eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
16°C
Ankara
16°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
17°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
13°C
Pazar Açık
16°C
Pazartesi Açık
19°C

Prof. Dr. İsmail AYDOĞAN

Kahramanmaraş’ta doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Kahramanmaraş ve Ankara’da tamamladı. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Yönetimi ve Teftişi Bölümünden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimler Enstitüsünde, aynı alanda, yüksek lisans ve doktora yaptı. 2015 yılında profesör oldu. "Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri", "Eğitim ve Paradigma", "Kültür Temelli Eğitim", "Eğitimin Türkçesi", "Eğitimde Nezaket", "Bir Dava Adamı Nurettin Topçu" ve "Eğitimin Kimlik Arayışı" adlı kitapları yazmıştır. Ayrıca ulusal ve uluslararası dergilerde yayımlanmış altmışın üzerinde kitap bölümü, makale ve bildirisi bulunmaktadır. Çalışma alanları, eğitim felsefesi, eğitim politikası, eğitim sosyolojisidir.

    Kutsallaştırılan akıl ve bilim

    18. Yüzyılın başından beri akıl öyle yüceltildi ki, inançları, kültürleri, dinleri hatta Tanrıyı koyacak yer bulamadı modern insan. Sonunda akıl tanrılaştırıldı ve böylece dinini, inancını ve kültürünü aklın hizmetine ve kulvarına soktu. Şimdilerde bilgi de ve bunun sistemleşmiş hali olan bilim de aynı kutsallığa büründürülüyor. Bilginin ve bilimin her şeyi çözeceğine, tüm sorunların devası olduğuna; bilimi ciddiye alan insan ve toplumların ilerlediğini, ciddiye almayanların fakirleştiğini ve hep de fakir kalacağına inandırılıyor insanlar ve toplumlar.

    Hayatı aklın ve bilimin kulvarında kurgulamak ve yaşamak sadece cehaletin örtülmesini değil aşağıların aşağısındakilerle yaşamayı bir cazibe olarak sunma garabetini de beraberinde getiriyor. İnsanın, Rabbinin kendinden bahşettiği ulvi değerlerle donanma yüceliğini değil de aşağı mertebe olarak yarattığı varlıkların mesabesinde yaşamak istemesi, en azından onlarla eşit olmayı kabul etmesi bir düşüklük değil bir karşıtlık arzusundan kaynaklanıyor. Ki bu karşıtlığı öne çıkaran da bahse konu akıl ve bilimin kutsallaştırılmasından başkası değildir.

    Her şeyi aklın ve bilginin merkezinde görmek, her şeyi akılla ve bilgiyle açıklamak seküler hayatın büyük açmazı. Modern insanın en büyük aymazlığı bu açmazı ve hadsizliği bir gelişme sanmasıdır. Oysaki aklın ve bilimin öncülüğündeki hayatın kifayetsizliği sadece yüce olan her şeyin ortadan kaldırılmaya çalışılmasını değil, insanın buhranlar içinde hayatını idame ettirmesini de doğurdu. Böylece bir tanrı olarak modern insan yarattığı her şeyin kölesi oldu /oluyor. Hayat böyledir: Haddini aşan zıddına dönüşür

    Evet, ölçüyü kaybetti insan. İnsan olmanın ve insanca yaşamanın getirdiği doğal hastalıkların tedavilerini, bu yüzden, bulamıyor. Hayatını tamir ettirecek aklıselim insanların ve zahitlerin yok sayılması bir yana bunlara karşı veya muadil olarak yüceltilen psikoloji ve gurularının sadra şifa olamaması da, ölçüsünü kaybetmiş insanın akla / bilime olan tapınmasını azaltmayacak gibi görünüyor.

    Bu ahvalde aklı aşmayan sürece hayat denemeyeceğini, aklın almayacağı şeyleri kabul etmeyene de insan denemeyeceğini anlatmanın imkânı yok. Çünkü kâinattaki ve varlık âlemindeki ölçüye, mizana ve nizama kavuşmak amacıyla bahşedilen kulağın, gözün ve kalbin görevini hakkıyla yerine getirebilmesi iki kere ikinin dört etmeyeceğine inanmaya başlandığında mümkün olur ancak.

    Her şeyin ölçüsü her şeyi yaratanla olan bağda gizlidir. İnsanın günahlarla örülmüş hayatına deva getiren ve şeytanla mücadelesinde onun kırılmalarını iyileştiren tövbenin duayla birlikte Allah’a yönelmesi ve her şeyin ölçüsünün Allah’ın emrinin olması aklın yegâne gayesidir oysa. Aklı böyle gayelendirmeden, akla böyle bir kimlik ve mekân belirlemeden her şeyi akla ve bilime havale etmek, insanın yüceliğini bunlarla kaim görmek sınırları dünya olan bir düşünmeye evet demektir. Sınırları dünya olan bir düşünme biçimi sadece deizmi yaygınlaştırmaz, yüce ve aşkın olan her şeyi bu sınırların içine hapseder. Hapis, inkârı ve isyanı beslediğinden akıl da bir süre sonra isyan ve inkârla yol alacak; aklın bu hissiyat ve bünyeyle ortaya koyduğu bilim de aşkın ve yüce olandan uzaklaştırmakla mükellef olacaktır. Nitekim olan da budur.

    Aklı ve bilimi aşkın ve yüce olandan bağımsız olarak ele almak, tarihin yeni gördüğü bir şey değil elbette. Esasında hayatta yeni olan hiçbir şey yok. Tarih, cehaletin olduğu her dönemde tekerrür eder. Allah’ın hesaba katılmadığı bir düşünme biçimi demek olan cehalet, bünyesine aldığı her şeyin Allah’la irtibatını keser. Bu kopma, her dönemde her şeyin ilk defa oluyormuşçasına anlaşılmasına yol açar. Yenilik, enteresanlık, hayret gibi duygular bu kopuşun nidalarıdır.

    İşte bu nedenlerle içinde bulunduğumuz bağsız, bağlantısız akla ve bilime indirgenmiş yahut bağsız bağlantısız akıldan ve bilimden neşet eden eğitim, modern cahiliyeyi doğurmaktan başka bir işe yaramıyor; insanı ve düşüncesini dünyaya mıhlayarak bedbaht bir hayat sunuyor.

    Sözü Samiha Ayverdi tamamlasın: “Bir sel var içimde, ona yatak istiyorum. Bir ankā var içimde, ona kanat istiyorum. Bir mahşer var içimde, ona mîzan istiyorum. Bir dünya var içimde, ona nizam istiyorum. Bir kavga var içimde, ona karar istiyorum. Bir mecnun var içimde, ona zincir istiyorum. Bir mîras var içimde, ona vâris istiyorum.”

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    1. Mecit şahin dedi ki:

      çok güzel dile getirmişsin

    2. Mecit şahin dedi ki:

      selamlar