eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
21°C
Ankara
21°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
25°C
Cumartesi Az Bulutlu
23°C
Pazar Az Bulutlu
24°C
Pazartesi Açık
26°C

Doç. Dr. Erhan ÇAPRAZ

1979’da Kayseri’de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini doğduğu ilde tamamladı. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdi (2001). Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Türk Halk Edebiyatı” alanında “Fahri Bilge Defterlerindeki Kayseri ve Yöresi Halk Şairleri (İnceleme-Metin)” adlı teziyle yüksek lisans programını (2005); “Sosyo-Kültürel Bağlamda Kayserili Rûzî (İnceleme-Tenkitli Metin)” adlı teziyle de doktorasını tamamladı (2015). Bartın Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı (2014). Daha sonra Nevşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Halk Bilimi Bölümü’ne atandı (2016). Bir süre Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde görev yaptı (2019-2021). 6 Ağustos 2021’den beri atandığı Bolu Abant İzzet Baysal Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde görevine devam etmektedir. Eserleri: Fahri Bilge Defterleri/Kayseri ve Yöresi Halk Şairleri (2014), Kayseri Türküleri ve Oyun Havaları (Erol Aksoy ile, 2019), Âşık Rûzî ve Şiiri (2020), Karacaoğlan (2020), Pir Sultan Abdal (2021), Bedriddin ile Zöhra Hikâyesi (2021).

    Nebevî terbiyede maarif…

    Nebevî terbiyenin usule dönük esaslarının Bedir gazvesinde belirlendiği görülmektedir. Malûm olduğu üzere gazvede alınan esirlerin on Müslüman çocuğa okuma-yazma öğretmeleri şartıyla serbest bırakılmaları, gerek bu esirler gerekse diğer Müslüman muallimler tarafından okuma-yazmanın öğretildiği “küttab” adı altında yeni bir öğretim tarzının da başladığını gösteriyordu. Bu duruma bağlı olarak daha o devirde çocuklara okuma-yazma ve dinî bilgilerin öğretildiği pek çok küttab açıldı.

    Ashâb-ı kirâm ise evlerini de okul hâline getirmişlerdi. Mescid-i Nebevî’deki Suffe’nin eğitim ve öğretim faaliyetleri için yetersiz kalması üzerine Medine’de bazı evlerde “Dâru’l-Kurrâ” denilen okullar açılmıştı. Rivayete nazaran Mahreme bin Nevfel’in evinin bir kısmı veya ta­mamı Kur’ân öğretimine tahsis edilmişti. Bu Dâru’l-Kurrâ’ya, Abdullah bin Ümmi Mektûm (r.a.) da misafir olmuş ve orada ders okutmuştur.

    Rasûlullah (s.a.s.), Hevâzin esirlerinden birini Hazret-i Ali’ye (r.a.) verip: “Ona Kur’ân’dan bir şeyler öğret!” buyurmuştur. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 105; İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 292). Her ne kadar senet olarak zayıf bir hadis kabul edilse de sahih bir mânâsı olan “İlim Çin’de de olsa gidip alınız. Muhakkak ki İlim talebi her Müslüman’a farzdır” şeklindeki sözlerle de bu öğretim ve öğrenme metodunun tüm cihana şâmil kılındığı görülmektedir. Dolayısıyla Bedir’de alevlenen maarif ateşinin açılan küttablar sayesinde hudutlarını da epeyce genişlettiği görülmektedir. Nitekim Allah Rasûlunun (s.a.s.), “…Yeryüzü benim için mescid ve temiz kılındı…” (Buhârî, Teyemmüm 1) şeklindeki buyurmaları da  “şuur”un temelinin aslında “mescid” olduğunu bize açıkça gösterir. Yâni, dünyayı bir mescid gibi irşâd ile âbad ederken aynı zamanda yeryüzünde hiçbir şeyi O’na (C.C.) ortak koşmamayı da tüm insanlığa telkin eder. Bu yüzden Rabbimiz Cin suresinin 18. âyetinde bizi “Mescidler Allah’a ibâdet etmek içindir. Öyleyse Allah’tan başka hiçbir kimseye, hiçbir şeye el açıp yalvarmayın” şeklinde uyarmaktadır. O halde açılan küttabların temelinde de doğrudan mescid şuurunun yattığı unutulmamalıdır!

    Şimdi ise gelelim bugünkü maarifte şuurun vaziyetine… İsterseniz, önce her konuda örnek aldığımız Batı’ya bir bakalım. Aslında Salih Uyan Bey’in Twitter sayfasından aldığımız şu anektod, Batı’yla birlikte bizim de maarifteki durumumuzu dolaylı olarak işaret etmesi bakımından hayli dikkat çekicidir:

    “Yaklaşık on yıl önce bir fuar programı için İngiltere’ye gitmiştik. Bu ziyaret sırasında, İngiltere’nin en başarılı birkaç okulunu görmek istedik. İngiliz bir eğitimci bize Eton College ve The Abbey School’u ziyaret etmemizi tavsiye etti.

    İlk önce Eton College’a gittik. 1441 yılında Kral VI. Henry tarafından kurulan okulda sadece erkek öğrenciler vardı. Ve hepsi yatılı okuyordu.

    Okula girerken, çimenlere uzanmış geyik yapan veya gitar çalan gençler göreceğimi zannetmiştim. Çünkü yurt dışı eğitim firmalarının gönderdiği broşürlerde hep böyle manzaralar görmüştüm. Ama okula girdiğimizde hiç böyle bir ortamla karşılaşmadık.

    Öğrenciler asker gibiydi. Teneffüs saatinde bile alçak bir ses tonuyla konuşarak etrafta geziniyorlardı. Hepsinin yüzünde büyük bir ciddiyet vardı.

    Okulu gezdiren yetkili, bu okulun mezunları arasında birçok başbakan, aristokrat ve bilim adamı olduğunu söyledi. Okul koridorlarından geçerken ses çıkarmamak için büyük gayret sarf ettik. Ve hep fısıltıyla konuştuk.

    Okul müdürüne bir ders gözlemi yapmak istediğimizi söyledim. Adam çok net bir şekilde itiraz edip, “Dersleri bölemeyiz” dedi. “Hayırdır, içeride atomu mu parçalıyorlar?” diyecektim ama demedim. 

    Daha sonra Abbey School’a gittik. Bu okul da 1887 yılında kurulmuş bir kız lisesiydi. Ortam yine benzerdi. Okulun geneline büyük bir ciddiyet hâkimdi. Kütüphanede onlarca kız hiç konuşmadan ders çalışıyorlardı. Okul müdürü ülke genelinde not ortalaması en yüksek öğrencilerin o okuldan çıktığını büyük bir gururla anlattı. Bu okulda da sınıflara giremedik.

    Okul müdürüne, “İngiltere eğitim broşürlerinde, hep bir parti havası var. Ama burada hiç öyle bir ortam yok” dedim gülerek.

    Kadın, “O broşürler genelde yabancı öğrenciler için hazırlanıyor. Dışarıdan gelen öğrenciler öyle bir ortam istiyorlar demek ki” dedi. Sonra da “Biz bu okullara zaten pek yabancı öğrenci almıyoruz. Burası Birleşik Krallığın geleceğine önemli insanlar yetiştirmek için var” diye de ekledi. Canım sıkıldı.

    Sonraki yıllarda Güney Kore’de, Amerika’da, Almanya’da ve İspanya’da okul ziyaretlerimiz oldu. Ülke çapında başarılı olan okullarda yine benzer bir ciddiyet hâkimdi.

    Bu okul gezilerinde şunu çok iyi anladım. Gençlere kendi ülkelerinin geleceğiyle ilgili bir misyon yüklemediğiniz zaman, gereksiz ne var ne yok yükleniyorlar. Hatta gereken şuur verilmediği zaman, öğrenci bilgiyi de bir yük olarak taşıyor.

    Hâl böyle olunca öğrenilen bilgiler insanı bir adım öteye taşıyamıyor.

    Hasıl-ı kelam, bazı gelişmiş ülkeler, kendi ülkelerini yönetecek insanları işte böyle ortamlarda yetiştiriyorlar. Ama diğer ülkelerden eğitim için gidenlere bol partili ve bol kahkahalı ortamlar sunuyorlar. Küreselleşmenin özünde zaten bu var. Dışarıya eğlence ihraç et. Bol bol eğlensinler. Ama sen kendi elit grubunu büyük bir ciddiyetle yetiştir.

    Sonra ciddiyetle ve derin tarih bilinciyle yetiştirdiğin bu insanlar, eğlenceyi bir ihtiyaç olarak gören ve geçmişinden kopuk olanları yönetsin.

    Onların eğlencesi de bu demek ki!”

    Bugün hâlâ maarifte muktedirlerin bile kendi çocuklarını Amerika, İngiltere gibi gelişmiş ülkelere gönderdiklerine bakılırsa maarifimizi maalesef küreselleşmeye kurban ettiğimiz görülmektedir! Fakat en baştan beri ele aldığımız üzere, asıl en önemli mes’ele, aslında nebevî terbiye usulünde esas olan “mescid” şuurunun maarifimizde aşılanamamasıdır. Hâl böyle olunca da sahih olduğu içün ilimi Çin yerine, Batı’da, örneğin İngiltere’de arıyoruz. Lâkin onların maarifteki başarılarının asıl sırrının da “mescid şuuru”nda gizli olduğu açıktır. Demem o ki maarifte sâdece, bu anektodda da geçen “kız” ve “erkek” ayrımı mes’elesine odaklanmak yerine, atlamaksızın her bir talebemize bizi biz yapan esas değerlerimizi, hülâsa “mescid şuuru”nu kazandırmanın çarelerinin peşinden koşsak, ne dersiniz, daha iyi olmaz mı? Ve dahi bu ümmete daha çok yakışmaz mı?

    Arefî’m soylamış, görelim cânım ne soylamış:

    İster kız isterse erkek

    Maarifte şuur gerek

    Arefî’yem bu cihanda

    Mescid yapmak büyük emek…

    Doç.Dr. Erhan ÇAPRAZ

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.