Eğitim meselesinde yıllardır içinden çıkılamayan bir kuyu da öğretmen yetiştirme konusudur. Son dönemlerde öğretmen atamalarındaki sınav ve mülakat uygulaması, Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen yetiştirmeyi de uhdesine almak üzere öğretmen akademisi kurma girişimleri ve eğitim fakültelerinin gereksiz hale geldiğine ilişkin dedikodular bağlamında bu kuyudaki tartışmalar yeniden alevlendi, çıkarılamayan taşların sayısı ve ağırlığı arttı.
Türkiye’de 208 yükseköğretim kurumu ve 7 milyon civarında öğrenci vardır ve bunların bünyesinde sayıları 100’e yakın eğitim fakültesi bulunuyor. Eğitim fakültelerinin öğrenci sayısı ise yaklaşık 200 bindir ve 9 bin civarında da akademisyen eğitim fakültelerinde görev yapmaktadır. Her yıl bu fakülteler on binlerce mezun vermektedir. Başka fakülte mezunlarına öğretmenlik formasyonu ile öğretmenlik hakkı verilerek öğretmen adaylarının sayısı katbekat artırılmıştır. YÖK ve MEB ayrı dünyaların insanları gibi davranmakta ve sanki birbirinden habersizce faaliyette bulunmaya devam etmektedir. MEB, fakültelerin yetiştirdiği öğretmeni beğenmemekte, YÖK ise öğretmeni ancak biz iyi yetiştiririz diyememektedir.
MEB’in öğretmen seçimi ve atamasındaki tavrına bakarak varacağımız sonuçlardan ilki eğitim fakültelerinin “başarısız” olduğudurkabul edildiğidir. O kadar kötü ki eğitim fakülteleri oradan mezun olanlar “buyurun gelin öğretmen olun” diyerek karşılanamamakta, teste tabi tutulmaları, elenmeleri ardından da bakanlığın akademisinde yeniden eğitilmeleri gerekmektedir. Hastanelerin, “tıp fakülteleri berbat doktor adayı yetiştiriyor; biz mesleği hangi fakülteyi okursa okusun her üniversiteliye açıyoruz ve doktorlarımızı kendimiz yetiştireceğiz” demesi kadar tuhaf bir durumdur bu. Sanki Milli Eğitim Bakanlığı bir şirket gibi konumlanarak potansiyel adaylar arasından koşullarına en uygun işgücünü serbest piyasadan seçmek istemektedir.
Esasen öğretmen yetiştirme ve atama sürecinde olup bitenler bir tür kurmacadan başkaca bir şey değildir. Bu yüzden yapay perdelerin hepsini bir tarafa bırakmalıyız dürüstçe. Mesele nicelik saplantısı ve bunun yarattığı problemler meselesidir. İşin aslı çok fazla eğitim fakültesi vardır, çok fazla mezun vermektedir ve bunlara diğer fakültelerden olup da formasyon alanlar da eklenmektedir. Bunların hepsi öğretmen yapılamayacağına göre eleme yapmaya ve bu eleme için de haklılaştırıcı bir gerekçeye ihtiyaç vardır. Öğretmen adayı havuzu bu denli büyüyünce eleme yaparak sınavla, mülakat ile ihtiyaç duyulan sayıda öğretmeni seçerek almak zorunlu hale gelmiştir. Bununla birlikte eğitim fakültelerinin adayları iyi yetiştirememesi, öğretmenliğin önemi ve en iyileri seçme arzusu işlevsel gerekçeler olarak sunulmuştur. Giderek bu sistem benimsenmiş ve dahası bu seçme/eleme kurgusu olası adayların arasından öğretmenliğe en uygun olanları, en iyileri seçmek için gerekli bir mekanizma olarak kabul edilmiştir. Formasyon ile öğretmenlik hakkı verilenler bir yana bakanlık yetkililerinin ve bakanların açıklamalarına göre eğitim fakültelerinden mezun olanların da hepsi öğretmen olabilecek kadar “iyi değiller, kimi alanını bilmiyor kimi konuşmayı bilmiyor” dolayısıyla bunların ciddi bir testten ve mülakattan geçirilerek elenmesi ve seçilmesi gerekmektedir. Bakanlığın inancına göre bu, eğitimin kalitesinin yükseltilmesi için zorunludur.
Yükseköğretim kurumlarının kapısında yığılan milyonların sayısını azaltmak ve daha çok lise mezununu üniversiteye alabilmek için yıllarca çok sayıda üniversite açıldı. Bu kapsamda en kolay açılabilen fakülteler de eğitim fakülteleri ile fen-edebiyat fakülteleri oldu. Zamanla bu fakültelerin sayısının ve kontenjanlarının abartılı bir şekilde artmasıyla buralardan mezun olanlara iş bulma meselesi gündeme gelmeye başladı. Özellikle fen-edebiyat fakülteleri için formasyon yoluyla “öğretmen olabilme ihtimali”ni elde etmeleri faydalı bir çözüm olarak görüldü. Sonuç olarak sayıları milyona varan potansiyel öğretmen havuzu oluştu ve yüzbinlerce aday atanmayı bekliyor.
Yıllar boyunca yeni eğitim fakültelerinin açılması konusunda, kontenjanların artırılmasında ya da formasyon konusunda akademinin ne dediğine cidden pek de bakılmadı zaten. Dolayısıyla eğitim fakülteleri açılırken ve kontenjanları artırılırken eğitim fakültelerine ya da oradaki akademisyenlere sorulmadığı gibi kapatılırsa da onlara sorulmayacaktır. Zaten eğitim fakültelerindeki akademisyenlerin çoğunluğu nicel performansçı araştırma ve proje yanılsaması içinde, bu fakültelerin yönetimleri de nicel performansçı kalite telaşı içinde bocalayıp durmaktadır ve bu meselelerle ilgilenecek zamanları da yoktur. Kapatılsalar da pek bir anlamı ve etkisi olmayacaktır. Dahası birçok eğitim-bilimci, “fakültelerin kapatılmasının öğretmen adaylarının örgütsel bağlılıklarına etkisi”, “öğretimsel liderlikle kapatılma arasındaki korelasyon” türünden ipe sapa gelmez makaleler, projeler üretmeye girişecektir.
Eğitim sisteminin ve yükseköğretim anlayışının büründüğü ahvale bakılacak olursa aslında eğitim fakültelerinin kapatılıp hiç öğrenci almamasını, oradaki akademisyenlerin de sadece makbul indekslerde yayınlanmak üzere harıl harıl yabancı dilde makale yazıp durmalarını temin edecek bir düzen kurulsa şimdikinden daha kötü olmaz. Yayın, indeks ve proje çılgınlığı zaten epey bir zamandır öğrenci yetiştirmeyi ikinci plana itmiştir. Eğitim fakültelerinin sayısı belki de 3’te 2 oranında azaltılmalı, belirli bir süre yeni öğrenci alınmamalı, aşamalı olarak ülkenin yıllık öğretmen ihtiyacı miktarına uygun sayıda mezun verecek duruma getirilmeli sistem. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin orijinal hali esas alınarak birkaç tane nitelikli eğitim bilimleri fakültesi olmalı ve bunlar öğretmen yetiştirmeyip eğitim bilimlerinin farklı dallarında uzmanlık eğitimi, lisansüstü eğitim vererek araştırmaya odaklanmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı da öğretmen yetiştirmek için değil görevdeki öğretmenleri daha da yetkinleştirecek, gelişimlerinin önünü açacak şekilde hizmetiçi eğitim sisteminin bir gereği olarak tecrübeli öğretmenlerle yeni başlayanları bir araya getirecek bir öğretmen akademisi kurmalıdır.
Sözün özü eğitim fakülteleri açılırken, kontenjanları artırılırken, yetiştirdikleri öğretmen adayları elenirken, eğitim yönetimi ve denetimi alanında lisansüstü öğrenim görmek okul yöneticisi olarak atanmak için ön koşul sayılmazken eğitim fakülteleri yokmuş gibi davranıldığı ve fakülteler de böyle bir ahvali kabullendiği için bu soruyu sormak hiç de yanlış olmayacaktır; eğitim fakülteleri hiç varoldu mu ki?