Bir Türkü Hikayesi:
Seher Vakti Çaldım Yarin Kapısını olarak bilinen ve hafızalara duru bir sefer vakti olarak kazınan bir türkü. Türkünün babasından öğrendiğimiz belki de en baba türkü oldu. Bozkırın tezenesi Neşet Ertaş’ın kültürümüze o içli ve kendine has yorumuyla, bozkırdan getirdiği yanık edasıyla söyleyerek kazandırdığı bir türkü. İçinden yürek sesi geçen bir türkü. Bu türkü ile bir türkünün sadece bir türküden ibaret olmadığını bütün aleme öğrettiği bir türkü. Seher Vakti, yalnız Neşet Baba’nın ağzına yakışan muhteşem bir türkü olarak bellendi ve sevildi. Anadolu’da dilden dile söylenir oldu. Sevilip benimsenmesinde bu türkü sözlerinin barındırdığı anlam zenginliği de tesirli oldu. Türkü, söz sanatlarını ve edebi yönden geniş bir zenginliği barındıran muhtevada. Katre isimli programda Cengiz Özkan tarafından anlatıldığına göre eserin tamamı 20 kıtadan oluşmakta ve sözlerin yazarı Agahi bu 20 kıtada 20 farklı “sürmeli” tanımı yapmaktaymış.
Seher vakti çaldım yârin kapısın
Baktım yârin kapıları sürmeli
Boş bulmadım otağının yapısın
Çıkageldi bir gözleri sürmeli
Açtırdım kapıyı girdim içeri
Aklımı başımdan aldı bir peri
Dedim sende buldum halis gevheri
Dedi yok yok bir mihenge sürmeli
Dedim ki ne kadar yüzümden bezdin
Etim kebap edip derimi yüzdün
Âşık katletmeye silah mı dizdin
Martinle mavzeri birden sürmeli
Dedim hiç yapı yok senin yapında
Oynanılmaz urganında ipinde
Ölenece bekleyim mi kapında
Dedi yok yok seni burdan sürmeli
Bu kevn ü mekânı tuttu ışığın
Nöbetin bekleyen alır keşiğin
Beklemeli o sultanın eşiğin
Günde yüz bin kere yüzler sürmeli
Agâhî karıştır kanı yaş ile
Hak bulunmaz hayâl ile düş ile
Eremen menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atına binip sürmeli
Sözleri (Emlekli) Agahi Veliyüddin’e ait olan bu türkü muhtevasında saklı bir başka derin arka planı ise bir felsefeyi ve tasavvufi kültürü barındırmasıdır. Kısaca bu durumu açıklayalım.
Muhtevasındaki bir başka anlam alanı ile tarikatlerdeki seyr-ü süluk erkânını anlatan tasavvufi bir metindir bu türkü. Biraz bizim dikkatsizliğimiz, biraz okuyanların türkünün bir bölümünü değiştirmesi sebebiyle türkünün bu özelliği pek fark edilmez.
” Halbuki şairin “ yâr ” dediği, tek ve gerçek sevgili olan Allah’tır. Seher vakti sevgilinin kapısını çalmış olmak, sabah namazına durmuş, ama “ kapıların sürgülü” olduğunu, yani açılmadığını görmüştür. “feth-i bâb”, yani “kapı açmak”, sülûkta makamları aşmak yahut bazı ruh müşküllerini halletmek anlamı yanında, miraç’taki bir hadiseyle bağlantılı olarak daha ziyade “namaz”dır. Nitekim namaz müminin miracıdır ve her rekâtta “feth” (açmak) kökünden “fâtiha” okunur. Kapının sürgülü olması, açılmaması, namazdan feyz alınamadığına, huşû’a ulaşılamadığına işarettir. kalbin değil, cesedin namazı olduğu için huzur-ı ilâhiye varılamamıştır.
İşte kul bu elem ve çaresizlik içindeyken “bir gözleri sürmeli çıkagelir”. şiirin devamında, onun yardımıyla “kapıyı açtırıp içeri giren” sâlikin bundan sonraki macerası anlatılır. biz meselenin o tarafını bırakıp, kapıyı açtıran “gözleri sürmeli”nin kim olduğuna bakalım.
“Gözleri sürmeli”lerden kasıt cenab-ı hakk’ın veli kullarıdır, mürşid-i kâmillerdir. Kâmil mürşitler böyle vasfedilerek onların bazı hususiyetlerine dikkat çekilmek istenir. Birincisi, göze sürme çekmek efendimiz s.a.v.’in sünnetidir. Sünnetlere titizlikle ittiba, mürşid-i kâmil’in en önemli vasfıdır. “gözleri sürmeli” denmekle onların sünnete uygun yaşama titizliklerinin belirginliği vurgulanmış olur. İkincisi, sürme, gözün görüş kuvvetini artıran bir maddedir. Kâmil mürşitler de basiret sahibidir; diğer insanların göremediği sırları, hakikatleri, güzellikleri, incelikleri, uzaklıkları görebilirler.
Sürme, bir çeşit toz, ince bir topraktır. göze sürüldüğü için türkçe’de “sürme” dediğimiz bu madde, “kuhl” yahut “tûtyâ” isimleriyle de bilinir. sürmenin aslında toz veya toprak olmasından hareketle eskiler çok zarif hayaller geliştirmişlerdir. Mesela sürmenin “hâk-i pây”, yani sevgilinin ayağının tozu yahut sevgilinin ayağını bastığı toprak olduğu ve bu yüzden aşığın onu yüzüne gözüne sürdüğü düşünülür. “hâk-i pây” aynı zamanda toprağa bırakılmış ayak izi demektir. bunun gözde olması, aşığın sürekli o izleri takip ettiği anlamına gelir. başka bir deyişle “gözleri sürmeli” olan birisi, ya sevgilinin ayağının tozunu toprağını gözüne sürerek aşkının şiddetini, ya da hep onun izlerini gözeterek sevgilinin peşinde yol aldığını böylece göstermektedir.
Sevgili allah tealâ olunca, “hâk-i pây”, bize bahşedilen ve mutlak sevgili’ye ulaşma yolunda istikametimizi bulmamıza yarayan işaret ve alâmetlerdir ki bu kur’an-ı kerim’dir. nitekim “ayet”in kelime anlamı “iz, işaret, belirti” demektir. bütün bunları toparlayacak olursak, mürşid-i kâmil, cenab-ı hakkın ayetlerini adeta gözüne sürme yaparak onlarla gören, her şeye bu çerçeveden nazar kılan, her işinde sadece ayetleri gözeten bir insandır. yahut hem vuslata giden yolda en doğru istikamet üzere sürekli yürüdüğü, hem de arkasından gelenler için emin bir kılavuz olduğu için gözleri sürmelidir mürşid-i kâmilin.
emânî mahlaslı bir şairimiz, sürme ile mürşid-i kâmil münasebetine getirdiği farklı fakat yine son derece ince ve zarif yorumunda şöyle diyor:
Erbâb-ı nazar hâk-i rehin sildi süpürdü
Ey bâd-ı sabâ yâr eşiğine yelerek gel.
Yani, “nazar sahibi veli kullar sevgiliye giden yoldaki bütün tozu toprağı sildi süpürdü; bu yüzden ey saba rüzgârı, yârin eşiğine hiç zahmetsiz, koşarak gidebilirsin”. bu beyitte açıkça zikredilmese de “hâk” (toprak) ve “nazar” kelimeleri “sürme” anlamını verir. Allah’a giden yoldaki tozları gözüne sürme yaptığı için basiret ve nazarla nimetlendirilen mürşid-i kâmil, asl’ına yönelenlerin yolunu böylece açmış, işlerini kolaylaştırmıştır.
Bugün “yâr”in eşiğine giden yolda yelerek mesafe alanlar bu yürüyüşlerini “gözleri sürmeli”lerin lirik ve sebatkâr öncülüğüne borçlu.
Şükrolsun ki, Cenab-ı Hak otağının yapısını gözleri sürmelilerden hâli bırakmıyor.
Çok güzel bir yazı tebrik ediyorum.