerimiz eskidir. Bu tür taklitler İslam âleminde düşüncenin donmasına ve gelişmelerin durmasına sebep olmaktadır. Kanaatimizce birinci derecede hakiki marka, süperlüx gericiler, yeniyi taklit eden, Batı’yı esas alan bu gibi gericilerdir. Çünkü bir şahsı yahut bir toplumu taklit edenler o kişi ya da toplumu aşamazlar, diama onların gerisinde kalırlar. Çağımızda özellikle ülkemizde yayılan Batı Düzeyine ulaşma düşüncesi bu gerici zihniyetin en tipik örneğini teşkil etmektedir. Çağdaş batılılar değil, belki çağdaş düşünceler ve çağdaş zihniyet esas alınmalıdır. Ülkemizde hem Batılılar hem de bazı şahıslar aynen taklit edilerek bu millet geri bırakılmıştır. Çünkü asırlar öncesinde ve yakın zamanlarda yaşamış bir kişiyi hiçbir eleştiriye tabi tutmaksızın taklit etmek, onlara aynen uymak söz konusudur. Bir şahsı yahut bir toplumu hiçbir analize tabi tutmadan aynen alıp taklit etmek ise bazı tabuların oluşmasına sebep olur. Milletler için en tehlikeli durum o millet bünyesinde tabuların oluşmasıdır. Tabular, milletler için en tehlikeli bir durumdur. Bir ülkede kalkınma ve gelişmenin birinci düşmanı hiç şüphe yok ki oluşan tabulardır. Tabularla dolu bir ülke yıkılır, sürekli ezilir. Çünkü tabuların hâkim olduğu yerde serbestçe düşünmek mümkün olmaz, dolayısıyla düşünce gelişemez. Düşüncenin olmadığı yerde kalkınma, gelişme ve ilerleme olamaz
Bu vesile ile günümüzdeki yeni bazı gelişmeleri sevinçle ve mutlulukla karşıladığımızı ifade etmeliyiz. Teknoloji alanında taklitten kurtulup hızlı bir gelişmenin adımları atılmaktadır. SİHA, TİHA, İHA, TURKOVAK benzeri buluşlar ülkemiz için hem umut vericidir, hem de gurur vericidir. Bu gelişmeyi can-ü gönülden tebrik eder, dini alanda de benzer gelişmelerin gerçekleşmesini Yüce Rabbimden niyaz ederim.
Özetle: Genelde İslam dünyası, özelde Türk dünyası bu tehlikeli çağdaş taklitten uzak durmalı; hem dini hem de dünyevî alanda kendini yenilemeli, gelişmeli ve kalkınmalıdır. Bundan başka çıkar bir yol bilmiyoruz.
30 HAZİRAN 2024–https://www.maarifinsesi.com/islam-dunyasinda-kalkinmanin-onundeki-buyuk-engel-taklitcilik/