TASAVVUF TARİHİ ARAŞTIRMALARINA DERKENAR:
MİLLÎ MÜCADELE’DE BİR MANEVİYAT SERDARI: ŞEYHÜ’L-ULEMÂ ŞÂKİR EFENDİ
Hazreti İnsan, kâinatın özeti, emanetin muhatabı ve mahlûkatın en şereflisidir. Pür-muhabbet ve pür-marifet safâlarla var olma sırrına âgâhtır. Ezel bezminde verilen sözde sabit-kadem olmakla mükelleftir.
Bununla birlikte, insan olma şanından dolayı bahşedilen akıl nimetini fıtrat üzere kullanmakla emrolunmuş, ilk söze yahut yaradılış sırrına muhalefetin aşağılardan aşağı olma sefaleti olduğu ihtar edilmiş ve başıboş bırakılmamıştır.
İnsanın muhataplığının kaynağı olan söz, cennet-âsâ ahenk olan naîf bir sestir ve Hak kelâm duymaya alışık kulaklarda sürekli yankılanmaktadır. Ona yani Âdem’e, daima halife tahtında bir sultan olduğunu hatırlatmaktadır.
Fakat hâl böyle olmakla birlikte, maveraî ilânın hükmünce amel, selîm bir kalb sahibi olmayı icap eder. Çünkü kalb, âlem gizli Âdem’e bir Hak nişanesidir.
Öyle ki, bu nişaneye ait bütün ahkâm, sahih bir inanç manzumesi etrafında ve muhabbet hâkimiyetinde kıvamını almıştır.
Kalb, Hakk’ın aynasıdır. Bu bakımdan esas mesele, insanlık sırrının dibacesi, hatimesi, ya da Fenâ fi’l-Hak olmanın lâzımesi kalb selâmetidir.
İşte bu mânâda müeddeb bir ifadedir tasavvuf.
Tasavvuf, sûreten ve sîreten güzel kılan bir kalb lisanıdır.
Tasavvuf, yaşadığı hayatın şuurunda olmak ve üslûp kazanmaktır.
Tasavvuf, ihsan kemâline erişebilme maksadı ve gayretidir.
Tasavvuf, sevgilinin gözünden düşme korkusu içinde fakr’ını idrak etmektir.
Tasavvuf, kolaylaştırmak, güçleştirmemektir.
Tasavvuf, sevdirip nefret ettirmemektir.
Tasavvuf, el kârda gönül yârda olmaktır.
Tasavvuf, mükellefiyetlerin muhabbetle yaşanmasıdır.
Tasavvuf, nefsi tezkiye edip gönül mülküne Süleyman olmaktır.
Tasavvuf, eşyanın ehramı altında ezilmemektir.
Tasavvuf, hoş görüp gönül kırmamaktır; çünkü kalb, nazargâh-ı ilâhîdir.
Tasavvuf, “yetmiş iki milleti bir göz ile görmek” ve mahlûkata şefkat nazarıyla bakmaktır.
Tasavvuf, mütevazı bir muhabbet fedaisi olmayı baş tacı bir karakter bilmektir. Çünkü “mütevazı olanı rahmet-i rahman büyütür.”
Tasavvuf, ağlayarak gelinen dünyadan tebessüm ederek gitmektir.
Tasavvuf, Dost’a dost olmaktır.
Tasavvuf, yolda olmak, yolunca yürümektir.
İşte bu kıvamda yetişen Hakk erleri, Kâmetler, İnsan-ı Kâmiller, her devirde vatan ufkuna mühürlerini basmışlar, irfan halkaları ile uşşâkı çepeçevre kuşatmışlar ve büyük cihad’la küçük cihad’ın sırrına vâkıf olmanın tecrübesiyle nâmütenahî bir iklimde gönül dokumuşlardır.
Ruh hamurkârları olarak, Kâinatın Varlık Sebebi’nden tevarüs ettiklerinin hasılası olan edeb tacının saltanatıyla tasarrufta bulunmuşlar, menzil-i maksûda âşık bahtlılara, hükmünce amelin yolunu tarif etmişlerdir.
Zamanın her durağı bu lâhûtî gayrete şahittir!
Hele milletin ateşle imtihan edildiği zamandaki hizmetleri asla ve kat’a unutulacak gibi değildir!
Bununla birlikte, vatanın her tarafında hizmetlerini bihakkın ifâ eden ulema ve meşayih-i kiram artık cismaniyetleriyle aramızda değiller belki. Fakat ruhaniyetleriyle aynı hizmeti ifâya memurdurlar. Çünkü: “Kılıç kından çıkmıştır.”
Öyle olduğu içindir ki bu millete şöyle demek sezadır: “El- Muzaffer Daima…”
İşte bu mânâda, Yozgatlıların kolbaşısı bir Hak Eri’dir asır-dîde Mehmed Şâkir Efendi. Himmetleri hâzır, sırrı aziz olsun…
Mehmed Şâkir Suntay Efendi, aslen Kayseri’nin Cami-i Kebir Mahallesi’nden olduğu halde Yozgat’a gelerek Dedikhasanlı Köyü’ne yerleşen ulemadan bir zat olan Hoca Ali Efendi’nin oğludur. 1853’de Dedikhasanlı Köyü’nde dünyaya gelir. (1853 tarihi, Şâkir Efendi’nin resmî nüfus kaydında yazılı olan doğum tarihi olmakla birlikte, Şâkir Efendi’nin kabir taşının şahidesinde doğum tarihi 1263-1847 olarak hakkedilmiştir. Aradaki bu farkın, Hocaefendi’nin: “90 sene ömür yaşadık.” şeklindeki ifadelerinden hareketle, Hakk’a yürüdüğü tarih 1937 olduğu için hâliyle 90 sene öncesinin de 1847 ile kayıtlanmasından kaynaklandığı bilinmektedir. Hâl böyleyken herhangi bir bulanıklığa mahâl vermemek için resmî kayıtta yer alan doğum tarihini esas aldık.)
Şâkir Efendi, tahsiline babası Hoca Ali Efendi’den okuyarak başlar. Osmanpaşa Tekkesi Medresesi’ne kaydolur. Babası tarafından Kayseri’ye gönderilinceye kadar burada okur. Bilahire kardeşi Bahaeddin Efendi ile birlikte yüksek tahsil yapmak için Kayseri’ye gönderilir. Kayseri’nin Hunad Hatun Medresesi’nde ikmâl-i nüsah eylerek Kızıklı Hacı Kasım Efendi’den (d. 1259 v. 1340) icazet alır. Bununla beraber, Müridzade Ali Efendi (d. 1835 v. 1932) başta olmak üzere diğer büyük âlimlerin ders halkalarından istifade ederek bereketli ilim muhitinden ziyadesiyle nasiplenir. Sonra Yozgat’taki medreselerde senelerce ilmin ışığından insanlığı hissedar eder.
Şâkir Efendi, ilk evliliğini Kayseri’de yapar. Evliliklerinden altı oğlu ve iki kızı dünyaya gelir.
Şâkir Efendi, bir aralık, Çorum Ulu Camii’nde ders okutur.
Yozgat’taki Kurşunlu Medrese-Demirli Medrese, Şevki Efendi Medresesi ve ilk tahsilini gördüğü Osmanpaşa Tekkesi Medresesi, onun kudret-i ilmiyesiyle, senelerce ilim âşıklarına kucak açıp bağrına basar. Adeta bir devri tek başına yüklenir ve alır götürür ötelere.
Ehl-i ilim arasında bir müfessir olarak dikkat çeken Şâkir Efendi, İstanbul’da Ruus İmtihanı vererek Dersiâm olur aynı zamanda.
İstanbul uleması tarafından çok yakından bilinen ve takdir gören Şâkir Efendi sayesinde, bir tefsir ihtisas medresesi olan Demirli Medrese, ondan yüksek seviyede ders okumak için gelen genç âlimlerin kanatlandığı âsûde bir mekân olarak onun adıyla anılır senelerce.
Şâkir Efendi pek çok talebe yetiştirir.
Yozgat Müftüsü Mehmed Hulusi Efendi, bilahire Mısır’a giden ve Mehmed Akif Ersoy’un da yakın dostu olan Mehmed İhsan Efendi (d. 1902 v. 1961), Şâkir Efendi’den ders okuyarak fevkalâde ilerleyen iki büyük âlimdir meselâ. Hatta meseleye dair bir hatıra var ki, mühimdir:
İhsan Efendi, Kahire’de bulunan El-Ezher Üniversitesi’nde tahsil için Mısır’a gittikten sonra Yozgat’taki yakın arkadaşlarıyla mektuplaşır. O mektuplardan birinde bir itirafta bulunmuş ve: “Mısır’daki ulemayı gördükten sonra Hocam Şâkir Efendi’nin kıymetini ve kudret-i ilmiyesini şimdi daha iyi anlıyorum.” demiştir.
Bu ifade bir hak teslimi değildir de nedir!?
Şâkir Efendi, aynı zamanda fevkalâde kâmil bir zattır. Şiranlı Şeyh Mustafa Efendi (d. 1838 v. 1906) Çorum’da iken, ondan, çok kısa bir sürede irşad izni almış bir Ehlullah’tır. Onun tarif ettiği Nakşibendiyye yolunun esasıyla irşad olan nice uşşâk menzil-i maksûda erişmiştir.
Silsilesi şöyledir:
“Sebeb-i Kâinat, Mefhar-i Mevcûdât, Ekmelü’t-Tahiyyât, Rasûlü’s-Sakaleyn, Ceddü’l-Hasaneyn, Şâh-ı Taht-ı Risâlet Peygamberimiz Efendimiz, Sallallahu Aleyhi Vesellem’den sonra;
Sıddîk-ı Ekber Hazreti Ebu Bekir, Radıyallahu Anh; Hazreti Selmân-ı Farisî, Radıyallahu Anh; Hazreti Kasım Bin Muhammed, Radıyallahu Anh; İmam Cafer-i Sadık, Radıyallahu Anh; Bayezid-i Bistamî, Kuddise Sirruh; Ebu’l-Hasen-i Harakanî, Kuddise Sirruh; Ebu Ali Farmedî, Kuddise Sirruh; Yusuf-ı Hemedanî, Kuddise Sirruh; Abdülhalık Gücdüvanî, Kuddise Sirruh; Arif-i Rivegerî, Kuddise Sirruh; Mahmud-ı Fağnevî, Kuddise Sirruh; Ali Ramitenî, Kuddise Sirruh; Muhammed Baba Semmasî, Kuddise Sirruh; Seyyid Emir Külâl, Kuddise Sirruh; Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahaeddin-i Buharî, Kuddise Sirruh; Alâeddin-i Attar, Kuddise Sirruh; Yakub-i Çerhî, Kuddise Sirruh; Ubeydullah-ı Ahrar, Kuddise Sirruh; Kadı Muhammed Zahid, Kuddise Sirruh; Derviş Muhammed Semerkandî, Kuddise Sirruh; Hâcegî Muhammed Emkenegî, Kuddise Sirruh; Muhammed Bâkibillah, Kuddise Sirruh; İmam-ı Rabbanî Ahmed Faruk-i Serhendî Müceddid-i Elf-i Sanî, Kuddise Sirruh; Muhammed Masum-ı Serhendî, Kuddise Sirruh; Muhammed Seyfeddin-i Serhendî, Kuddise Sirruh; Nur Muhammed Bedayunî, Kuddise Sirruh; Mazhar-ı Cân-ı Cânân, Kuddise Sirruh; Abdullah-ı Dehlevî, Kuddise Sirruh; Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Kuddise Sirruh; Abdullah-ı Mekkî, Kuddise Sirruh; Yahya Dağıstanî, Kuddise Sirruh; Şiranlı Mustafa-yı Rumî, Kuddise Sirruh; Şeyhu’l-Ulema Mehmed Şâkir el-Yozgâdî, Kuddise Sirruh; Poyrazlılı Muharrem Feyzi Efendi, Kuddise Sirruh!”
İşte bu kâmil ve mükemmil mübarek zatın gerek Birinci Cihan Harbi ve gerekse Millî Mücadele sırasındaki mühim gayretlerine bu ufuklar şahittir.
Çanakkale Muharebeleri ve Millî Mücadele safahatında ona ait pek çok keramet anlatılır ki şahitlerine yetişmişimdir.
Çanakkale’de Mehmedlere bomba yağdıran ve Türklerin “Yarım Dünya” dediği ölüm kusan zırhlıların en büyüklerinden olmakla birlikte bacasından isabet alarak boğazın serin sularını boylayan geminin batırılışından sonra, Yozgat’ta Şâkir Efendi’nin bir yakınına verdiği muştu el-an yâd edilir.
Millî Mücadele safahatı ise ayrı bir dâsitânîliktedir.
Bölgenin manevî direği olarak onun ve has talebesi Yozgat Müftüsü Şeyh Mehmed Hulusi Efendi’nin büyük emekleri sayesinde ahalî büyük cihada ortak olur.
Millî Mücadele sırasında Şâkir Efendi’ye yapılan ziyaretler, harbin gidişatı, zafere dair bir müjde alabilme ve mânen biraz olsun rahatlama derdi ile geçer.
Millî Mücadele sürmekte, millet toparlanmaya çalışmaktadır. Her türlü meşakkate rağmen dirense de, Garp Cephesi’nde Yunan kuvvetleri Haymana’ya yaklaşmaktadır.
Bugünlerde, bir gurup Dedikhasanlı Köyü’ne ziyarete gider. Şâkir Efendi gelenleri ağırlar. Onlara nasihat eder ve içlerinde bir umut ışığı yanar. Gönülleri huzurla dolar. İçlerinden biri: “Efendim, müsaade buyurursanız bir hususu arz etmek isterim. Malûm-ı âlîleri Fıransız, İtalyan, İngiliz ve Yunan her biri ayrı köşeden girdi. İngiliz, akla hayâle gelmedik fitne ve fesad içinde. Garp Cephesi’nde Yunan Haymana’ya yaklaştı. Orta Anadolu’ya ve Yozgat’a girmelerine az kaldı. İnsanlar şarktan garptan buralara mecburen hicret ediyorlar. Buralara da düşman ayağı değerse biz nereye gidelim. Ümmeti Muhammed ne yapsın efendim?” der.
Şâkir Efendi: “Evlâdım, düşman Yozgat’a giremeyecek. Çünkü buralarda hanedan kişiler pek çoktur. Sofra sahiplerinin sofraları açıktır. Yolda, belde hiç kimse aç kalmaz. Köylerimizde odalarımız açıktır. Yedirip içirmek, ikram etmek pek büyük bir fazilettir. Onların hürmetine buralara kâfir ayağı basmayacaktır. Çok yakın bir zamanda büyük bir hezimetle defolup gidecekler, inşallah!” diye mukabele eder.
Hazret, bu cevapla ve nazarları ile hem kuvve-i maneviyelerini tahkim eder, hem keşfi ile maneviyatı yükseltir, hem yedirip içirmeyi, sofra açmayı, yolda belde kalmışı gözetmeyi, garip gurebayı himayeyi teşvik eder.
Pîrler himmeti ve milletin azmiyle, nihayet, düşman kuvvetleri mübarek vatan topraklarını terke mecbur olur.
Şâkir Efendi, Millî Mücadele günlerinde, eşkıyanın zararına karşı da müteyakkızdır. Millet, yine onun himmeti ile selâmet dolu günlere kavuşmak için çalışmaktadır.
O zor günlerde eşkıya köylere baskın yapmaktadır.
Dedikhasanlı’ya yakın köylerden birkaç kişi Şâkir Efendi’yi ziyarete gelirler: “Hocaefendi, eşkıya rahat bırakmıyor. Bir dua öğretin de okuyalım, eşkıya baskınından kurtulalım!” derler. O da: “Köyün çevresinde Eûzü-Besmele ile Ayete’l-Kürsî okuyarak dolaşın. Başladığınız yere gelinceye kadar devam edin!” diye tembih eder.
Köylüler ne denmişse ona göre hareket ederler.
Ancak akşam köyün sığırı dönünce, hayvanlar köye giremezler. Tekrar Şâkir Efendi’ye gelip durumu anlatırlar. Hocaefendi de: “Elinize bir çubuk alın, iki üç metre çizin, yani çembere bir kapı açın.” der. Hocaefendi’nin dediği yapılır. Sığırlar köye girer. Köye de bir daha eşkıya giremez.
Şâkir Eendi’ye yapılan ziyaretlerden biri Sakarya Muharebesi zamanına denk gelir.
Millet sıkıntılıdır. Şâkir Efendi’nin sohbetini dinlemektedirler. Fakat Şâkir Efendi, o güne kadar görülmemiş bir telaş içindedir. Mübarek zatın bu hâli gözden kaçmayacak kadar aşikârdır. Ne oldu ise olur, Hocaefendi, sohbet devam ederken bir anda ayağa kalkar ve kıbleye dönüp ezan okumaya başlar. Tekbir getirir ve: “Elhamdülillah, küffar bozuldu!” deyip müjdeyi verir.
Hocaefendi’deki herkesin şahit olduğu sıkıntılı hâl ise artık yerini neş’eye bırakır. Orada bulunanlar, tabiî ki vaziyeti her yerde anlatır. Zuhuratın günü ve saati not edilir. Cepheden gelen haber, vaziyetin Şâkir Efendi’nin dediği gibi olduğunu muştular.
Bu zuhurat, manevî ordu ile cephedeki Mehmedlerin ve cephe gerisindekilerin kuvve-i maneviyelerini takviye eden İlâhî yardımın ilânı olmuştur adeta.
Ehlullah, aşikâre keramet izharından sakınır. Fakat o gün nadirattandır, milletin bahtının ağarıp şafağın söktüğü ve kıyama durduğu gündür. Mesele, bu bakımdan çok mühimdir. Çünkü verilen mücadele, millîdir ve herkesin içinde olduğu mübarek bir cihattır.
Şâkir Efendi medreselerin lağvedilmesi üzerine köyüne Dedikhasanlı’ya çekilir!
Devlethanelerinin yanındaki odasında misafirlerini kabul etmiş, halkın irşadıyla meşgul olmuş, gençlerin okuyup yetişmesi için gayretini ve himmetini eksik etmemiştir.
Şâkir Efendi’den kalan bir yazılı hatıra daha var:
Şâkir Efendi, Yozgatlı Müderris Mehmed Nuri Efendi’nin yazdığı Hukûk-ı Emvât serlevhalı esere bir takriz yazmıştır.
Takriz, serlevhasında: “Üstâd-ı Muhterem Şeyhü’l-Ulemâ Dedikhasanlı Şâkir Efendi’nin Kıymetdâr Takrizleridir.” ifadeleriyle tebarüz ettirilmişdir:
“Azizim:
Te’lîf etmiş olduğunuz “Hukûk-ı Emvât” nam eserinizi ibtidâsından intihâsına kadar kemâl-i ciddiyetle okudum. Münderecâtını tedkik ettim. Mesâilini musahhah ve usûlüne muvâfık buldum. Kitab, din kardeşlerimizin ve bilhâssa bu vezâifle iştiğâl eden mahalle ve köy imamlarının en büyük bir ihtiyâcını te’mîn edecek bir mahiyettedir.
Şu dâr-ı fenâdaki her kitabın bütün hisâbâtını mahkeme-i kübrâda vereceğine imân eden her mü’minin bu kitaptan birer tane edinmesi tavsiyeden vârestedir.
Müellif-i mûmâileyh Lise Ulûm-ı Dîniyye Muallimi Mehmed Nûrî Efendi’ye bu dindârâne hizmetinden dolayı tebrîkâtımı arz ederken din kardeşlerime de bu kitabı takdim eylemeyi bir vazife-i mukaddese bilirim.
Ve Min Allah’i-tevfîk. 11 Temmuz Sene 340
Müderrisînden Dedikhasanlı Mehmed Şâkir.”
Şâkir Efendi’ye ait bir de nasihat vardır:
“Her zaman abdestli ol. Yatarken sağ yan üzere yat. Sabah ve akşam “Muavvazateyn”i oku. Her gün yüz “İhlas” oku. Her gün yüz “İstiğfar” oku. Her gün yüz defa “Sübhanallahi ve bihamdihi” oku. Yüze vurulan abdest suyunu ağzına çekme. Her vakit namazından sonra yedi kere “Fatiha” oku. Bir yemek vaktinde üç çeşit ve üç kap yemekten fazla yeme ve bulundurma. Zalimin zulmünden emin olabilmek için “Hasbünallahi ve ni’me’l-vekil” oku. Haksızlığa yardımcı olma. Hakka’l-yakîn denilen şey Nûr-ı İlâhî’yi iktibas etmektir. Her zaman kendini Huzûr-ı İlâhi’de bil. Beş vakit namazdan sonra “Seyyidü’l-istiğfâr” oku. Kur’ân-ı Kerîm okumak için kerahet vakti yoktur. Namazdan sonra tesbihatı ihmâl etme. Az konuşmaya devam edilmeli. Evde her eşyayı bol bulundurmamalı. Zengin iken de fakir iken de sadaka vermeli. Vücutta ağrıyan yer için “Fatiha” oku ve elinle ov. Farz yerine kâim olan sünnet nedir? Ayaklara yapılan mestir. Herkesle iyi geçin, bilhassa hanımına zahmet verme. İki salâvât-ı şerif arasında yapılan dua makbûldür. İlim, gençlik, ikbâl ve zenginlik bir arada olursa “yol” zordur. Namazın birini kıldıktan sonra diğerine hazırlan. Cemaatle namaza müdavim ol. Gazap ve rıza halinde adaletten ayrılma. Allah rızası için selâm ver. Gece namazına devam et. Misafire ve fakire yemek yedir. Kıymetli şeyin kıymetini bilenden sor. Bir dellalın inciyi medh etmesi fayda vermez. Sadakatte devamlı olmakla beraber kalbinde kanaat bulundur. Sabrında kâmil ve şükründe dâim ol. Zühd ile sırdaş, fakr ile yoldaş ol. Az yemeye rağbet et. Tefekkür ile meşgul ol. Hüzünlü ve refik bir kalple Yaradan’dan kork. Tevâzûyu elden bırakmadan devamlı çalış. Halîm ve selîm olup vicdanın emrini tut. Menfaatli ilim ile beraber, hilm ile daim ol. Aklın kemâline ve imanın kuvvetlenmesine gayret et. Hayâ ve edeble kendini müzeyyen kıl.”
Şâkir Efendi, kaimmakam-ı irşad olarak Poyrazlılı Muharrem Feyzi Efendi’yi (d. 1882 Dağıstan v. 1945 Yozgat-Poyrazlı) bırakarak 1937’de âlem-i cemâle hicret eder. Dedikhasanlı Köyü’nde sırlanır. Kabr-i pür-enverleri uşşâkın ziyaretgâhıdır.
Ârifler Kutbu Şâkir Efendi’nin irtihali üzerine, has talebelerinden Yozgat Müftüsü Mehmed Hulusi Efendi tarafından bir tarih düşürülür.
Fenâ dârını âlâm ü kederden dopdolu mihnet
Bilüb Şâkir Efendi etmedi aslâ ânâ rağbet
Çekilüb hâne-i uzlet-sarây-ı vahdet-i Hakk’a
İdüb tenvîr derûnunu Hudâ’ya eyledi rağbet
Erince İrci’î emri uçup ol rûh-ı Mardiyye
Karar etdi Hulûsî’yle yerine huld-i cennet
Gevrekzade Yusuf Bahri Efendi de (d. 1870 v. 1961) Şâkir Efendi’nin ardından dilhûn olanlardandır. O da bir tarih düşürür:
Dedikhasanlı idi Şâkir Efendi’nin meskat-i re’si
Nâdirü’l-emsâl idi hüsn ü ahlâk zühd ü takvâsı
Dâimâ neşr-i ulûm idi ânın ehasse amâli
Bu emel ile ihtiyar etdi bir zaman belde-i Yozgâd’ı
İrtihâlinin vukûu mâh-ı Receb’de Cuma gecesi
Bin üçyüz elli üçde hitâm buldu enfasi
Yozgatlı şair Gamlı Baba da (d. 1879 v. 1939) bir tarih beyti düşürür:
Fenâdan azm idüb Şâkir Efendi dâr-ı ukbâya
Erişdi rûh-ı pâki bak bu dem Firdevs-i a’lâya
Şâkir Efendi’nin kabir taşının şahidesinde ta’lîk hat ile şunlar hakkedilmiştir:
Ey züvvâr kabrin medfûnı fuzalâ-i kirâm
Şâkir Efendi merhûm ulemâ-yı benâm
Cennetde el-Firdevsü’l-a’lâ ola makâm
Fatihâ ihsân eyle ver Rasûle Salât ü Selâm
Ayak taşı şahidesinde ise yine ta’lîk hat ile hakkedilen mısralar şöyledir:
Hüve’l-Hayyü’l-Bâkî
Merhûm ve Mağfûrun-Leh
Fuzalâ-i asrdan Cennetmekân Şâkir Efendi
Rûhına el-Fatihâ
Fenâdan azm idüb Şâkir Efendi dâr-ı ukbâya
Erişdi rûh-ı pâki bak bu dem Firdevs-i a’lâya
Vilâdeti: 1263 Vefatı: 1353
Hasılı…
Hak erlerinin kâmetlerinden, kerameti zahir, menkabeleri dilden dile dolaşan büyük velî Şâkir Efendi, aziz hatırası ile uşşâkın gönlünde müstesna bir yerde durmakta ve sırlandığı makamında ziyeretine gelenlere, mânen, irfan sofrasını açık tutmaktadır.
Sırrı aziz olsun…
Kaynak: Şâkir Efendi’ye dair geniş bilgi için bkz.: S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Yozgatlı Şâkir Efendi-Bir Sırlı Zatın Hayatı ve Hatıratı, Ankara 2012.