Eğitim bahsinde yoğun bir gündemin içindeyiz. Yeni eğitim-öğretim dönemimiz yaklaşık bir ay sonra başlayacak. Müfredat, Öğretmenlik Meslek Kanunu gibi isimleri büyük düzenlemeleri konuşuyor olmamıza rağmen yine her şeyi bildiğimiz gibi yapacağız ve bugün önümüzde duran sonuçların aynısıyla yeniden karşılaşacağız. Neden?
Çünkü değiştirilmesi gereken şeyler yerli yerinde durduğunda tali alanlarda yapacağınız değişikliklerin bir anlamı olmaz. Değiştirilmesi gereken şeyler dediğimizde basit ve bir kararla olabilecek şeylerden bahsetmediğimizi belirtelim öncelikle. Maalesef Türkiye’de sorun, genelde iyi niyetle bir karar alma meselesi olarak değerlendiriliyor. “Vatanımızı, milletimizi seviyoruz, iyi niyetle bir karar aldığımızda meselelerimiz kendiliğinden çözülecek!” Keşke hayat bu kadar sade bu kadar kolay olsa! Sorunlar da hemencecik çözülüverse!
Bu kavrayış kamusal işleyişimizin bu halde olmasının en temel müsebbibi olarak görülmelidir. Sorunu anlamaktan aciz bu vaziyetin sorun çözmesini beklemek akla ziyandır. Kavranamayan soruna çözüm üretildiği nerede görülmüştür? Bu vesileyle eğitim-öğretim meselesinin konuşulduğu bu ortamı da fırsat bilerek mevzuyu kendi ezberimizden çıkararak yerli yerine oturtma çabasına girişmekte yüksek yarar var.
Eğitim-öğretimi hayat organizasyonumuzun bir parçası olarak görmek yerine okul içindeki teknik bir planlama olarak görmekten bir an önce çıkmalıyız. Bakanlık marifetiyle yapılacak düzenlemeler çok önemlidir ancak ondan önce yapılması gereken şeyler yapılmadığında iş Türkiye’de olduğu gibi ideolojik, sembolik bir kavganın sahnelenmesine kalıyor. Bu bizim için büyük bir tuzaktır. Bu bize kurulmuş bir kapandır.
Türkiye’yi giderilmesi mümkün olmayan bir çelişkide zaman ve enerji tüketmeye götürüyor.
“Medeniyetler Çatışması” teziyle bilinen Huntington, Türkiye için “yırtık ülke” ifadesini kullanmıştı. Bu ifade önemli tespit ancak diğer taraftan bu önemli tespit aynı zamanda çözülmesi gereken çok temel sorun alanımıza işaret ediyor. Osmanlı modernleşmesiyle başlayan ve Cumhuriyet süreciyle radikalleşen bu çelişki, devam edegeldiği gibi bir kesimin ötekinin varlığını sorun ederek aşılamaz. Dolayısıyla devleti, bu çelişkinin varlığı ve keskinleşmesi üzerine oturan bir yapı olmaktan çıkaramadığımız süre boyunca ne eğitimi ne de başka herhangi bir kronik meselemizi çözmemizin imkânı olur.
Yürürlükteki eğitim bu problemli yapı üzerine ve yapının devamlılığına çalışacak şekilde yapılandırılmıştır. Bu başlı başına problemlidir ve sosyolojik gerçekliği hedef alan bir siyasal mühendislik aparatı olarak direnç üretmeye devam edecektir.
Türkiye’de cari düzen temel insani değerleri gözetecek bir kıvama erişmediği sürece bugün yaptığımız gibi yürüttüğümüz tüm tartışmalar sonuçsuz kalmaya devam edecektir. Mesele özünde hakça bir düzen meselesidir ve adil bir paylaşım meselesidir. Bunun nasıl formüle edileceği hayati önemdedir. Devletin niteliği, devlet-toplum ilişkisi ve din-devlet ilişkisi sorun edilmeden ve günümüzün ihtiyaçlarına uygun yapılandırılmadan gidecek bir yerimiz olamaz. Okul, müfredat, öğretmenin niteliğini eksen alarak eğitim-öğretim meselesini konuştuğumuz iddia etmek açık konuşmak gerekirse meseleyi anlamamaktır. Türkiye, yürürlükteki eğitim tartışmasıyla ya meseleyi anlamadığını izhar ediyor veyahut çok daha kötüsü meselenin bir çözüme kavuşturulmaması için bilerek etkisiz bir alanda dolanıyor.
Abdulbaki Değer