eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
9°C
Ankara
9°C
Açık
Pazartesi Az Bulutlu
9°C
Salı Hafif Yağmurlu
6°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
8°C
Perşembe Çok Bulutlu
10°C

Maarifte usul, esastan önce gelir (I)…

Maarifte usul, esastan önce gelir (I)…

Efendim, biz esastan da önce usulü kaybettik. Bugün başta maarif olmak üzere her alanda gerileyişimiz bundan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu haftaki maarif yazımızda öncelikle ve sâdece “usul” kelimesinin mânâ dairesi içerisinde, -Abdülkadir Dağlar Ağabeyimin affına sığınarak- biraz da iştikâkın sınırları dâhilinde dikkatlerinizi usulün “esâs”ına çekmeye çalışacağım.

Töreli dairede kelimelerin menşeinin, yâni Türkçe, Arapça, Farsça veya Latince olmasının pek de bir ehemmiyeti yoktur aslında. Zirâ, kainattaki tüm diller, “Kün” (Ol!) ilâhî hitâbının tecellisiyle mazhar kılınmıştır. Fakat burada da dikkat edilmesi gereken en ehemmiyetli husus, dile ait tüm hususiyetlerin de aynı “hakikat alanı” dâhilinde cem olmaya merbûtiyetidir. Bu bağlamda “usul” kelimesi, söz konusu “hakikat alanı” içerisinde Türkçe ile Arapçayı da cem eder. Bu hakikattan mahrum kalanlarsa, başta Batılı Türkolog ve dil kuramcıları olmak üzere, meseleyi din veya kültüre bağlı basit bir dil alışverişi seviyesine indirger ve bundan da kendilerine uzman (?) payesi çıkarmak adına -belki Batılılar daha dürüst- maalesef tüm ömürlerini hebâ ederler! Nitekim birazdan ele alacağımız “usul” kelimesinin yapı, mânâ ve nesne dünyası, bunu anlamaya yeter de artar bile! Umarız ki muhatapları bundan birer ibret alsın…

Arapça aṣl’ın çoğul şekli olan uṣūl [l ince] (ﺍﺻﻮﻝ) i., dilimizde daha çok tekil anlamında kullanılır ki tekil olması O’na (C.C.) nisbetiyledir ve “bir amaca erişmek için tâkip edilen yol, yöntem” anlamına gelir. Fakat kelimenin elbette bu ilk temel anlamına bağlı kazandığı hakikata dönük en temel anlamı ise, “bir ilimde bir sonuca erişmek için belli bir plana göre tâkip edilen yol, metot”tur. Nitekim kelimenin maarifi de içeren tüm alanlarda karşımıza çıkan şu anlamları da doğrudan bu temel anlamıyla yalından alâkalıdır:

Kelime, “Usûl-i tefsir” “Usûl-i fıkıh” “Hadis usûlü” “Usûl okumak” tâbirlerinde yer aldığı gibi “bir ilmin asıl konusundan önce öğrenilmesi gereken başlangıç bilgileri” için kullanılır. Bu yüzden “kural, kāide, âdet” karşılığı dilde kendini tescil ettirmiştir. Hattâ, mecazen “biçim, tarz”; hukukta “hukūkî veya idârî bir işin hazırlanması, yapılması, yürürlüğe konması sırasında uyulması gereken hükümler ve tâkip edilecek yol” ve musıkide “belli düzümlerden yapılarak kalıp hâlinde tespit edilmiş ölçülere verilen isim” şeklindeki anlamları da açıkça kelimenin esastaki cem’ini (birlik/vahdet/tevhid) ortaya koyar.

Bu itibarla şâyet kelimenin halk ağzındaki sıfat olarak kullanımına da bakacak olursak sevgilinin “Elif”e (Cenâb-ı Allâh) benzeyen boyu için “ölçülere uygun, ince uzun, mütenâsip” anlamında tercih edildiği görülür. Nitekim Töreli Türk Edebiyatı’nın kurucularından büyük töreli şâir Karac’oğlan’ımız da bu anlayışa bağlı olarak, “Altın kemer sıkmış ince belini / Usûl boylarını sarasım geldi”, “Seherin yelleri şafağın bendi / Hani usûl boylu Suna’m gelmedi” diyerek yegâne “güzellik” karşısında duygulanışını ifade eder. Yine dilin töresöz dairesinde, “Usûl erkân”: Tâkip edilmesi gereken ve alışılmış olan davranış tarzı, âdet; “Usûl ilmi”: Metodoloji, yöntem bilimi, usûliyat; “Usûl tutmak”: mus. Tempo tutarak mûsikîye eşlik etmek; “Usûlü dâiresinde”: Usûl ve âdet neyi gerektiriyorsa o tarzda; “Usûlüyle”: Usûlüne uygun olarak, yolu yordamı ile; “Usûl-i aşere”: tasavvuf. Tarîkata giren bir kimsenin nefis eğitimi, çileye girme gibi yollarla geçmesi ve aşması gereken tövbe, züht, takvâ, tevekkül, kanâat, uzlet, zikir, teveccüh, murâkabe, rızâdan ibâret on mânevî kademe; “Usûl-i defterî”: Muhâsebe … şeklindeki kullanımları da kelimenin aynı hakikat alanı içerisindeki birer çeşitlenmeleridir. Ayrıca kelimenin “Usûlen” (ﺍﺻﻮﻻً) zf. (uṣūl’ün tenvinli şekli): Usûl olduğu için, sırf usûle uymuş olmak için; “Usûlî (ﺍﺻﻮﻟﻰ) sıf. (nispet eki -і ile) Usûle âit, usûlle ilgili (Usûlî muâmeleler, Usûlî îtirazlar); “Usûliyye” (ﺍﺻﻮﻟﻴّﻪ) sıf. Usûlî kelimesinin tamlamalarda ortaya çıkan aynı mânâdaki müennes şekli (Muâmelât-ı usûliyye) gibi anlamları da açıkça kelimenin aynı hakikata bağlı yapılanışını, yâni yapı ve şekil nitelikleri kazandığını gösterir.

Kelimenin doğrudan maarifi de içeren “şeriat” ve “örf” karşılığı ise “asıllar, kökler” demektir. Yâni kelime hiç aracısız bir şekilde bizi aslımıza bağlar, tıpkı Kerem’i Aslı’sına bağlayan elbette ilahî olan aşk gibi… Bu yüzden kelime, böyle başka hiçbir kelimeye nasip olamayacak bir şekilde “Bir kimsenin anne, baba, dede ve nineleri” (Karşıtı: Fürû’) gibi fevkalâde bir karşılığa mâliktir. Zirâ, “Usûl ve fürû” şeklinde, “Atalar, cetler ve çocuklar, bir kimsenin soyundan olup kendisinden önce ve sonra gelen kimseler” karşılığında eskiden dilde çok yaygın kullanılırdı! Kelimenin dilde bu köke dönük, aslî anlamına bağlı olarak doğrudan kazandığı “usûliyat” (ﺍﺻﻮﻟﻴّﺎﺕ) i. (Ar. uṣūlі > uṣūliyye’nin çoğul eki -āt almış şekli uṣūliyyāt): Usûl ve metot bilgisi, metodoloji, yöntem bilimi; “usûliyun” (ﺍﺻﻮﻟﻴّﻮﻥ) i. (Ar. uṣūl > uṣūlі’nin çoğul eki -ūn almış şekli uṣūliyyūn): Fıkıh ve hadis usûlü bilginleri; Metodistler; Türkçede ise “usûlsüz”: sıf. Usûl ve nizâma aykırı; “usûlsüzlük”: i. Usûlsüz olma durumu; Usûle, nizâma aykırı iş, yolsuzluk gibi anlamları da aslında bize her zaman şeriata (töre) uygun hareket etmemizin esaslarını fısıldar…

İşte tam da bu hakikat kavşağında, yâni hakikatın Arapça ve Türkçe ile cem’ olduğu ânda karşımıza “usûletle” zf. (Ar. uṣūl > uṣūlet’ten araç hâli ekinin kalıplaşmasıyle usūlet+le) (halk ağzı) şeklinde “usûlüne uygun şekilde, patırtıya meydan vermeden, yavaşça” anlamında bir kelime çıkar. Kelime artık bu ândan itibaren şeriata uygun, yâni Nebevî terbiyye modelinin de esaslarına dönük bir çeşitlenme kâbiliyetine mazhar kılınmıştır:

Usul [l kalın] zf. (usûl ile “usûlüne uygun biçimde” söyleyişinden kısaltma yoluyle) halk ağzında, “Yavaş” şeklinde bize tâlimî bir sûretin kapılarını açar. Şüphesiz bu tâlimî maarifin âriflerinden Karac’oğlan da sevgilisine “Ala gözlü benli dilber / Usul söyle söz ederler” diye öğüt verir. İnsanlara “usul usul” (yavaş yavaş) yaklaşılır. Kapı, “usulla” (yavaşça), yâni “usullacık” (usulcacık) açılır. Söz insana “usulca” (yavaşça, belli etmeden) söylenir. Mustafa N. Sepetçioğlu’nun ifadesiyle “Abdest suyu gücenikliğini usulcana ( yavaşça, usulca) yuyup almıştır. Sınıfta yerimizi “usulcacık” (yavaşça, sessizce) değiştirmemiz gerekir. Hulâsa geldiğimiz bu ândan sonra tüm kapılar, elbette O’na (C.C.) O’nun sünnetullâhtaki yegâne nûru Hz. Peygamber’e (s.a.s) açılır. Kısmetse haftaya biraz da bu husustan bahsedelim. 

Muhabbetle efendim… Efendim ey meded!

Arefî’m soylamış, görelim cânım ne soylamış:

maarifte budur usul

birem birem söyle usul

Arefî’yem bu sâyede

‘ol’acaksın hakka v/usul…

Erhan Çapraz 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.