Prof. Dr. İsmail AYDOĞAN
Hem eğitimin hem de öğretimin sadece okullarda gerçekleşmesi oldukça zordur. Eğitim ve öğretimin okul dışındaki hayatta da pekiştirilmesi gerekir. Ancak o zaman, gerçek öğrenmeden bahsedebiliriz. Belki kimi ülkelerde olduğu gibi okulu sadece sınıfların olduğu yerler olmaktan çıkarırsak, hayatı okula getirebilirsek ödevlerin çoğunu okulda yapmak mümkün olabilir. Ancak bunun için eğitim sistemini bütün yönleriyle ele almak, yeniden revize etmek gerek. Bu da bizim ülkemizde şu an için çok zor. Böyle olsa bile ödevlendirme, öğrenciyi sorumlu birey olarak yetiştirmede eğitimin esas unsuru olmaya devam eder. Çünkü ödev, okulda yapılan öğretimin pekiştirilmesini sağladığı gibi çocuğa, gence yani öğrenciye sorumluluk duygusu aşılar, zamanını yönetme alışkanlığı kazandırır, planlı ve programlı yaşamayı öğretir.
Ev ödevi meselesi ile eğitimdeki başarı doğru orantılıdır. Ödev arttıkça öğretimdeki başarıda artar. Ödevlendirme ilkokulda az, ortaokulda orta düzey, ortaöğretimde çok olur. Yani sınıf seviyesi yükseldikçe ödev artar. Bu gayet normaldir. Ayrıca ev ödevini uzun-kısa diye değerlendirmek de doğru değil. Uzunluk-kısalık gibi ödevle ilgili özellikler okula, derse yahut konuya göre değişir.
Öğrencinin hem eğitim hem de öğrenim gelişimini bildiği için ödev vermek, öğretmenin tasarrufundadır. O kime ne kadar ödev vereceğini bilir. Çünkü öğrencilerin öğrenme düzeylerine, şekillerine, aşamalarına yakinen şahittir. Öğrencinin hangi alanda eksik olduğunu bildiği için öğrencilere verdiği ödev farklı da olabilir. Öğrenciyle sürekli içli dışlı olan öğretmen, kimi zaman sınıfın tamamına kimi zaman sınıftaki bazı öğrencilere kimi zaman da sadece sınıfta bir öğrenciye ödev verir: Bazı öğrencinin bir konuda eksikliği fazladır, ona çok ödev verir, bazısının o konuda eksikliği azdır, ona az ödev verir. Öğretmenin bu gelişim takibini yaptığını bilmeyen kimi insanlar (anneler, babalar, kardeşler, vb.) öğretmen hakkında, çok ödev veriyor ya da az ödev veriyor diye yersiz eleştiriler yapar. Kendini bilen öğretmen elbette bunlara aldırış etmez. Öğretmen-öğrenci arasındaki bu işbirliği dışardan görülmez, anlaşılmaz, zira hissi bir olaydır.
Ancak aileler ve siyasiler başta olmak üzere sınıftaki eğitimle ilişkili olmayan kişiler, yaklaşık 20 yıldan beri, öğretmenin her işine karışarak, sorumluluklarını yerine getirmesine müsaade etmeyerek öğretmenin eğitim sistemindeki o devasa eğitimci rolünü iyice azalttılar ve öğretmeni silikleştirdiler. Neticede öğretmeni etkisiz ve yetkisiz bir gardiyan haline getirdiler. Elbette bunda neoliberalizmin pervasızlığı ile öğrenci merkezli eğitim gibi Protestan ruhlu modellerin uygulanmasının da etkisi yadsınamaz.
Son yıllarda buna eğitim bakanlarının ara tatillerde öğrencilere ev ödevi verilmemesi çağırısını da eklemek lazım. Hiçbir akademik temeli olmayan bu çağrılar öğretmenin toplumsal değerini düşürmeye neden oluyor aslında. Öğrenciye ev ödevi verilip verilmemesi siyasi olarak yahut en tepeden verilecek bir karar değil. Bu mesele eğitim meseledir ve sadece öğretmenin karar vereceği bir şeydir. Bakanların bu konuda yapacakları tek şey, bu işlere karışmamalarıdır. Bakanlık okulları müfredat dışı etkinliklere uygun hale getirmede ve şu an olduğu gibi kurslar konusunda yetkilidir. Ev ödevi konusu ise öğretmenin sorumluluğunda ve yetkisindedir.
Dolayısıyla öğretmenin sorumluluğunda olan bir meseleye en üst makamdan müdahale etmek, öğretmenlerin hem toplum nezdindeki saygınlığına hem eğitimci rolüne zarar verir, moralini bozar, korkak-ürkek hale getirir, öğretmene “ayar vermeye” çalışan çevrelere cesaret verir. Dolayısıyla ülkemizde zaten sağlam olmayan eğitimin tabiatını biraz daha bozmaya yarar. Maalesef bu sene de aynı yanlış yapıldı.