eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
17°C
Ankara
17°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
15°C
Pazar Açık
16°C
Pazartesi Açık
19°C
Salı Açık
22°C

Yusuf DURSUN

1949 Yozgat doğumlu olan Yusuf Dursun, Yozgat Öğretmen Okulundan sonra Erzurum Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü bitirdi. Yurdun çeşitli il ve ilçelerinde 42 yıl Türkçe/Edebiyat öğretmenliği yaptı. Şiir dalında birçok ödülü bulunan yazarın bazı şiirleri ders kitaplarına girmiş, bazı eserleri de İngilizce, Farsça, Arapça, Azerbaycan Türkçesi, Malayca, Boşnakça ve Arnavutçaya çevrilmiştir. 2009 ESKADER (Edebiyat Sanat Kültür Araştırmaları Derneği) ÇOCUK EDEBİYATI; 2015 DİVANYOLU dergisi YILIN ŞAİRİ ödüllerinin sahibi olan Yusuf Dursun, eserleriyle Türk edebiyatına hizmete devam etmektedir. Eserlerinden bazıları: Şiir: Aşk İsterse, Benim Babam Biricik, Önce Vatan, Yüreğim Kuş Olunca. Masal: Masal Doktoru serisi (3 kitap), Kuş Topu, Uçan Ayakkabı, Minik Serçe. Çocuklar İçin Dinî Hikâyeler Tatlı mı Tatlı Duam Kanatlı, Kutlu Günlerim Mübarek Gecelerim. Roman: En Gür Seda - İstiklal Marşı, Anadolu Fatihi Sultan Alp Arslan, Bir İncidir İstanbul, Çocukluğum Sobe, Cennet Kapısı Çanakkale, Fatih’in Kanatları, Beyaz Ufuklara, Dostumuz Hayvanlar serisi (5 kitap) Bir Destandır 15 Temmuz, Savrulan Yıllar.

    Ne Oluyor Bize?

    Bize bir hâller oluyor dostlar, bir hâller oluyor bize. Dal bir yana gidiyor, kol bir yana. Saz ayrı telden çalıyor söz ayrı makamdan. Akılla gönül, birbirini tamamlayacağı yerde didişip duruyor.

    Kimi insanlar, “Benim özgürlüğüm, başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter.” sözünü bilmiyor ya da anlamak istemiyor. “Fıtrat” kelimesi bir anlam ifade etmiyor onlar için. Elbette genelleme yapmıyorum ama sorsanız çoğu bu kelimenin anlamını dahi bilmiyor.

    İslam Ansiklopedisi’nde, Hayati Hökelekli, fıtratı şöyle izah ediyor:

    “Fıtrat kelimesi, ‘yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş’ anlamında kullanılır. ‘İlk yaratılış’ bir bakıma mutlak yokluğun yarılarak içinden varlığın çıkması şeklinde telakki edildiğinden fıtrat kelimesiyle ifade edilmiştir. Buna göre fıtrat, ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir.”

    Konu, fıtrata uymayan davranışlar olunca “dış tesirler” kavramı öne çıkıyor. Arkadaş çevresi, sosyal çevre, sanal âlem, modanın büyülü dünyası, tüketim çılgınlığı… dış tesirlerden bazıları. En çok da çocuklar ve gençler etkileniyor bunlardan bir de hâline bakmadan Hasan Dağı’na oduna gidenler.

    Çocuklarımız, en değerli varlığımızdır; onları sevmek, korumak ve kollamak fıtrata uygun bir davranıştır. Çoğumuz, kaç yaşında olursa olsun çocuklarımızın her hâliyle hâlleniyor, sevinçlerini ve hüzünlerini iliklerimize kadar yaşıyoruz.

    Cennet kokulu yavrularımız, bütün güzelliğiyle birer “çocuktur”; büyükler ise haliyle “büyük”. Bu gerçeği hiçbir zaman göz ardı edemeyiz. Mesela bir çocuk, hiçbir zaman anne babasının “aşkı” değildir. Çocuğuna, “aşkım” diye seslenen biri, eminim içindeki sevgiyi böyle ifade etmektedir fakat yanlış. Bunun yerine, “evladım, yavrum, güzelim, tatlım, oğlum, kızım…” gibi onlarca kelimeden birini kullansa çok daha güzel olur. Tıpkı bunun gibi hiçbir öğrenci de öğretmeninin “arkadaşı” değildir. Sevgi ve saygıyla harmanlanması gereken ilişkilerde bu mesafeye dikkat edilmelidir.

    Bizzat şahit olduğum bir olay var: Bir anne, telaşla anaokulunun çıkış kapısına geldi. Orada bekleyen oğlu, asık bir suratla “Yine geç kaldın!” diyerek azarladı annesini. Kadıncağız, “Özür dilerim.” derken ne kadar da çaresizdi. Özür dilemenin bir erdem olduğunu biliyorum. Elbette anne babalar çocuklarından, öğretmenler öğrencilerinden özür dileyebilir; burada dikkat çekmek istediğim, “özür dilenen” kişinin tavrı, özellikle çocukların davranışları. Beni üzen, büyük bir adam yerine konan çocukların, bu rolün altında ezilmeleri.

    Çocuk, su gibidir; konduğu kabın şeklini alır. Biz ona fıtratının aksine yetişkin muamelesi yaparsak dengeyi bozmuş oluruz. Demiyorum ki çocuklarımıza değer vermeyelim, onları adam yerine koymayalım. Aksine, çok değer verelim onlara, elbette yavrularımızın görüşlerini alalım ama rolleri değişmeyelim. Bırakalım çocuk, çocukluğunu yaşasın; büyük, büyüklüğünü bilsin.

    “Çocuk, çocukluğunu yaşasın.” dedim de aklıma geldi; bazı büyüklerin yaptığı gibi işi çığırından çıkarıp yavrularımızı ömür boyu “çocukluğa” mahkûm etmeyelim. O zaman; marketin yolunu bilmeyen, ekmeğin fiyatından habersiz, toplu taşımaya binmeye çekinen, en ufak bir olumsuzlukta şaşırıp kalan bireyler yetiştirmiş oluruz.

    İnsan, fıtratı icabı kendine has fizikî ve ruhî özelliklere sahiptir. Bunları değiştirmeye kalkmanın vahim sonuçları olabilir. Bu sonuçların belki de en masumlarından sayılabilecek ikisine bizzat şahit olduğu söyleyebilirim. Ortaokul öğrencileriyle yaptığım bir söyleşide söz almak için el kaldıran bir öğrenciye, “kızım” diye hitap ettiğim zaman salonu bir gülmedir aldı. Çocuğun, “Ben erkeğim.” demesiyle mesele anlaşıldı. Bu güzelim çocuğun öyle uzun, öyle bakımlı saçları vardı ki onu kız zannetmiştim. O gün bugündür, cinsiyetinden emin olmadığım çocuklara “evladım” diye hitap ediyorum.

    Bir keresinde mahallede sekiz dokuz yaşlarında iki erkek çocuğundan birinin, diğerine “kızım” diye hitap ettiğini duydum. Evladım, arkadaşın “erkek”, ona neden “kızım” diyorsun, dediğimde çocuk ne yaptı dersiniz? Daha yüksek bir sesle, arkadaşına “kızım” diye seslenmeye devam etti.

    Kız mı erkek mi olduğu belli olamayan kişilere nasıl hitap edeceğiz? Vücut hatlarını belli edecek kadar dar bir pantolon giyen, kaşları alınmış, kulağı küpeli erkeklerin çoğunda “interseksüalite” (Ara cinsiyet durumu) olduğunu sanmıyorum. Keza bunların çoğunun “hünsa” (Çift cinsiyetli veya cinsiyeti belirsiz kimseler için kullanılan bir fıkıh terimi.) olduğunu da düşünmüyorum. Bu tür rahatsızlığı olan kişileri tıbbın emin ellerine emanet ederek onlara şifalar dileyelim ancak benim gözlemlerim, bu ve benzeri davranışlar sergileyen kişilerin, herhangi bir rahatsızlıkları olmadığı hâlde fıtratın dışına çıkmayı marifet saydıkları yönünde. Onlar için aykırılık olsun da nasıl olursa olsun.

    Son zamanlarda “LGBT” denilen bir akımla, “cinsiyet eşitliği” adı verilen bir kavram türedi. Her biri insan fıtratını bozmaya çalışan bu gibi düşüncelerin Müslüman Türk toplumuna ne kadar uzak olduğu aşikâr. Yukarıda vermeye çalıştığım masum görünümlü örnekler bile bu akımların bir yansıması. Şunu bilsek ne kadar güzel olur: Allah’ın yarattığı kızlar da erkekler de harika varlıklardır, öyle ki yeri geldiğinde meleklerden bile üstün olabilirler. Maalesef adına “insan” denen bazı kişiler, yapıp ettikleriyle hayvandan bile aşağı olabiliyor.

    Fıtrat, sadece insanlara mahsus değil. Hayvanların ve bitkilerin de fıtratı var. Hatta dağın, taşın ve adına “doğa” dediğimiz bütün varlıkların da.

    Mesela köpekler, sevimli dostlarımız içinde bize en yakın olanlardan biridir ama onlar hiçbir zaman “evladımız” değildir. 26 Ağustos 2022 tarihinde yayınlanan Kim Milyoner Olmak İster adlı programda bir kadın yarışmacının, kendini tanıtırken, “iki köpek annesiyim.” dediğini duyduğumda ne kadar şaşırdığımı anlatamam. Aynı programda bir başka yarışmacı, kendini tanıtırken “İki kedi teyzesiyim.” demesin mi? Doğrusu bir kediyle ya da köpekle kardeş olmak istemezdim. Bu sözüme bakarak kendini “hayvansever” olarak niteleyen kişiler, hayvanları sevmediğimi düşünebilirler. Ben de onlara, derim ki: “Bir tutar dağı taşı / İncitmez kurdu kuşu / Odur her işin başı / Sevgiye doyum olmaz” mısralarını yazabilen bile değil hayvanları canlı cansız bütün varlıkları sever ama bunu fıtrata uygun bir şekilde yapar.

    İnsan için en zor şey, Cengiz Aytmatov’un dediği gibi, her gün insan kalmaktır. Bunu başarabilsek ne mutlu bize. Haksızlığın, adaletsizliğin, zulmün, ahlaksızlığın olmadığı bir dünyada yaşamayı kim istemez ki?

    Son sözü, Yunus Emre’ye bırakalım:

    “Ben gelmedim dâvî için

    Benim işim sevi için.

    Aşkın evi gönüllerdir,

    Gönüller yapmaya geldim.”

    Yusuf DURSUN

    21 Mart 2023

    Çekmeköy/İstanbul

    Yazarın Diğer Yazıları
    22.12.2022 08:00
    22.07.2023 09:00
    24.11.2021 08:30
    19.05.2021 09:46
    Yorumlar

    1. Fahri dedi ki:

      Maariften eğitime geçtiğimizden beri neyi niçin sevdiğimizi ,kime niçin hürmet edeceğimizi unuttuk. Su pet şişeye girince günde şu kadar su içeceksiniz zırvaları,kedi köpek maması fabrikaları çoğalınca hayvan sevgisi hikayeleri bir kısım “vatandaşı” kullanışlı hale getirdi.