Yusuf DURSUN
Okumak, insanı insan yapan en önemli erdemlerden biridir. Öyleyse ilk emri “oku” olan bir dinin varisleri olarak, okumayı kendimize şiar edinmeli değil miyiz? “İlim, Çin’de de olsa arayıp bulunuz.” diyen bir peygamberin ümmeti olarak, ömrümüzü ilim yolunda harcamamız gerekemez mi? “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” diyen dördüncü halifenin yolundan gitmemiz icap etmez mi? Ömrünü ilim yolunda harcayan kitap kurdu Türk-İslam âlimlerini örnek almamız lazım değil mi? Bütün bu sorulara elbette “evet” cevabı vermemiz gerekiyor ama ne yazık ki gerçekler, bunun tam tersini söylüyor.
Demokrasi ve Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin raporuna göre, dünyada en fazla kitap okuyan ülkelerin başında % 21 ile Fransa ve İngiltere geliyor. Bu iki ülkeyi % 14 ile Japonya takip ediyor. Türkiye ise maalesef %0, 01’lik oranla 86. sırada yer alıyor. Rapora göre ayda cep telefonu ve iletişim masraflarına 173 lira ayıran 4 kişilik bir Türk ailesi kitaba ise yılda sadece 5,5 lira ayırıyor.
Diğer yandan, “Türkiye Okuma Kültürü” araştırmasının raporuna göre, 2008 yılında son üç ayda hiç kitap okumadım diyenlerin oranı %70 iken, bu oran 2019 yılında % 36’ya düşmüş. 2008’de son üç ayda 1-2 kitap okudum diyenlerin oranı % 20 iken 2019’da bu oran % 34’e; ikiden çok kitap okudum diyenlerin oranı %10’dan % 30’a çıkmış.
Bu iki araştırmadan “iyimser” sonuçları olanı bile okuma kültürümüz konusundaki vahim tabloyu ortadan kaldıramıyor. Evet, okuma oranımızın eskiye göre bir hayli yükseldiği bir gerçek ama bu, maalesef kısmi bir yükseliş. Hâlâ çoğumuz ya hiç kitap okumuyoruz ya da çok az okuyoruz.
Bazı önemli hastanelerde, alkol ve benzeri maddelere bağımlılıkla mücadele servisleri var. Son zamanlarda bu servislerin yanına “sosyal medya bağımlılığı ile mücadele” servislerinin açılmış olması, “okuma kültürü” nün önündeki en büyük engel. Zaten az okuyan insanımız, vaktinin çoğunu sosyal medyada geçirmeye başlayınca ne yapsın kitap okumayı! Onun, sanal bir ortamda, kendi gibi sanal dostları var nasıl olsa!
İnsan kalabalığının çok olduğu yerlerde, cep telefonuyla bütünleşmeyenlerin sayısı ne yazık ki çok az. Herkesin elinde bir telefon… Herkesin gözü telefonun o küçücük ekranında… Yüzlerde genellikle bir tebessüm… Hatta dişlerini göstere göstere gülenler bile var. Bu insanların hepsi gerçekten mutlu mu dersiniz? Ya da şöyle sorayım: Bu sahte mutluluk, kaç beğeniyle elde ediliyor? Peki, sanal dostlardan beğeni almanın yolu ne? Bu uğurda nelere katlanılıyor? Müstakil bir yazı konusu olabilecek bu ironik duruma bir de tersinden bakalım: Sosyal medyada kitapla, okumayla ya da herhangi bir sanat dalıyla ilgili yapılan bir paylaşım bir elin parmakları kadar bile beğeni almazken, aynı paylaşım bir resimle süslendiği zaman beğeni sayısı bir anda yüzleri, hatta binleri bulabiliyor. Bu durum, millet olarak okumaya değil, seyretmeye yatkın olduğumuzu gösteriyor. Eh, her şeyde bir seyirlik manzara ararsak, sonunda kendi kendimizi seyre dalarız.
Bilirim, eleştiriyi çok severiz. Bir işi biz yapmamışsak onun mutlaka bir kusuru vardır. Üstelik eleştirdiğimiz konularda çözüm yolları da göstermek gerektiğini düşünmeyiz bile. Aynı yanlışa düşmeden, “okuma kültürü” konusunda neler yapılabileceği konusuna değinelim:
- Çocuğun ilk okulu evi, ilk öğretmeni ailesidir. Özellikle anne adayları, daha bebeği doğmadan hummalı bir okuma seferberliğine başlamalıdır.
- Çocuk, doğduktan itibaren her fırsatta kitap kokusu almalı, cicili bicili kitapların arasında kaybolmalıdır.
- Çocuk edebiyatı yazarları, hedef kitlesinin seviyesine uygun, kısa cümlelerle örülmüş, çocuğun rahatlıkla gözünde canlandırabileceği somut örneklerle desteklenmiş eserler kaleme almalıdır. Çocuk edebiyatı yazarı, eserinde Türkçenin sihirli gücünden mutlaka istifade etmelidir. Çocukta dil ve estetik zevkinin, çok küçük yaşlarda başladığını aklından çıkarmamalıdır.
- Yazar, eserinde, kısa yoldan para kazanma uğruna çocukların ruhunda kalıcı izler bırakan olumsuz örneklere asla yer vermemelidir.
- Yayıncı; kendisine sunulan her eseri mutlaka iyi bir süzgeçten geçirmeli, basmaya karar verdiği eserleri mutlaka alanında uzman kişilere okutmalıdır. Okuma kültürüne inanmalı, bunun da ancak kaliteli eserlerle sağlanacağını gözden ırak tutmamalıdır.
- Yayıncı; resim, baskı, cilt ve görsellik bakımından mükemmel eserler yayınlamalıdır.
- Öğretmenler; öğrencisine tavsiye edeceği kitapları mutlaka önceden okumalı, çocuğun ruh dünyasına uymayan eserlere iltifat etmemelidir.
- Veliler, çocuklarına harçlık verirken kitap alması için de ona destek olmalıdır.
- Ailede, belirli bir saat “okuma saati” olarak seçilmeli, bu saatte ailenin bütün bireyleri mutlaka kitap okumalıdır.
- Resmî kurumlar, özellikle belediyeler; öğrencilerin ve halkın kitaba kolay ulaşması için gerekli tedbirleri almalıdır. Bazı belediyelerin, davet ettiği yazarlara, herhangi bir ses sanatçısına ödediği telifin yüzde birini bile vermediği bilinen bir gerçek. Bu durum, yazarların hem moralini bozmakta hem de yeni eserler yazma konusunda onları ümitsizliğe sevk etmektedir. Evet, yazarlar eserlerini karşılık bekleyerek yazmaz ancak bu tür kurumların kültür hizmetlerini âdil bir şekilde yürüttüğünü bilmek, onları rahatlatacaktır.
- Çeşitli bakanlıklar ve belediyeler, alanlarıyla ilgili eserlerin basımını yaparak yazara ve okura yardımcı olmalıdır. Bu konuda zaten hizmet vermekte olan kurumlar ise bu hizmetlerini yaygın hâle getirmelidir.
- Tecrübeli yazarlar devlet kurumları tarafından belli dönem ve yerlerde bir araya getirilmeli, çeşitli projelerle onların sanat birikimlerinden faydalanma yoluna gidilmelidir.
Bu tekliflere elbette yenileri eklenebilir, hatta eklenmelidir. Önemli olan, insanımızı okuma kültüründe dünya ortalamasının üstüne çıkarmaya çalışmaktır. Öyleyse işe insanımızın ruhuna ve gönlüne kültür tohumları ekmekle başlayalım. Eminim, günün birinde ektiğimiz tohumlar dolu başaklar gibi selamlayacaktır bizi.
Ektiğimiz tohumların bitmediği de olur elbette. Hemen ümitsizliğe kapılmayalım. Hayat böyledir işte. Her tohum yeşermez, her fidan meyveye durmaz. Vardır bunda da bir hayır, diyerek sebepleri araştırmak düşer bize. Bir de Necip Fazıl’ın şu mısralarına dikkat kesilmek:
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!”